İstanbul halkı, artan trafik sorununa, Dubai Kuleleri başta olmak üzere Arap sermayesine, kazılan yollara, Büyükşehir Belediyesi'nde yaşanan 'başkanvekili' krizine dikkat kesilmişken, ben de, bir dönem en çok tartışılan, fakat şimdilerde ne yaptığı pek bilinmeyen eski bir siyasetçiye mikrofon uzattım...
Evet bu hafta İstanbul'a bir dönem damgasını vurmuş eski Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'nın konuğuydum. Son derece sıcak bir atmosferde geçen bu hafta sonu sohbetimizde bakın neler çıktı ortaya:
-Ali Müfit Gürtuna’nın belediyecilik serüveni nasıl başladı?
Bu aslında çok isteyerek seçtiğim bir yol değildi. Ben, Türkiye’deki çeşitli konulara ilgi duyan, araştırmalar yapan ve politikaya kendini hazırlayan biriydim. Ancak, 1983 yılında ANAP kurulurken siyaset teklifi almama rağmen, yine de şahsi şartlarımın uygun olmadığını düşünerek, bu teklifi kabul etmedim. -Ne iş yapıyordunuz o yıllarda?
80 öncesi gazetecilik yapıyordum. Çekirdekten yetişme bir gazeteciyim ben. Foto muhabirliği, spor muhabirliği, kültür sanat muhabirliği, TRT haber merkezi ve sonrasında da TRT parlemento muhabirliği yaptım. Bu arada da Hukuk Fakültesi’ni bitirdim.
-Neden bıraktınız gazeteciliği ?
Bitirdiğim fakülte için staj yapmam gerekiyordu. Bu yüzden ‘biraz ara vereyim’ dedim ama, daha sonra ailemin de isteğiyle ticarete başlayınca, bir daha da geri dönemedim.
-Peki gelelim siyasete ve ANAP’ın teklifine... Size kim yaptı bu teklifi?
Rahmetli Turgut Özal yaptı. Ankara’da benim yakından tanıdığım ve ‘Turgut Abi’ diye hitap ettiğim bir dostumdu kendisi. Ancak o yıllar, siyasetin çok hareketli olduğu yıllardı. Örneğin Hasan Celal Güzel’in de böyle bir düşüncesi vardı. Arkadaş çevremizle oturup, teklifleri detaylı olarak konuştuk ve kurucu olmamakla birlikte, ANAP’a destek vereceğimizi bildirdik. Fakat daha sonraları başta İstanbul olmak üzere, ilçelerin teşkilatlanmasında aktif olarak görev yaptık. Benden, milletvekili adayı, ilçe belediye başkan adayı olmam istendi. Ancak olmadı. Daha sonra da gıyabımda, adımı İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis Üyeliği’ne yazmışlar...
"BİR KİTAP RÜYAM OLDU" -Buna tepkiniz ne oldu?
‘Arkadaşlar, ben belediye işlerinden hiç anlamam. Niye yazıyorsunuz benim adımı?’ dedim. Onlar da, ‘merak etme, bu çok kolay öğreneceğin bir iş’ cevabı verdiler.
-Peki bu gerçekten böyle kolay öğrenilen bir iş mi?
Tabi ki değil. Fakat, geçmişimin gazeteci olması, okumayı sevmem, araştırmacı olmam, kolay algılamamı sağladı. Ancak daha da önemlisi, lise yıllarında Balzac’ın, ‘Köy Doktoru’ kitabını okumuştum. Bu kitap benim rüyalarıma girmeye başladı. Bir köyü alıp, çok modern bir şehir haline getirmek gibi bir idealim vardı. Ama bunun belediyecilikle değil de, siyasetle olabileceğini sanıyordum. Yani bana göre bunu ancak bir devlet adamı yapabilirdi. Demek ki, bu yol kaderimizde varmış... Bir de ben yaptığım her işin en iyisini yapmak isteyen biriyim. Belediye içinde hemen her kademede aldığım görevleri çok iyi öğrenmeye ve sindire sindire yapmaya çalıştım. Örneğin ihale mevzuatı konusunda kurslar aldım. Tabir yerindeyse, tam çekirdeğinden başlayarak belediyeci oldum. -Belediye içinde bu hemen her kademede aldığınız görevler sürecinde, ‘bir gün bu başkan koltuğunda ben oturacağım’ diye düşündünüz mü?
