29
Nisan
2025
Salı
ANASAYFA

ŞEHİR MEYDANLARINA TERÖR EVLERİ MÜZESİ

HATIRLAMAK YADA UNUTMAK: İŞTE BÜTÜN MESELE BU

Çocuklarımız ülkelerinin tarihindeki utanılacak ve tekrarlanmaması gereken olaylardan haberdar değiller. Bugün birçok Avrupa ülkesinde şehirlerin ana meydanlarına dikilen hatırlatma anıtlarının, ‘terör evlerinin’ ülkemizde esamisi okunmuyor

İnsanlığın ileri gitmesi ile geçmişi hatırlamak arasında bir ilişki olabilir mi? Herhalde bu ilişkiyi en açık şekilde ortaya koyan cümle şudur: “Geçmişi hatırlamayanlar onu tekrar etmeye mahkûmdur”. 

Bu cümlenin yazarı olan George Santayana (1863-1952), İspanyol kökenli, ABD’de büyümüş, Harvard ve Oxford’da hocalık yapmış ve en nihayetinde Roma’ya yerleşip orada ölmüş bir filozof. 

Santayana’nın bu ünlü cümlesi 1905’te yayımladığı The Life of Reason or the Phases of Human Progress (Aklın Yaşamı ya da İnsan İlerlemesinin Evreleri) başlıklı beş ciltlik yapıtında (Cilt 1, s. 82) yer alıyor. Son derece önemli olduğunu düşündüğüm için, Santayana’nın bu ünlü cümleye varmadan önce söylediği birkaç cümleyi de Türkçeleştirdiğim haliyle burada aktarıyorum.

Şöyle diyor Santayana: “İlerleme, değişimden ziyade hatırda tutmaya bağlıdır. Değişim mutlak olduğunda, değerini artıracak bir benlik kalmaz ve olası değer artırmaya dair bir yönelim olmaz: Vahşilerde de olduğu gibi, deneyim akılda tutulmadıkça bebeklik bakidir. Geçmişi hatırlamayanlar onu tekrar etmeye mahkûmdur.”

Görüldüğü gibi Santayana, insanlığın ileri gitmesi, vahşilikten ve sürekli bebeklik halinden kurtulması için, boş sayfa açmaktan ziyade, geçmiş deneyimleri akılda tutmanın önemine işaret ediyor. İnsanlığın ilerlemesi ancak geçmişle değişimin birlikte yoğrulmasıyla mümkün oluyor. Unutma eylemi ilerlemenin önünde bir engel oluşturuyor. Türkiye’deki resmi tarih eğitimi açısından bakıldığında bunun ne denli önemli bir tespit olduğu çok açık. Bu noktada Almanya gibi hatırlayarak ilerleyen ya da Türkiye gibi unuttuğu için bir türlü bebeklikten kurtulamayan, iki ulus-devletin, resmi tarih anlayışları arasındaki farka bakmak anlamlı görünüyor.

Geçmiş ile hesaplaşma
Almanca ‘Vergangenheitsbewaltigung’ kelimesi geçmişle halleşmek/hesaplaşmak anlamına geliyor. Özellikle de Yahudilere Nazi döneminde uygulanan soykırımı hatırlamaya ve onunla hesaplaşmaya dair bir kavram olarak kullanılıyor. Geçmişle halleşmek Almanya’da resmi tarih anlayışının en önemli özelliği.

Öğrenciler, okullardaki müfredatın parçası olarak Nazi dönemini öğreniyor ve hatta bazen Nazilerin toplu katliam yaptığı toplama kamplarına götürülüyor ve üzerinde yaşadıkları topraklarda geçmişte uygulanmış olan şiddet politikaları ile tanışıyorlar. ll. Dünya Savaşı sona erdiğinde ve Almanya’daki toplu mezarlar açıldığında, Alman vatandaşları bu mezarlardan cesetleri kendi elleriyle çıkararak taşımışlardı. Geçmişle hesaplaşmaya da aslında bu noktada başlanmıştı.

