1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

KENTHABER DÜNYA KENTLERİNDE

Birkaç günlük Ege seyahatinin ardından yine uzaklar göründü bize. Bu kez rotamız, kendi gibi bahtı da kara kıta Afrika’nın, adını sıklıkla duyduğumuz bir ülkesi.

Evet Nijerya’ya gideceğiz bu kez. 3 gazeteci arkadaşım ve ben, bir haber çalışması için yola koyulmak üzere, öğleyin saat 12.00 gibi havalimanında buluşuyoruz.

Gideceğimiz gün Türk Hava Yolları’nın direk uçuşu olmadığından, Mısır Hava yolları ve onun bağlantısı ile uçacağız.

Saat 14.00 gibi bindiğimiz uçak, yer trafiği nedeniyle ancak 15.00 gibi havalanabiliyor.

2 saati biraz aşkın yolculuk sonunda yere doğru alçalırken, piramitler ve o gizemli şehir Kahire üzerinde bir seyir turu yaptırıyor pilot.

Saatler 17.00’yi gösterdiğinde, Kahire Havalimanı’na ayak basıyoruz. (Mısır’la aramızda saat farkı yok) Bu andan itibaren çileli bekleyiş başlıyor. Zira bağlantı saatimiz 21.30.

Biraz sohbet, yemek, liman içinde dolaşma derken, bekleyişin sonuna yaklaşıyoruz. Artık yeniden uçma vakti.

Körükten geçip uçağın içine adım attığımız anda, siyahi insanların yöresel ve çoğu rengarenk kıyafetleri çarpıveriyor gözümüze.

Onlar da bize bakıyor baştan ayağa süzerek...

Koltuklar tamamen dolu. Bir de Mısır Havayolları’na ait uçaklardaki güvenlik görevlileri çekiyor dikkatimizi. Kabin ekibinin haricinde, ön ve arka kısımlarda birkaç görevli bulunuyor içeride. İstanbul’dan gelirken de durum böyleydi.

Yerden havalandıktan bir süre sonra gözlerimiz kapanmaya başlıyor yorgunluktan. Şimdi 5 saati aşkın yorucu bir uçuş daha bekliyor bizi.

Öyle bitap düşmüşüz ki, “İnişe geçiyoruz” anonsuyla açıyoruz gözlerimizi. Saatler 01.00’i gösteriyor Başkent Abuja’ya ayak bastığımızda. Saatlerimizi 2 saat geriye alıyoruz.

Dışarıda yağmur var. Bu ülke 3 mevsim yaşıyor. ‘Ilık’, ‘kurak’ ve ‘yağış’ diye tabir ediyorlar isimlerini. Şu an içinde bulunduğumuz mevsim, ‘yağış’ dedikleri sonbahar. Kuraklık mevsimini ise hiç sormayın. Sıcaklık 45 derecelere yaklaşıyor.

Sıcaklık 25 derece civarında ancak nefes almamızı bile güçleştiren yoğun bir nem var havada.

Abuja Havalimanı, o modern binalar gibi değil. Her şey eski. Her tarafta otomatik silahlı güvenlik görevlileri var.

Pasaport kabininde hemen sorgu başlıyor. Vizelerimiz kuşkulu bir şekilde kontrol edilirken, ülkeye geliş amacımız, ne iş yaptığımız vs. gibi soruların ardından, önümüze konulan formu dolduruyoruz detaylıca. Nijerya’nın resmi dili İngilizce olduğundan, anlaşamama gibi bir sorun yok neyse ki…

Havalimanının dışında bizi karşılayan görevliler, Türkiye’den gelme bir minibüse eşyalarımızı yükleyip, bizi yerleştirdikten sonra kalacağımız otele doğru yola çıkıyoruz.

Büyük bölümü karanlık yolların çoğunda hummalı bir yapım çalışması var gecenin bu saatinde. Bir de sıklıkla polis kontrolü.

Hareket ettikten takribi 45 dakika sonra dünyaca ünlü 5 yıldızlı oteller zincirinden birinin kapısında duruyoruz. Yan tarafı havuz ve diskotek olan bu otelin alanında ikili – üçlü gruplar halinde kadınlar karşılıyor bizi.

AIDS'E 10 YILDA 2 MİLYON KURBAN!

Kimi, “Eğlence ister misiniz?” diye soruyor, kimi birlikte bir şeyler içmeyi teklif ediyor. Ne yazık ki, Oxford Üniversitesi’nin endeksli son araştırmasında, dünyanın en fakir ülkesi olarak belirlenen Nijerya’da fuhuş alabildiğine yaygın.