Çok önceleri düşünmüyordum açıkçası. Ama, birgün siyasette ve devlet adamlığında önemli görevler yapacağım şeklinde içimde bir his hep vardı. Bunun için de, teoride ve pratikte altyapımı bu inançla çok iyi hazırladım ve inanın bunun için çok emek verdim. Hiç unutmam, İstanbul’da seçimleri 18 Nisan 1999’da kazanıp, 26 Nisan’da mazbata aldım. 27 Nisan Salı günü, Gaziosmanpaşa alt geçit, üst geçit ve çevre yollarını düzenleme projesinin temelini attık. İşte bu yılların birikiminin bir ürünüdür. Yani, ‘önce koltuğa oturayım da, sonra öğrenir, birşeyler yaparım’ demedim ben.
-Şimdi gelelim, R. Tayyip Erdoğan’la ‘beraber yürümeye’ başladığınız ve şu meşhur şarkıyla anılan yıllara...O yollarda yürümeye ne zaman başladınız?
1994 seçimleri için, Sayın Erdoğan, İstanbul belediye başkanlığına aday olmak ve bu konuda da birikimlerimizden faydalanmak istediğini söyledi. Daha sonra sıkça aile ziyaretleri vs başladı. Ancak ben, ANAP’tan ayrıldıktan, daha doğrusu partiden bizim kaydımızı silmelerinden sonra, siyasetten soğumuştum. Sonra şunu düşündüm: Benden, İstanbul adına bir yardım isteniyorsa geri kalmamalıydım ve teklifi kabul ettim. Çok ilginçtir, 84’te olduğu gibi, 10 yıl sonra, yani 1994’te de gıyabımda belediye meclis üyeliğine adımın yazıldığını öğrendim. Seçimler oldu, Tayyip Bey Refah Partisi’nden belediye başkanı, ben de yeniden belediye meclis üyesi oldum. Daha sonra da O’nun cezaevinde olduğu dönemde başkanvekilliği görevine getirildim. -R. Tayyip Erdoğan’ın cezaevine girmeden önce, en yakınındaki ve güvendiği isim Ali Müfit Gürtuna mıydı?
En yakınındaki isim olduğumu söyleyebilirim ama, ‘en güvendiği’ isim cevabını bence O’nun vermesi gerekli. Ancak, vekil olarak tercihini benden yana kullandıysa, bir güven olduğu muhakkaktır.
-Daha sonra, başkan adayı olmayı partinin yetkili isimlerine siz mi teklif ettiniz?
Hayır hayır... Benim gidip, de, ‘bu işe ben talibim, beni aday gösterin’ diye bir talebim olmadı. Ancak, toplantılarda, sohbetlerde beni daha iyi tanımaya, projelerime ilgi göstermeye başladılar. Örneğin bunlardan biri, ‘2023 Vizyonu’dur. İşte bunlar beni öncelikle aday konumuna getirdi.
"AKP'YE İNANMADIM"
-Tekrar gelelim şu yollara... O yollar nasıl ve ne zaman ayrılmaya başladı. Bunu ilk ne zaman hissettiniz?
Aslında yolların ayrılması diye bir şey yok. Yani bu ilişki bu tür kavramlara sığacak şekilde değil. Biz Tayyip Bey’in cezaevi sürecinde ve sonrasında sık sık birlikte olduk. Ama daha sonra, O’nun bir yeni bir parti oluşumunda (AKP) yer almak istemedim.
-Teklif geldi mi?
Evet...
-Kendisinden mi?
Yani, direkt, endirekt teklifler geldi diyebilirim...
-Neden kabul etmediniz?
Bunun kendime göre, açıklayabileceğim ve açıklayamayacağım sebepleri var. Bunları açıklayıp da, uzun yıllar birlikte olduğum bir insanı rencide etmek istemiyorum. -Ama insanlar merak ediyor
Peki. Bana göre, AKP’nin toplumun her kesimini kucaklayacak bir yapılanma, bir program, bir vizyonu yoktu. Ha, aynı yıllarda Saadet Partisi’nin de dışında kalmayı tercih ettim. Ayrıca, detaya girmeyeyim ama, hem Fazilet, hem Refah Partisi döneminde gördüğüm, yaşadığım birçok olay beni bazı şeyleri düşünmeye sevketti. Bu gördüğüm eksiklikleri, ya da yanlışları da, hiç medyaya yansıtmadan, onlara samimiyetle ifade ettim. Türkiye’de yapılacak siyasetin artık reel bir tabana oturması gerektiğini anlattım kendilerine.
-3 Kasım seçimlerinde AKP’nin sandıktan tek başına çıktığında şaşırdınız mı?
