30
Nisan
2025
Çarşamba
ANASAYFA

Yanındaki fotoğrafa bak Ahmet Hakan!

Dünkü yazımda eski Tahran Büyükelçimizin eşi Handan Haktanır’ın İran’da yaşadıklarını anlatan mektubu (Milliyet’ten alıntı yaparak) vermiştim. Bu mektup şöyle bitiyordu:

“O nedenle Türk kadınlarının çok dikkatli olması ve son derece masumane bir şekilde, özgürlük adı altında gelen bazı uygulamaların ilerde baskıcı bir rejimin ayak sesleri olabileceğini asla akıllarından çıkarmaması gerekiyor.”

Dünyada ve burnumuzun dibinde baskıcı din rejimine geçen ülkeleri gören Türk kadınlarının gelişmeleri gerçekten de dikkatle izlemesi gerekiyor. Ama örneğin AKP’li kadın milletvekillerinin, okumuş eğitimli kadınların Meclis’te yaptığı konuşmalara bile baktığınızda onların da hep “özgürlük”ten dem vurduklarını görüyorsunuz.

Ahmet Hakan’ın tutturduğu nokta da özgürlük... Dünkü yazısında o da beni “hoca” yapmış, “imam” yapmış ve ağzımdan söylemediğim birçok şeyi yazmış.

Ben “Müminler yüzyıllardır yanlış yapıyor” demedim. “Hadi açın başınızı da toplumu germeyin” asla demedim. Ama şunu diyorum; kendini sıkıntıdan kurtarmak, tehlikeli (hatta cehennemlik) gördüğü kadını örtmek, eve kapatmak, ona yalnızca “eş ve anne” rolünü vermek isteyen erkekler tesettür geleneğini bugüne kadar şeriatla yönetilen Arap ülkelerinin öncülüğünde sürdürmüşlerdir. Bunun “din emri” olduğunu söylemek işlerini kolaylaştırmıştır. Aksini iddia edenler buyursun “açık emir”i göstersinler.

Tesettürün, türbanın Müslümanlıkta farz olmadığını bundan önce birçok din uzmanı, ilahiyat profesörleri söylemiş, kitaplar yazılmış, hâlâ yazılıyor. Onun için bunu ilk gören, anlayan benmişim gibi “evraka, evraka” diye bağırmam çok saçma olur. Aynen buna “bütün inananların uyması gereken sonuç” demeye kalkmam kadar saçma...

Ahmet Hoca (veya “Hoca Ahmet” mi desem) Şeriat devleti, İslâm devleti ile laik devlet arasındaki farkı ise kusursuz açıklamış, “bu tartışmaları yapabiliyor olmamızı” bile laikliğe borçlu olduğumuzu gayet güzel anlatmış.

Büyük hatasına gelince; türban tartışmasını; AKP’nin yıllarca “din-inanç özgürlüğü” dediği, son zamanlarda ise “giyim kuşam özgürlüğü”ne çevirdiği gibi “18 yaşına gelmiş bir kızın üniversitede nasıl giyineceğine karışılabilir mi” sorusuyla sınırlaması bugünlerde sık sık yapılan bir hata (takiyye de diyebiliriz). İşte eski Tahran Büyükelçisinin eşi Handan Haktanır’ın mektubunda “özgürlükle başlayan” diyerek vurguladığı bu olmalı...

Hakan’ın da yazısında uzun uzadıya dinden söz etme gereği duyduğu gibi “türban” din ekseninde bir tartışmadır. Laiklik ilkesinin zedelenmesi, din devletine gidişin yolunun açılması tartışmasıdır, özgürlükle ilgisi yoktur.

Ayrıca, konunun “18 yaşındaki kız”la sınırlı kalmayacağı, 18’den 70’e devlet dairelerine, Meclis’e de sıra geleceği (bkz: AKP’den Egemen Bağış, Fatma Şahin, Hüsnü Tuna’nın, Diyanet-Sen’in vb. açıklamaları), hatta 6-7 yaşına, ilkokula kadar ineceği açıkça ortaya konmaktadır.

Aslında Ahmet Hakan’a en güzel cevap dün köşesinin yanında, Hürriyet’in 4. sayfasında verilmişti. Muğla-Milas’ta Çamköy İlköğretim Okulu’nda din bilgisi öğretmeninin camiye götürerek “sarık, cübbe ve tespih”le fotoğraflarını çektiği (ve sonra da öğrencilere parayla sattığı) 9-10 yaşındaki çocuklar...

Buna da “münferit olay canım” diyorlarsa Türkiye genelinde hızla yayılan benzer olayları hem yazacak, hem de Pazar günü Her Açıdan’da izleteceğim. Mesele benim açımdan da bu kadar basittir Ahmet Hocam!

Ruhat Mengi/Vatan
Yayın Tarihi : 9 Şubat 2008 Cumartesi 11:15:47
Güncelleme :9 Şubat 2008 Cumartesi 23:06:51


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?