Ancak bir o kadar da yaygın olan, çağımızın vebası AIDS. Son 10 yılda 2 milyona yakın insanın bu nedenle hayatını kaybettiği söyleniyor.

Bu neşeli hanımların tekliflerini kibarca reddettikten sonra, otelin içine girdiğimizde yine şaşırıyoruz. Zira dünyaca ünlü bir tabelaya sahip olan yapı, oldukça eski ve bakımsız.

Ama dinlenmemiz lazım. Türkiye saati ile sabah 05.00’de, birkaç saat sonra yeniden açmak üzere gözlerimi kapatıyorum…

Dört saatlik bir uyku ve kahvaltının ardından, birkaç saatlik şehir turu için şoförümüz Ebubekir kapıda gülümseyerek bizi bekliyor.

Gündüz gözüyle gördüğümüz Abuja, sanki bir şantiye şehir. Her yerde yol, bina inşaatları var. Türk müteahhitler burada da yüz milyonlarca dolarlık ihaleler almış.

160 milyonu aşkın nüfusa sahip Nijerya’da halkın yüzde 55’i Müslüman, yüzde 40’ı Hıristiyan, geri kalanı da başka dinlere mensup ve dinsiz.

Şehrin her yerinden gözükecek şekilde konuşlanmış olan kilise ve camiler, birbiriyle yarışırmışçasına boy gösteriyor.

Uzun yıllar İngiliz sömürgesi olan ülkede, zaman zaman Müslüman ve Hıristiyanlar arasında, sonu toplu ölümlerle sonuçlanan çok kanlı çatışmalar yaşanıyor.

Hatta bizi karşılayan görevli, bir süre önce, kadın tablosu yapan bir ressamın “Bunu Hz. Muhammed bile görse aşık olurdu” demesiyle başlayan ayaklanmada, birkaç gün içerisinde çoğu kesilmek suretiyle, yüzlerce Hıristiyan’ın öldürüldüğünü anlatıyor.

Kışkırtılması kolay bu insanlar için, bilerek atılmış bir kıvılcım büyük yangınlara neden oluyor.

Ülkedeki verimli toprak ve madenlerin büyük bölümünün Hıristiyanların elinde olduğu bilgisini alıyoruz.

HIRSIZLIK OLAYLARI SIRADAN

Fakirlikten dolayı hırsızlık olaylarının da had safhada olduğu söyleniyor. Ancak burada yıllardır projeler yapan birkaç Türk işadamı, bunun sömürüyü elinden bırakmak istemeyen birtakım çevreler tarafından kasıtlı olarak dillendirildiğini iddia ediyor.

Tabi abartıldığı kadar olmasa da, güvenlik zafiyeti biliniyor. Örneğin bir Türk şantiyesi kılıçlı kişilerce basılıp, araçlar çalınmış. Ülkede yaşayan insanlar, hırsızlar tarafından kaçırılıp, parçalanmasın diye araç parçalarının üzerine şasi numaralarını kazıtıyor. Bunun en etkili yöntem olduğu söyleniyor.

Geniş caddeleri, çok fazla olmasa da modern binaları bulunan Abuja’da fakr-u zaruret hemen her yerde belirgin şekilde hissediliyor.

Bu ülkede ‘ortadirek’ diye bir kesim yok. 160 milyon nüfusun 20 milyonu zengin, geri kalanı fakirlikten adeta kırılıyor.

Zenginler, etrafı büyük duvarlar ve tellerle çevrili güvenlikli sitelerde izole bir yaşam sürerken, nüfusun çok büyük kısmı teneke barakalarda hayatta kalma mücadelesi veriyor.

Bir memur şehri olan Başkent Abuja’da iyi bir öğretmenin maaşı 500 TL’ler civarında iken, normal bir evin kirası 600 TL’yi geçiyor.

ŞEKER VE MAKARNA LÜKS SAYILIYOR!

Üzerlerindeki kıyafetlerin hemen hepsi naylon karışımı. Bizdeki gibi pamuklu gömlekler, tişörtleri bilmiyor pek çoğu. Bu sıcakta yapış yapış giysilerle dolaşıyor insanlar.

Hele şeker, makarna gibi temel gıda maddelerini bulmanız neredeyse olanaksız. Fransa’dan gelen kesme şeker, altın değerinde.

Hükümet, son dönemde şeker ve makarna tesisleri kurmak için seferberlik başlatırmışçasına yatırımcı arayışına girişmiş.

Yemek yediğiniz yerlerde abartıp, ‘hijyen’i de aramayın sakın.

Ülke, dünyanın altıncı petrol ve doğalgaz üreticisi olmasına rağmen, halkın büyük bölümü ya elektriksiz ya da günde birkaç saat alabiliyor. İnsanları elektriğe kavuşturacak doğalgaz çevrim santralleri projesine milyarlarca dolarlık bütçe ayrıldığı, ancak başarısızlıkla sonuçlandığı ifade ediliyor.