Bana göre, bu çok da fazla sürpriz değildi. Çünkü bu kadar hata yapan önceki hükümet, AKP’ye iyi bir zemin hazırladı. İnsanlar, artık kirlenmiş siyaset istemiyordu. Bence tek sebep budur. AKP’ye oy verenlerin 10 binde biri bile bu partinin programını okuyarak oy vermiş değildir. -Peki siz AKP’nin seçimlerde böylesine başarılı olacağını sezemediniz mi?
Benim ölçüm seçimlerde başarılı olmak değildir. Ben 1993’te davetlere icabet ettiğim zaman, kim derdi ki ‘Refah Partisi İstanbul’da seçim kazanacak’ Benim ölçüm, partinin kazanması, ya da kaybetmesi üzerine değildir. O siyasi oluşumun ilkesi olmalıdır. ‘AKP için, ‘bir önceki iktadarın programını yürüterek meyvelerini yiyor’ deniliyor. Aslında ortada bir meyve de yok.
PERŞEMBEPAZARI, İÇİMDE UKDE KALDI
-İstanbul için yaptığınız en önemli icraat nedir?
Barış... Ben bu şehre barış getirdiğime inanıyorum. Göreve gelir gelmez, ‘İstanbul halkı kardeştir ve ayrıt edilmeden kucaklanacaktır’ dedim. Ayrıca kanunen gizli olan ihaleleri şeffah hale getirdim. Ben, İstanbul’un imkanlarının, dağıtıldığı ‘encümene’ gazeteci sokan ilk başkanım. Yapılan yüzlerce ihalede, bir kişi çıkıp da, ‘benim hakkım yendi’ dememiş, aksine, kaybedenler bile gelip, ‘adaletiniz için teşekkür ederiz’ demiştir. Fiziki projelere gelince; biz, İstanbul’un altyapı sorununu büyük bir ölçüde çözdük. Yüzlerce kavşak yaptık. Şehrin her tarafına, su, doğalgaz götürdük. Yeşillendirmede dünya rekoru kırdık...
-Ya yapamadıklarınız ?
(Yüzünde acı bir ifade oluşuyor) Aslında İstanbul’un en büyük sorunu, sahipsizlik değil, çok sahiplilik. Bu şehir, yedi kocalı hürmüz. Bir iş yapacaksınız, 50 yerden izin almanız lazım. Örneğin bir Perşembepazarı içimde ukdedir. Her Eminönü’nden Karaköy’e geçişimde, çürük diş gibi duran o görüntü yüreğimi sızlatır. Orasını yıkmadan, sinema, tiyatro, el sanatları, balık tutma alanları, kafeleri, apart otelleriyle, dünyanın önemli bir kültür merkezi haline getirecektim. Her bir bina, inci gibi restore edilerek, bir sanat dalına tahsis edilecekti. Olmadı, bürokrasi çok oyaladı ve hukuki süreç yetmedi. -Yerel seçimler yaklaşırken, o dönemde Beyoğlu Belediye Başkanı olan Kadir Topbaş, basına verdiği demeçte; ‘Kimse halkı kandırmasın, bu projelerin hepsi, Tayyip Bey’in projeleridir’ demişti. Bu doğru mu?
O arkadaş, bazı şeyleri bilmediğini daha sonradan itiraf etti. Mesela deprem konusunu bile algılamadan, gelişigüzel beyanatlar verdi. Benim projelerime herkes şahittir. Benden önceki başkanların yarım kalmış projelerini de alıp masaya yatırdım. Bunlarla ilgili derin araştırmalar yaptık, dünyayı dolaştık, örnekler gördük, inceledik. Vizyon oluşurduk. En derin sorunlara indik. Bir yandan sokakta lağım akarken, bir yandan da, ‘dünya lideri İstanbul’ diyerek kimseyi inandıramazsınız.
BUNLAR PORTAKAL BİLE SOYAMAZ!
-Koltuktan kalkma vakti geldiğini anladığınızda neler hissettiniz. Buna samimi bir cevap istiyorum. Üzüldünüz mü?
Bu takdir-i ilahi. Bakın ben İstanbul’un ordinaryüsüyüm. Her sorununu çok iyi biliyorum bu şehrin. ‘keşke bir dönem daha kalsaydım ve her sorunu bitirseydim’ diye düşünüp üzülmüşümdür. Eğer bir dönemim daha olsaydı, İstanbul’u kanat takıp uçururdum.
-Sizce İstanbul şu an iyi yönetiliyor mu?
