Yine unuttuk yaşananları...
Yine iteledik mutlaka göreceğimiz kabusu başka bir geceye...
Deprem ülkesi Türkiye, yine günübirlik şovlarla uyutuluyor....
Bizler hakikati görmeyi reddettikçe, birilerinin de işi daha da kolaylaşıyor.
Oysa ki daha dün gibi taze değil mi anılarımızda o travma?
Kumdan kaleler, milyon dolarlık karton kutularda günü kurtarmaya, “Oh bugünü de atlattık” diye kendimizi avutmaya devam ediyor muyuz?
Ediyoruz....
....
Geçtiğimiz günlerde, ünlü müteahhit Ali Ağaoğlu’nun, “İstanbul’da bir deprem olursa, ordu bile giremez, ölen şanslıdır” şeklindeki açıklaması gündeme oturdu, büyük tepki topladı.
Bilen, bilmeyen herkes köpürdü. Ağaoğlu’nun bu sözleri ağzından kaçırdığını sanıp....
Ama sonra unutulup gitti.
Bakın neler söylemişti Ağaoğlu:
“İstanbul’da yakın zamana kadar binaların çok büyük bölümü deniz kumuyla yapıldı. Kumları Marmara Denizi’nden demirleri hurdadan çektik. O zamanın şartlarında en iyi malzeme buydu. Sadece biz değil tüm firmalar aynı şeyi yapıyordu. “En lüks semtlerdeki o süslü püslü binalar için konuşuyorum; çoğu sadece tuğla üstünde duruyor, içleri gitmiş. 1970′li yıllar, sanayağ ve benzinin karneyle alındığı zamanlardı. İbrahim Tatlıses’in dediği gibi, Urfa’da Oxford vardı da okumadık mı? Yani o dönemde en iyi malzeme onlardı. Teknoloji yoktu, betonlar kürekle karıştırıldı. Sağdan sola en az beş kere karıştırılması gerekirdi. Beton işleri de Doğulu ekiplerin elindeydi. İşçilere laf da anlatamazdık. Bir kere çevirip bırakırlardı.”
BİNALAR İMAN KUVVETİ İLE AYAKTA
“...Yani kısaca kum kötü, malzeme kötü, işçilik kötü. Tüm firmalar böyle çalışıyordu. Belki karamsar bir tablo çiziyorum ama ilkokuldan bu yana işin içindeyim. İşin mutfağında yetişen biri olarak söylüyorum ki; mevcut yapı stoğunun yüzde 70′i deprem açısından güvenli değil. Binalar resmen iman kuvveti ile ayakta duruyor. Binaların 17 Ağustos’ta nasıl karton gibi yıkıldığını unutmamak lazım.”
İşte hal-i pür melalimiz....
Dediğim gibi, birçoğumuz iki gün sonra unuttuk bu sözleri de.
Kendi yaptığı binaların bile zamanında bu şekilde inşa edildiğini söylüyordu ünlü müteahhit.
Oysa ki sadece binalar mı?
Söylemeye dilim varmıyor ama, o binalara hangi yol, hangi köprü, hangi viyadükten geçip de ulaşacağız o kıyamet gününde...
Mesela, geçtiğimiz günlerde depreme karşı güçlendirme çalışması yapılan Mecidiyeköy Viyadüğü’nü görüntüledik.
Fotoğraflarda sizin de çok net bir şekilde gördüğünüz gibi, beton parçalarının içi midye kabuklarıyla dolu. Yani deniz kumu.
Ağaoğlu’nun İstanbul’daki binalarının yapımında kullanıldığını söylediği deniz kumu burada da kullanılmış...
Oysa ki bu kumun denizden çıktığı haliyle kullanılması mühendislik kurallarına aykırı. Bu kum, içinde balçık, midye kabuğu gibi organik maddeler barındırdığı ve tuzlu olduğu için beton içinde boşluk yaratıyor. Deniz kumu sadece betona zarar vermiyor, içinde boşluk yarattığı ve suyu geçirdiği için beton içindeki demiri de çürütüp korozyona yol açıyor. Böylece yapıların taşıma sistemleri de yok oluyor.
