Onun kadim dostları masalardı
Aksam hava kararıp, el ayak çekildiği zamanlarda, o koskoca plazada, dinlenmeye çekilen ve sabahın ilk ışıkları ile yine yorucu bir mesaiye başlayacak olan masaları silmekti görevi...
Konuşurdu onlarla... Her masanın bir ismi vardı onun için....Ama kimse duymazdı...
Zaten masalarda sır küpüydü...Onun hakkında tek şey anlatmazlardı kimseye; hatta birbirlerine bile...
Yassı kafasındaki çoğu dökülmüş saçlarından geriye kalanların da, her biri bir tarafta darmadağındı...
Feri kaçmış gözlerini masalara diker, hiçbir evrakı yerinden oynatmadan, itinayla silmeye başlardı her akşam yeniden...
Her masanın sahibini gıyabında tanırdı...Sigara içeni, içmeyeni, kadın veya erkek olduğunu, masa üzerindeki resimlerden, kimin kaç çocuğu olduğunu en iyi o bilirdi...
Bir akşam, her zaman yerinde görmeye alıştığı kül tablasını göremedi mi, telaşa kapılır, bütün katta arardı...
Bazen, masaların birinde mesaiye kalmış birini gördü mü, heyecanla, “Selaemunaleygum, golay gessiğn” derdi, kendine özgü şivesiyle...
Hele ki, karşı taraftan “Sağol, sana da kolay gelsin” karşılığını aldı mı, dünyalar onun olur, “Seğn sagol beyyim” diye heyecanla karşılık verirdi...
Mühim insanlardı şu okumuş, yazmış tayfası... Memleket, onların sayesinde ayakta duruyordu. Hem, onlar olmasa bu bina olmaz, dolayısıyla bu masalarda olmazdı...
***
Dışarıda fırtına vardı...Ama içerisi öyle sıcak, öyle sessiz ve huzur vericiydi ki; yemek de güzeldi bugün...Hem de 4 çeşit... Kaç kişinin eline geçerdi böylesi bir fırsat ? Şanslıydı, çok şanslıydı hem de...
Sürekli şükür ederdi...Hiç sorgulamazdı kendisine bu hayatı reva görenleri, geleceğini... Ona göre sorgulamak, yargılamak onun haddini aşardı...Öğretmemişlerdi ona sorgulamayı, hesap sormayı...Karnı doyuyor, sigortası ödeniyor, aybaşı geldimi, üç kuruş da olsa maaşını sayıyorlardı ya eline...Allah devlete, millete zeval vermesin di...
Bazen, plazanın restoranında artan yemekleri de, poşete koyup, evde öndeki eksik dişleri, bembeyaz olmuş saçları ve artık iyice buruşmuş suratıyla kendisini bekleyen karısına götürürken, kuş olur uçardı adeta yollarda...
Hiç ağlamamıştı kendini bildi bileli...Karamsarlık onun hayatında bilmediği bir duyguydu...Hayatında bir dert ortağı, her şeyini paylaşacağı bir arkadaşının olmamasını da kafasına takmıyordu...Masalar vardı ya, onlar arkadaşın kralıydı...
Fakat masalara da anlatacağı pek fazla bir hikayesi yoktu aslında...Geçmişi, öyle anlatılmaya değer anekdotlarla dolu değildi...
Kızardı arada bir onlara...Çay bardaklarının bıraktığı izleri çıkarmakta zorlandığı zamanlarda, hışımla çıkışırdı...İşi bittiği zaman geriye çekilir, şöyle bir bakardı hepsine gururla. Tabi ama emeği vardı hepsinin üzerinde değil mi...
***
Ama bir akşamüstü, yine işe geldiğinde, gördükleri karşısında başından aşağıya kaynar sular dökülmüştü sanki!..
Masalar taşınıyordu!...
Yıllarca kendisine o ulu plazanın sessiz akşamlarında arkadaşlık etmiş kadim dostları, can arkadaşları masalar, hoyratça kendilerini kaldırıp kamyonlara yükleyen yabancı ellerdeydi...
Panikle yakasına yapışarak, ne olduğunu sordu en yakınındaki taşıyıcıya...
“Baa zorma, şef bili...” diye cevapladı taşıyıcı...
Rüzgar gibi koştu taşıyıcı şefinin yanına ve aklına gelen şeyi söylememesini isteyen bir surat ifadesiyle, yalvarır gibi sordu.
“Bilmiyon mu griz var melmekettee ? Şirget iflaz mı ne etmiş gurban, boşaldıyolarr şirgeti; panga el gomuş, heczetmişler eşyaları da” cevabıyla olduğu yere çöktü...
O sırada, işten çıkış tebligatını kendisine uzatmak için omzuna dokunan memurun suratına, bir kez baktı sadece...Umarsızca baktı ve hemen kafasını tekrar öne indirdi. Memurun elinden aldığı zarfı da hiç açmadı...
Ağlıyordu temizlikçi...
Hayatında ilk kez çocuklar gibi, hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ağlıyordu...
Onunla aynı kaderi yaşayan, ya da yaşamış olan binlercesinden biriydi sadece... Ama ona sorarsanız, o tekti...
Yalnız başınaydı şimdi; kimsesiz, biçare ve ayak basabileceği bir kara parçasından umudu kesmiş bir halde o umutsuzluk denizinin uçsuz bucaksızlarındaydı....
Bu kahrolasıcalar, şirketi değil, onun hayatını iflas ettirmiş, onun hayatını haczetmişlerdi...
Neden çok görmüşlerdi buncağız mutluluğu onun gibi bir zavallıya ?
Göğsünde dayanılmaz bir ağrıyla, nefes almaya çalıştı, son bir kez direnmeye çalıştı aslında kendine hiç gülmemiş hayata...
Yapamadı....Başaramadı temizlikçi!...
Yığılıp kaldı, henüz taşınmamış arkadaşlarından birinin ayaklarının dibine...
Kimsenin haberi olmadan yaşadığı gibi çekip gitti hayattan...
***
Aynı anda hayat tüm hızıyla devam ediyordu, temizlikçinin ölümüne sebep olanlar için...Yaşamı boyunca onun kanını emerek beslenenler için...Hayat devam ediyordu, ülkeyi soyup, fakr-u zaruret içinde bırakanlar için...Devam ediyordu hayat, ona adam gibi bir ölümü bile çok görenler için...Hem de hiç hızını kesmeden...