Bir şairin dediği gibi; ‘adam var soyar çiğ yumurtayı, adam var portakalı soyamaz.’ İstanbul, portakal bile soyamayacak ellere emanet edildi. İstanbul’un şu andaki durumu budur. Bizler bütün altyapıyı tamamladık. Onlara sadece üste cila atmak kaldı. Ama bunlar onu bile ellerine, yüzlerine bulaştırdı. Hatta bizim dönemimizden kat kat daha fazla paraları geliyor. Hükümet hiç bir isteklerine ‘hayır’ demiyor. Ben neler çektim biliyor musunuz bundan önceki hükümet döneminde? Tayinlerimizi durdurdular, paralarımızı kestiler, teminat mektubu bile vermediler, İstanbul’a zulmettiler. Ama bu bir vebaldi ve bu vebal önceki hükümeti götürdü. Bunların da ayaklarına dolanacak. Çünkü, ‘bu benim adamım’ zihniyetiyle ehil olmayan ellere işi tevdi ettiler. Şimdi orada bu işi çok iyi bilen kişiler, hakarete uğruyor, azarlanıyor, küfrediliyor, ayrılmaya mecbur bırakılıyor...Zaten kendilerinin de bir planları, bir projeleri, bir ekip ruhları yok. Birbirlerine düşmüş vaziyetteler.
YABANCI SERMAYE BAHANE, RANT ŞAHANE -Gelelim gündemi oluşturan Dubai Kuleleri’ne... Siz buna izin verir miydiniz?
Ben zamanında vermedim ki...Bu araziler, İstanbul’un değil, dünyanın en kıymetli arazileridir. Yüzde 20 bir oranla paylaşılacak bu Dubai yatırımı. Allah aşkına gidin İstanbul’un kenar bir semtine. Oralarda bile, bir arsayı yüzde 40-50 ile alamıyorsunuz. Bu nasıl bir pazarlıktır. Kimseye anlatamazsınız bunu. Ne kadar güzel. Birkaç milyon dolara yapacağınız işten, birkaç milyar dolar para kazanacak ve çekip gideceksiniz. Niye Dubaili yatırımcı istemesin ki, herkes ister böyle tatlı bir rantı. Sonra’da, ‘ben Dubaili’ye bina yaptırıp, yabancı sermaye çekiyorum’ diyorsunuz. Bu tek kelimeyle göz boyamadır. Dubaililer’in istediği yerlerden biri olan Yedikule Gazhanesi’ni de benden, bir zamanlar‘otel yapacağız’ diye istediler. Ama ben burayı Müzeler Kompleksi olarak ayırdım ve vermedim. Lütfen söyler misiniz, dünyanın en önemli tarih şehrinde müze yapacak bir yer var mı? Şehir Müzesi şu an perişan vaziyette gidin görün o içler acısı halini...
"BÜYÜK HARFLERLE YAZIN; İSTANBUL ÇÖKÜYOR!"
-İstanbul’un geleceğini nasıl görüyorsunuz?
İnanın bugün İstanbul’da bir facia yaşanıyor. İstanbul çöküyor. Bu şehri bir daha kazanamamak üzere kaybediyoruz. Ne olursunuz bunu büyük harflerle yazın. Yıllardır gözüm gibi koruduğum boş alanlar yapılaşmaya açıldı. Nüfus da çok yakın bir tarihte 20 milyonu geçecek ve nefes alacak yer kalmayacak. Ben, birçok tehdite, şantaja, vaatlere rağmen boş alanları korudum. Ama buralar şimdi imara açıldı. Ortada büyük bir rant dönüyor. Kim alıyor bunun rantını? Eğer bu nesil, yaşadığı şehri korumak için birşeyler yapmazsa, tarih affetmeyecek. Bugünkü trafik yükünün 4-5 kat daha arttığını düşünün. Nasıl yaşanır? İstanbul, Yeni Delhi gibi, Karachi, Kahire gibi 20 milyon insanın yaşadığı, ama fakir-fukaralığın had safhada olduğu bir şehir olacak. Ondan sonra, bırakın dışarıdan yabancı sermaye gelmesini, yaşayanlar terkedecek burayı. Benim bir hayalim vardı. Seyrantepe’yi, dünyanın en önemli merkezlerini getirerek, bir Finans Merkezi yapacaktım. Maalesef sürem yetmedi. Yakın bir zaman önce birgün ofisime gelip, gazeteyi açınca şok oldum. Burası Toplu Konut’a devredilmişti. O günü hayatım boyunca unutmayacağım. Böylesine bir vizyon düşüklüğü kabul edilemez.
KADIKÖY'DEKİ CAMİ ALANLARINI SATTILAR!
-Ya Göztepe'ye cami tartışmaları?