Yani bunun anlamı tıpkı yoksulluk gibi, ‘yolsuzluk’ da almış başını gidiyor. Ağızları açık bırakacak şekildeki zenginliğin içinde, kelimenin tam anlamıyla büyük bir perişanlık yaşanıyor.

Caddelerde son model cipler, lüks araçların yanında, hurdalıktan çıkmış gibi zoraki yürüyen yüzlerce otomobil, kamyonet, otobüs var.

Trafik polisleri, çoğu yamulmuş demirden kulübelerinde zaman zaman keşmekeşe dönen trafiği yönlendirmeye çabalıyor.

Bir de korna sesi olmazsa olmazı sanki bu şehrin. Herkes anlamsız bir şekilde uzun uzun basıyor kornasına.

Renkleri ‘yeşil’ olan taksilere binen kadın ve erkeklerin ise, şoförün yanındaki koltuğa oturması da adetten gibi.

Çöpçü kadınlar, sapsız çalı süpürgeleri ile eğilerek süpürmeye çalışıyor kaldırım kenarlarını.

Yol boyunca ürünlerini yere koymuş sokak satıcıları var. Israrla bağırıyorlar.

Hediyelik eşya satan ‘bungalov’ tarzı dükkanların bulunduğu bir komplekse götürüyor Ebubekir bizi. Satıcıların çoğunun kadın olduğu bu sokak çarşısında son derece rahatız. Zira hiçbiri ısrarlı şekilde yapışmıyor yakamıza.

Hatta içlerinden bir tanesi her birimizi bir ürünün fiyatını sorduğumuz anda, yanındaki televizyondan gelen silah sesine dikkat kesiliyor ve satışı kesip, diziyi seyretmek için birkaç dakika izin istiyor. Kahkahalara boğuluyoruz.

Çok da eğlenceli insanlar. Dans sanki hayatlarının bir parçası. Hemen her yerde yaylanarak yürüyen, dans eden birilerini görmeniz mümkün.

TÜRKİYE'YE, "BİZİ KEŞFEDİN" ÇAĞRISI

 Yatırım Ajansı’nın sorumlusu, “Siz Türkler neden buraya yatırım yapmıyorsunuz?” diye soruyor. Hatta Türk işadamlarını davet için iki sene önce İstanbul’a gelmiş. “Her şey var burada” diyor. 5 – 6 saatlik bir mesafedeki potansiyelin Türklerce fark edilmediğini savunuyor.

Durum, gerçekten de dediği gibi. İngiltere, ABD ve Çin, Nijerya ile en fazla içli dışlı olan ülkelerin başında geliyor. Türkiye, ne yazık ki henüz keşfedememiş müthiş yer altı zenginlikleri bulunan bu ülkeyi.

Soluk alış verişimizi güçleştiren sıcak ve çok nemli bir havanın ardından, bardaktan boşanırcasına yeniden yağmur yağıyor Abuja’ya.

Başları sepetli kadınlar, bir elleriyle eteklerini tutarak koşuşturuyor sağa sola…

Rengi kırmızıya çalan topraklar, makyaj tazelemişçesine daha da bir belirginleşiyor, yeşil daha da canlı bir tona bürünüyor.

Kafamı kaldırıp, bulutlara bakıyorum. Sanki gökyüzü bu kadersizliğe ağlıyormuş gibi hüzünlendiriyor beni de.

Uçağın merdivenlerinden çıkarken, bir yandan vatanıma döneceğim için seviniyor, diğer taraftan bu sevinci yaşadığım için suçluluk hissiyle karışık bir üzüntüye kapılıyorum.

Büyük bir gürültüyle havalanıp, süzüldüğümüz semalardan son bir kez bakıyorum aşağılara.

Adaletsiz dünyanın, sömürü düzeninin, yaşanmamış hayatların kahpe sorumlularına iç geçiriyorum.

Ama elden bir şey gelmiyor işte…

Kendinize iyi bakın; sıcak kanlı, ‘kara’ bahtlı dostlarım. Dilerim ki en yakın zamanda ten renginizin tam aksi bir talih güler yüzünüze...


Yakında yine dünyanın bir köşesinden seslenebilmek umuduyla, siz de kendinize iyi bakın sevgili Kenthaber dostları.

Volkan ÖZSOY - Kenthaber - Abuja
Yayın Tarihi : 24 Temmuz 2010 Cumartesi 14:45:34
Güncelleme :25 Temmuz 2010 Pazar 14:23:39


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?