Kenthaber’in Mecidiyeköy’de yaptığı bu çalışmanın ardından Ağaoğlu’nu aradım. Kendisine, “Söz konusu viyadükten bahsedip, “İnanılır gibi değil ama, İstanbul’un kalbinin attığı orta yerindeki bu viyadük de deniz kumuyla yapılmış. Nasıl olur?” diye sordum.
Ağaoğlu, derdini tam olarak anlatamamaktan yakındı önce. “Ben uyarıyorum, ‘Ağaoğlu’ndan müthiş itiraf’ oluyor. Yahu kardeşim yakın zamana kadar yönetmelikte ‘deniz kumu kullanamazsınız’ diye bir madde yoktu ki... “
Yani devletin ilgili hiçbir kurumu, hiçbir siyasi iktidar bunu akıl edememiş. Vah halimize!
Ve şöyle devam ediyor Ağaoğlu:
“Bu dönemde denizden çekilen kumun yüzde 99’u inşaatlarda kullanılıyordu. Şimdinin en büyük armatörleri o dönem kumcuydu.. Yani üzerine basa basa söylüyorum; yasak bir iş değildi yapılan.”
MEVCUT İHALE SİSTEMİ BU PAHALI YAPARSAN HESAP VERİRSİN
Hemen ardından, “Hal böyleyse, biz kime güveneceğiz? Bırakın evi mevi, Hangi viyadük, hangi köprüden rahatça geçeceğiz?” diye soruyorum:
“Ne yazık ki, mevcut ihale sistemi bu” diyor Ağaoğlu. “Pahalıya verirsen, adama hesap sorarlar. Kimse ‘böyle bir işin metrekaresi 9 liraya yapılır mı?’ diye sormuyor. Yerel yönetimlerin acilen elini taşın altına koyması lazım” diye karşılık veriyor.
Bir realiteyi dile getiren bu ünlü müteahhidin sözlerine bizler yine popülizmle tepki verdik. Öyle ya, huyumuz kurusun; bir ‘günah keçisi’ bulduk mu, sorunu hemen halı altına itelemiş oluyoruz.
17 Ağustos depreminde de böyle olmadı mı? Hemen Veli Göçer’i tek suçlu ilan edip, adaletten önce vicdanlarda mahkum etmedik mi?
Oysa ki Ağaoğlu’nun söyledikleri bir uyarı. Bas bas bağırıyor adam. “Milyon dolarlar verip lüks semtlerde karton kutular üzerine oturuyorsunuz. Bunun suçlusu bizler değiliz sistem ama, suçlu aramak yerine bir an önce harekete geçelim” diyor.
Ve kaynağı kıt ülkemiz için de bir çözüm yolu öneriyor: “İstanbul’u özel sektöre verin, vakit geçirmeden yıkılıp yeniden yapılsın. Devlet de sadece sıkı bir kontrol uygulasın. Böylelikle sadece İstanbul’u bir kıyametten kurtarmakla kalmayıp, ekonominin lokomotifi inşaatı da canlandırmış olacağız. Yani krizden çıkışımızı da inşa edeceğiz.”
....
İşte durum bu. Açıkçası çok fazla umutlu değiliz yine. Çünkü biliyoruz ki bu yazı ve fotoğraflar da unutulup gidecek... Yine kafamızı sokup, “bugün de kabussuz bir gece geçirdik” diye avutacağız kendimizi kumdan kalelerimiz, milyon dolarlık karton kutularımızda...
(Aşağıdaki fotoğrafların tümü, geçtiğimiz günlerde, güçlendirme çalışması yapılan Mecidiyeköy Viyadüğü'ne ait. Fotoğraflarda, viyadüğün betonundaki midye kabukları açıkça görülüyor)
Fotoğraflar: Kaplan Taneroğlu
bu sektörün önde gelen ismi yapiyor aciklamayi ve tüyler ürperten bir aciklama.. daha ne söylenmeli de tedbir almaliyiz bilmiyorum.. kenthaber,i kutluyorum.. saygilar.
bizim insanımız işte bu kadarlık iş yapıyor
TÜRK İNSANI ÇALIŞKANDIR! ERKAN SEN TÜRK İNSANININ ABD İNSANIYLA MI KIYASLIYORSUN HA!