Kimse, herhalde benim camiye karşı olduğumu söylemez. Ama bu ibadethaneler ihtiyaç varsa yapılır. Buradaki problem vicdanidir. Bir kere bu gündemin daha çıkışında sakatlık var. Siz, Kadıköy bölgesindeki planlarda cami için ayrılan yerleri akaryakıt istasyonuna çevirecek, konuta açacaksınız, Göztepe Parkı’na hemen çok yakın mesafede bulunan inci değerindeki arazileri kat karşılığı yakınlarınıza vereceksiniz, sonra da şehir insanının en doğal ihtiyacı olan parka cami yapmaya kalkacaksınız. Bu nasıl vicdan?
BİRGÜN KARŞIMA GELECEKLER!
-Güvendiğiniz dostlarınızın sizi yarı yolda bıraktığını düşünüyor musunuz?
İnsanın hayatında bir dostları vardır; bir de dost zannettikleri. Ancak gerçek dostlarım beni asla terketmedi. Hele ki düşünün, şu an bir görevde değilim, üniformam yok. Buna rağmen, ‘dost’ olanlar hala yanımda. Ama şunun altını çizerek söylüyorum ki, o sahte dostlar da birgün yine karşıma gelecek.
-Peki kabul görecekler mi?
Ne demek istediğim o cümlede saklı. Anlayan anlar.
-Ali Müfit Gürtuna şimdi ne yapıyor ?
Yeni bir oluşum var. Adı, Turkuaz Hareketi. Bunu başlattık. Çünkü, buna mecburdum. Tarihin en büyük milleti, şu anda her tarafı yara bere içinde inliyor. Bu atmosfer içinde bir kenara çekilemezdim. Çalışma grupları, beyin takımları oluşturduk. Gece-gündüz çalışıyoruz. İstanbul için düşündüğümüz ‘2023 Vizyonu’nu bu kez Türkiye için yaratma idealindeyiz.
-Bu yeni bir siyasi parti anlamına mı geliyor?
Evet ama, bugünkü siyasi parti anlayışıyla olmayacak. Toplumun her kesimini kapsayacak. Hedefe yürüyeceğiz. Slogan değil, iş üreteceğiz. Din, mezhep, yörecilik olmayacak. Çıkar peşinde, koltuk peşinde koşanlar değil, ülkesine gerçekten sahip çıkacak memleket evlatlarının işbaşına gelmesinin önünü açmaya çalışıyoruz.
-Bunun resmi ilanı ne zaman olacak?
Sanıyorum 2-3 ay içinde ortaya çıkar.
-Neden böyle bir oluşum yerine, Erkan Mumcu ile hareket ederek, eski partiniz ANAP’ı yeniden düşünmediniz?
Bana Nesrin Nas’dan sonra ANAP Genel Başkanlığı’nı da teklif ettiler. Yani sadece Sayın Mumcu değil.
-Ama o zaman ANAP’ın içi çok boştu ve doğrusu kimse bu yükün altına girmek istemiyordu.
Yine içinde bir şey yok ki. Bana gelip teklif ettiklerinde, eski partim olmasi hasebiyle araştırdım. Ama bunun ancak çok ciddi bir yapı değişikliği ile mümkün olabileceğini gördüm. Fakat o yapı değişikliğini de, partinin şu anki mevcut yönetimi kabul etmedi.
-Peki tamamen kapandı mı ANAP dosyası?
Kesinlikle evet.
-Geriye dönüp baktığınızda, ‘ya keşke şurada şu hatayı yapmasaydım!’ diyor musunuz?
Belki bireysel anlamda olmuştur. Siyasal anlamda ise, ben yaptığım için çok yüce bir görev olduğuna inandım ve halkın da, hakkın da hep yardımını gördüm. Hiç bir zaman beni huzursuz edecek bir olayın içinde olmadım.
-Sizin romantik bir yapınız olduğunu söylüyorlar. Eski belediye başkanı, yeniden siyasetçi Ali Müfit Gürtuna, ‘siyasetçilerin de en romantiği’ olacak diyebilir miyiz?
(Gülüyor...) Duygulu olmakla, duygusal olmak farklı şeyler. Duygusal olmak, insanın duygularına esir olarak savrulup gitmesidir. Duygulu olmaksa, insani ilişkileri yoğun yaşamak, ama aynı zamanda da aklı da kullanmaktır. İşte ben duygulu olmaktan çok hoşlanırım. Bir küçük fidanın yan yattığını görüp, makam aracımı durdurarak, onu düzelttiğim çok olmuştur. Ben insanın duygulu ve adam gibi yaşaması gerektiğine inanırım
Röportaj: Volkan Özsoy - Fotoğraflar: Kaplan Taneroğlu