"Bir adam ve bir kadın Beyaz Saray'da şöminenin önünde oturuyorlar. Kadın, Almanya'nın en tanınmış televizyon sunucusu, adam ise 'dünyanın en güçlü kişisi' olarak tanıtılıyor. Ne var ki bu tam anlamıyla bir Atlantik ötesi yanlış anlama...
Zira mülakat yapılan kimse hiç de 'öyle dünyanın en güçlü kişisi'ne benzemiyor. Hatta ABD tarihindeki en güçsüz başkan olduğu bile söylenebilir. Siyasi çöküşünün seyircisi haline gelmiş bir başkan..." Almanya'nın önde gelen dergisi Der Spiegel 8 Mayıs 2006 tarihli internet sayısında böyle yazıyordu.
O günden bu yana köprünün altından daha çok su aktı. 7 Kasım'daki Kongre seçimlerinden sonra George W. Bush'un ABD tarihindeki en güçsüz başkan olduğu tescil edildi. Aslına bakarsanız, böyle olacağı, sergilediği derin cehaletle, mahkeme kararıyla başkanlık koltuğuna oturduğu ilk günden belliydi. 11 Eylül faciası gözü korkan Amerikan halkını, ne yazık ki bu kifayetsiz başkan etrafında saf tutmaya zorladı. "Neo-con" olarak anılan (ABD'den ziyade İsrail'in, İsrail halkından ziyade Büyük İsrail hayalini görenlerin çıkarlarına bağlı olan) "çete" de onu Ortadoğu'yu söz konusu hayalin icaplarına göre yeniden düzenleme emelleri için kullanmak fırsatını ele geçirdi.
Bush ne müttefik, ne hukuk dinledi; dünyaya dilediğim gibi şekil veririm tafrasıyla önce Afganistan'a, sonra Irak'a saldırdı. Aradan yaklaşık dört yıl geçtikten sonra durum ne? Afganistan'da Taliban her geçen gün nüfuzunu yeniden yayıyor. Saddam diktatörlüğü devrildi; ama Irak 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana görülmemiş ölçüde kana bulandı ve çöküşün eşiğine geldi. El Kaide ise dimdik ayakta. İslamcı terörizm alt edilemedi, aksine güçlendi. ABD'nin dünyadaki itibarı yerlerde sürünüyor. Aklı başında Amerika Bush'a kontrol altına alınması, tercihen azledilmesi gereken bir başkan olarak bakıyor.
Neo-con'lar ise kendilerinden beklenebileceği üzere, batan gemideki fareler misali, Bush'u terk ediyor. "Karanlıklar Prensi" Richard Perle, "İşlerin bu hale geleceğini kestirebilseydim, başka yollar denenmesini önerirdim... Savaşın mimarı olarak anılmaktan bıktım. Bunda hiçbir sorumluluğum yoktur." diyor. Ünlü "Şer Mihveri" nutkunun yazarı David Frum, Irak'taki başarısızlığı Bush'un "beceriksizliği" ile açıklıyor. "Saddam'ı devirip Irak'ı özgürleştirmek çocuk oyuncağıdır." diye yazan Kenneth Adelman, Bush'u "Savaş sonrası dönemin en beceriksiz yöneticisi" ilan ediyor. Savunma Politikası Kurulu üyesi Eliot Cohen: "Irak'ı feci bir durumda bırakıp çekilirsek hiç şaşırmam. Durumun hem Sünni, hem de Şii İslamcılığı özendireceğini sanıyorum." buyuruyor. Türk hükümetine yalan dolan ithamlarla saldıran Frank Gaffney, "Bush ilke sahibi bir adam gibi durmuyor." diyor. İsrail'i eleştirdiği için Türk liderlerini İslamofaşistlik'le suçlayacak kadar densizleşen Michael Rubin, "Bush Iraklı reformculara, tıpkı babası gibi kazık attı." demekten çekinmiyor. (Bkz. Vanity Fair, 3 Kasım)
Neo-con'lar hakkındaki hükmü Başkan Clinton'un başdanışmanı Sidney Blumenthal veriyor: "Bunların Irak'ın işgalini savunmalarındaki mantık, Kudüs'e giden yolun Bağdat'tan geçtiği fikrine dayanıyordu: İşgal Irak'ta Filistinlileri İsrail'e boyun eğmeye zorlayacak türden bir demokrasinin kurulmasını sağlayacaktı..." (The Guardian, 16 Kasım)
Bush'un ve Neo-con'ların perişan hali bu... Ya ABD ne durumda? Onu da en veciz olarak ünlü sosyolog Anthony Giddens ifade ediyor: "Daha birkaç yıl öncesine kadar herkes Amerikan İmparatorluğu'ndan söz ediyordu. Kimileri ciddi ciddi ABD için Yeni Roma diyordu... Ama Irak ve Afganistan'da olanlar Amerikan askerî gücünün sınırlarını çok açık bir şekilde gösterdi... Yeni Roma'dan bu kadar... Eski Roma bile daha iyisini yapabilirdi." (Guardian, 15 Kasım)
Amerikalı ünlü gazeteci Seymour Hersh, Bush'un İran'a saldırabileceğini (New Yorker, 20 Kasım); Haaretz gazetesi ise İsrail'in saldırmasına göz yumabileceğini (20 Kasım) yazıyor. Bush pekala, giderayak bir şer daha işleyebilir.
Şahin Alpay/Zaman
Yayın Tarihi :
25 Kasım 2006 Cumartesi 10:35:22