1980’lerin ortalarında, bazı tarihçiler bu resmi tarih anlayışını sorgulamaya başladılar. Tartışmanın fitilini yakan yazıyı faşizm üzerine eserleriyle tanınan tarihçi Ernst Nolte kaleme aldı. Frankfurter Allgemeine Zeitung’da 1986’da yayımlanan bu yazının başlığı “Bir Türlü Geçmeyen Geçmiş” idi. Nolte bu yazıda Yahudi soykırımının 20. yüzyılın tek soykırımı olmadığını, Stalin’in uyguladığı soykırımlardan sonra ve Bolşeviklerle Yahudiler arasındaki yakınlığa bir tepki olarak ortaya çıktığını iddia etmişti. Nolte, Nazizmi Bolşevizme bir tepki şeklinde sunarak, Almanya’nın kültürel tarihinin derinliklerinde Nazi rejiminin izlerini aramanın gereksizliğini öne sürmüş ve daha da önemlisi Yahudi soykırımının 20. yüzyılın tek soykırımı olduğu düşüncesini sorgulamaya açmıştı.

Batı ve Doğu Almanya’nın birleşmesi ile Yahudi soykırımı etrafındaki sorgulama arttı ve geçmişle hesaplaşmaktan kurtulma isteği ve sürekli “suçlu” bir millet olarak algılanmaya karşı tepkiler dile getirilir oldu. Almanya’da 1990’ların başında öne çıkan birçok gazeteci, yazar, sanatçı, üniversite hocası, üzerlerinde Demokles’in kılıcı gibi asılı duran “pişmanlık kültürü”nden (Betroffenheitskultur) kurtulmak istediklerini söylemeye başladılar. Her siyasi konunun Nazi geçmişinin prizmasından görülmesine isyan etmeye başladılar.

1990’lar Almanya’sında Nolte ile onun karşısında yer alan ve hatırlamaya büyük önem veren Jürgen Habermas gibi tarihçilerin arasındaki tartışmalar gündemdeydi (Historikerstreit/Tarihçiler tartışması). Habermas, Nolte ile girdiği tartışmada Yahudi soykırımının sorgulanmasının onun sonuçlarının küçümsenmesini de beraberinde getirebileceğini vurgulamıştı. O dönemde Almanya’da yeni sağla ilişkilendirilen Nolte’ninkine benzer yaklaşımlar fazla dikiş tutturamadı. Almanya’da, hatırlamaya vurgu yapan görüşler geçerliliğini korumaya devam etti.

Soykırım anıtı ve terör evi
Almanya’da benzer tartışmaların bir uzantısı Berlin’deki Brandenburg Kapısı’nın hemen yakınındaki bir meydana inşa edilen Soykırım Anıtı etrafında koptu. Kimileri bu anıtın böylesine temel bir meydanda olmasını ve son derece devasa bir alanı kaplamasını eleştirdiler. Eleştirilerin arasında Nazi döneminin turistik bir meta haline getirilmesine duyulan tepkiler de vardı.

2005’te açılan ve resmi adı “Avrupa’nın Katledilmiş Yahudilerinin Anıtı” olan bu anıt, gayri resmi olarak hatırlatma anıtı anlamına gelen ‘mahnmal’ kelimesiyle anılıyor. Ancak, önemli olan şu ki, bugün etrafında kopan tüm tartışmaya ve bütün eleştirilere karşın bu anıt, Berlin’in -görmemenin olanaksız olduğu- bir meydanında bütün görkemi ile duruyor. Soykırımı hatırlatmak, Almanya’da bugün hâlâ etkin ve egemen olan anlayış. İnsan, acaba geçmişiyle böylesine detaylı bir şekilde hesaplaşmış bir millet daha var mıdır diye düşünmeden edemiyor.

Ama tabii örnekleri çoğaltmak mümkün. Budapeşte’de 2002 yılında açılan Terör Evi de benzeri bir kaygı ile tasarlanmış. ll. Dünya Savaşı sırasında Nazilerin ve sonrasında da Sovyet rejiminin gizli polis karargâhı olarak kullanılan binada bulunan Terör Evi müzesinde, her iki rejim sırasında bu binada öldürülen kurbanların fotoğraflarını ve kimlik bilgilerini görmek mümkün.

