Dava sonuçlanana kadar bekledim bu yazıyı yazmak için. Dün Frankfurt’ta yargıç kararını açıklarken, Almanya’da kurulu Deniz Feneri Derneği’nden toplamda 17 milyon Avro’nun yasadışı yollarla Türkiye’ye gönderildiğini, bu paranın 8 milyon Avro’sunun Türkiye’deki Deniz Feneri Derneği’ne, geri kalanının ise çeşitli yerlere aktarıldığını saptadığını söyledi, karara böyle yazıldı.
Bir an için her türlü yolsuzluk iddiasını, her türlü yardım paralarını amaç dışı yerlere aktarma veya cebe atma iddiasını unutalım ve şöyle düşünelim: Hem Almanya’daki hem de Türkiye’deki Deniz Feneri dernekleri tamamen dürüst, yasalara uygun çalışan, topladıkları yardım paralarının tamamını yasal yollarla yardıma muhtaç kişilere aktaran kuruluşlardır.
Bu varsayım altında dahi bazı sorunlar var.
Birincisi şu: 2004 yılına kadar (ki dava 2004 öncesini kapsıyor daha çok) Türkiye’de derneklerin yurtdışından yardım veya bağış kabul etmesi yasaktı. Almanya’da toplanan paralar, elbette Türkiye’deki yardıma muhtaçlar için toplanıyordu. O zaman bu paralar nasıl gönderilecekti Türkiye’ye?
Gerek Türk ve gerekse Alman yasalarının etrafından dönmek için bulunan kimi yöntemlerin ayrıntısına girmeyeceğim, zaten ana yöntem şu: Almanya’da toplanan paralar, yasadışı yöntemlerle, mesela kuryeler aracılığıyla çantalar içinde Almanya’dan çıkarılıyor, benzer yasadışı yöntemlerle de Türkiye’ye sokuluyordu.
Arada ‘nitelikli dolandırıcılık’ ve ‘evrakta sahtecilik’ suçu kapsamına girecek işler de yapılıyordu. Yani, Almanya’daki dernek topladığı paraları sahte bağış makbuzlarıyla birilerine vermiş gibi göstermeliydi. Almanya’da işlenen ve dün cezası da kesinleşen iki temel suçtan biri budur. (Diğer suç, toplanan parayı toplanmamış gibi göstermek, yani ikinci bir muhasebe defteri daha tutmak, daha baştan kayıt dışındaki parayı yine kayıt dışı olarak Almanya dışına çıkarmak.)
Peki Almanya’dan Alman yasalarına aykırı biçimde çıkan para Türkiye’ye nasıl giriyordu? Bu kez, parayı Almanya’dan getiren kişi (kurye) parayı derneğe teslim ederken bir (hatta daha fazla) sahte bağış makbuzu tanzim ediliyor olması gerekiyor. Ve işte bu da Türk yasalarına göre suç oluşturması gereken bir eylem.
Dikkat edin yolsuzluktan, yardım için toplanan paraların başka amaçlar için kullanılmasından söz etmiyorum. Yardım paralarının gerçekten yardım amacıyla kullanıldığını varsaydığımızda bile ortada suç var. Türkiye’deki savcıların ilgilenmesi gereken bir suç.
Şimdi soru şu: Amacın doğru ve yüce bir amaç olması, o amaca ulaşırken kullandığımız/kullanacağımız bütün yöntemleri meşru kılar mı?
Yardımsever olmak, başlı başına bir haslet. Hele hele yardımseverleri bir araya getirip oluşacak fonla daha fazla insana daha verimli bir biçimde yardım etmek çok büyük, çok takdir edilesi bir haslet.
Böyle insanların çok yüksek ahlaka sahip olmasını, sırf aracılık ettikleri yardım faaliyetinin kendisinden alacakları manevi haz dışında başka bir tatmin yoluna ihtiyaç duymayacaklarını varsayarız hep. Halis insanlardır onlar.
Diyelim ki, gerçekten toplanan paranın her kuruşuyla yardıma muhtaçların yardımına koşuyorlar, peki bunu yaparken yasalara ve ahlak kurallarına da bağlı kalmaları gerekmez mi?
Çağdışı bir yasa, derneklerin yurtdışından yardım, bağış vs. ne isim altında olursa olsun para kabul etmesini yasaklıyorsa, öncelik bu yasanın değişmesi için gayret sarf etmekte mi olmalıdır, yasanın etrafından dolaşmak için sahte evrak tanzim etmekte veya çifte muhasebe defteri tutmakta mı?
En yüce amaçlar için bile yasaların, kuralların etrafından dolaşılamaz. Dolaşmayı meşru hale getirirseniz, başkaları da kendilerine göre başka yüce amaçlar bulurlar, onlar da kenardan dolaşırlar.
***
Başbakan haklı, bu pilav daha çok su kaldırır. Ama o pilav Deniz Feneri’nin pilavı.