Üst katta bindiğiniz asansör insanı irkiltecek bir yavaşlıkta aşağıya doğru inerken, asansörün duvarındaki ekranda kurbanların nasıl öldürüldüklerini sakin sakin anlatan bir kişinin görüntüsü beliriyor. Bu şekilde inilen ve hücrelerin yer aldığı bodrum katta, öldürme eylemlerine katılmış olan ve bazıları bugün hâlâ hayatta olan işbirlikçi görevlilerin isimleri ve fotoğrafları var. Budapeşte’deki Terör Evi, olanca haşmetiyle, binanın çatısındaki panellerde kocaman yazan “terör” kelimesi ile orada duruyor, durabiliyor ve insanlar da orayı ziyaret edebiliyorlar. Çünkü belli ki bu ülkede de insanlığın hatırlamak yoluyla ilerleyebileceği düşüncesi egemen olan anlayışı yansıtıyor.

Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu da benzer bir örnek olarak verilebilir. Bu komisyon 1995’te, kurbanların ve onları kurban edenlerin öykülerinin açığa çıkması ve paylaşılmasının ırkçı rejimden demokrasiye geçişi kolaylaştıracağı düşüncesi ile kurulmuştu.

Hep, daima ve sadece gurur
Evet, hatırlamak ve ilerlemek... İkisi arasındaki ilişki bence çok açık. Geçmiş ile ancak anlatarak ve anlatılanların paylaşılması yoluyla hesaplaşılıyor. Bugün Türkiye’de böyle sözlü tarih çalışmaları var. Ancak bugün hâlâ, çocuklarımızın ilköğretim okullarında okuduğu kitaplarda kendileriyle sadece gurur duymalarına yapılan vurgu ağır basıyor.

Çocuklarımız ülkelerinin tarihindeki utanılacak ve tekrarlanmaması gereken olaylardan haberdar değiller. Bugün birçok Avrupa ülkesinde şehirlerin ana meydanlarına dikilen hatırlatma anıtlarının, “terör evlerinin” ülkemizde esamisi okunmuyor. Hep, daima ve sadece gururlu olmaya önem veriliyor; çocuklarımız da bunu böyle öğrenmeye devam ediyorlar.

Oysa aklı olan biliyor ki insan olmanın içinde utanmak da vardır, pişmanlık duygusuna da biraz olsun aşina olmak gerekir. Sadece gurur duyarak ancak duyarsız olunur. Olmayan bir geçmiş ve belirsiz bir gelecek arasında kalınca doğal olarak unutmak yüceltilir ve “unutmak için” içilir. Şaşkın bir gurur içinde ne geçmiş ne gelecek önemlidir, aksine, şimdi ve hemen “vur patlasın çal oynasın” tavrıyla kendinden geçilir. Geçmişin utandıran dönemlerine ışık tutanlara vatan haini muamelesi yapılır. “İyi ki bunları yapmışız” türünden demeçler verilir.

Gurur palazlanır, utanç ve pişmanlık gizlenir. Meydanlar, gururu simgeleyen anıtlarla ve bayraklarla doldurulur ama birlikte yaşadığımız insanlara geçmişte bu topraklarda yapılmış olan zulmü “hatırlatmaya dair” anıtlara pek yer yoktur. Çünkü Türkiye’de egemen olan anlayış “unutmak”tır. Oysa Santayana’nın söylediği gibi insanlığın ilerlemesi için hatırlamak gerekir. Gururun yanı sıra utançtan da payını almanın ve hatırlayarak ilerlemenin zamanı çoktan geldi geçiyor. Tekilleşme, homojenleşme değil de çeşitlilik yönüne çarkettiğimizde daha insani olacağız.

Ayşe Kadıoğlu - Radikal
Yayın Tarihi : 30 Kasım 2008 Pazar 19:00:04
Güncelleme :30 Kasım 2008 Pazar 19:49:27


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?