SOL ÇIKIŞINI ARIYOR
Türkiye sola susamış vaziyette. Burada bizim yapmamız gereken, AKP'nin netliğine, ideolojisine karşı aynı netlikte cevap verebilecek sosyal demokrat bir yapılanmadır. CHP bugünkü anlayışıyla o ihtiyacı karşılamaktan uzak görünüyor. Aldığı oy yüzde 18-20 arasında donmuş durumda. Oysa solun Türkiye potansiyeli en az yüzde 40'larda
Başlarken
Bu tartışmaya siz de katılın!
Sol cephede gözle görülür bir hareketlilik, tartışma, birikmiş öfke, enerji, ama daha önemlisi ciddi bir yenilenme arzusu var. Aleviler, ÖDP'liler, işçiler sokakta, akademisyenler bile çekildikleri yerden çıkmış, yeni projeler peşinde. Sosyal demokrat dernekler, vakıflar izlemede. Belli ki bu arayışı doğru kanala akıtan grup, merkez solu kazanacak.
Aslına bakarsanız solcular AKP'ye bir teşekkür borçlu. Çünkü gördük ki solu bunca yıl sonra asıl aşka getiren yoğun bir "AKP'den kurtulma" duygusu. Neredeyse tüm konuştuklarımız ve üstelik sık sık "AKP'den kurtulma" ifadesini kullandı, ama bize göre AKP'liler bundan hiç alınmasın. Neticede hem kartopu gibi büyüyen tepkiyi doğru okumaları için bir fırsattır, hem de tepkinin demokratik yollardan açığa çıkması, (eğer hala kaldıysa) yasadışı heveslerin yaşam alanını iyice daraltacaktır. Yani o klasik replik: "Böylesi herkes için daha iyi."
Bizim anladığımız Mart 2009 tarihi, tüm Türkiye için olduğu kadar CHP için de bir dönüm noktası olacak. Çünkü eğer İstanbul, Ankara bir seçim daha kaybedilirse sol taban ya CHP'yi değişime zorlamaya, ya da artık ondan vazgeçmeye hazır.
Belki de bunu en başta söylemeliydik, çünkü bir kez daha gördük ki solun asıl derdi hâlâ 12 Eylül 1980. Sol, 12 Eylül'de yönü değiştirilen tarihini AKP'nin yeterli bulduğu kadar değil, kendi istediği kadar düzeltmeye 28 yıl sonra dahi kararlı.
Peki nasıl? CHP markasından faydalanarak mı yoksa solda yeni bir merkez yaratarak mı? Şu anda soldaki en büyük tartışma bu.
O yüzden dizimizin başlığı için "Sol Çıkışını Arıyor" dedik. ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, 10 Aralık Hareketi Sözcüsü Prof. Dr. Burhan Şenatalar ve Sosyalist Emek Hareketi üyesi Ertuğrul Kürkçü'yle zaten yakın zamanda görüşmüştük. Şimdi de başka aydınlar, akademisyenler, Meclis dışında kalan siyasetçiler ve sivil toplum temsilcilerinin çözüm önerilerini masaya yatırıp, Türkiye'nin şu kritik sorusuna yanıt aradık: Sol AKP'ye alternatif olabilir mi, yoksa AKP ile yola devam mı?
Aldığımız cevapları, kaydettiğimiz konuşmaları, yaptığımız akıl yürütmeleri eksikleriyle beraber, ama büyük bir iyi niyetle tartışmaya açıyoruz. Dizide okuduğunuz görüşlerle ilgili sizde oluşan kanaatleri bize gönderin ( dsevimay@milliyet.com.trBu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır ), biz de sahiplerine iletelim. Hatta www.milliyet.com.tr adresinde yayımlayalım. Bu tartışmaya siz de katılın ve geleceğinize müdahale etmeye şu soruyu yanıtlayarak başlayın: Solun çıkış yolu hangisi?
Sol Çıkışını Arıyor
Süleyman Çelebi'ye sorduk; "Bir gün herkes sendikalı olacak mı?". Yanıtı: "Mecburen, çünkü çalışanların başka kurtuluşu yok." İkinci soruda biz de kendi söküğümüzü dikmeye kalktık: "Ya peki bir gün gazeteciler sendikalı olacak mı?" Çelebi: "Zaten bir gün sizler sendikalı olursanız herkes sendikalı olur, örnek olacak sizlersiniz."
İSTANBUL
DİSK GENEL BAŞKANI SÜLEYMAN ÇELEBİ:
Sola ilişkin her şey o kadar yer değiştirmiş görünüyor ki, aslında emekçileri bile tereddütle soruyoruz; nedir durum, soldan kopmuş bir taban mı var, yoksa?..
Yok, tam öyle söylenemez, ama solu yeterince tanımayan bir taban var diyebiliriz.
Sebep?
Bir kere sol, tabana kendisini iyi anlatamıyor, fakat daha önemlisi emekçi sınıfı 12 Eylül'ün yarattığı tahribatı hâlâ üzerinden atamadı. Sadece şu sayı bile bir fikir verir sanıyorum: 1980 öncesi Türkiye nüfusu 44 milyondu, örgütlü işçi sayısı 3.5 milyon. Bugün Türkiye nüfusu 70 milyonu aştı ve toplam örgütlü işçi sayısı 800 bin.
Aslında budur değil mi bütün mesele?
Aynen budur; bunu doğru anlayamazsak diğerlerini hiç çözemeyiz. Esas sorun buradan başlıyor. Mesela biz DİSK olarak şu anda Türkiye'nin ikinci büyük konfederasyonuyuz; ama 1980'den önce aktif üye sayımız 600 bindi, şimdi aktif dediğiniz zaman belki bunun yarısının altında.
Ne oldu peki bu kadar, insanlar mı vazgeçti?
Aslında vazgeçmediler; 1980 öncesindeki sendikal ilişkileri bugün herkes özlüyor. Herkesin bize söylediği, "Eski DİSK'i arıyoruz..."
Ben DİSK Genel Başkanı’yım, ben de eski DİSK'i arıyorum. Dolayısıyla tabanı suçlayamam. Burada demin de dediğim gibi en büyük suçlu sendikaların ve emeğin haklarını gasp etmeye devam eden 12 Eylül ve anayasası.
İşçiler kaybedilmiş değil
Ya peki AKP'ye kayan taban; onlar için ne diyeceksiniz?
Böylesine yaygın bir kuşatma altında tabii bu ideolojiye uygun bir işçi sınıfı da doğuyor. Muhafazakârlaşma var. Ama bu insanlar kaybedilmiş değil. Çünkü işçi sınıfı aslında çıkarlarının orayla çok da örtüşmediğini görüyor.
Yani gidenler geri kazanılabilinir mi?
Elbette kazanılır. Bütün mesele doğru iletişim kurabilmekte, doğru önderlik yapmakta, neyi kaybettiğini bu insanlara doğru anlatmakta... Örneğin Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı'nı arkadaşlarımıza çok iyi anlattık ve çok büyük bir kitlesel eylemliliğe ulaştık.
Yine TEKEL'in özelleştirilmesinde bunu gördük, AKP'nin işçi sınıfına yönelik saldırılarında gördük. Yalnız açıklamalarla yetinmeyip sahaya indiğiniz anda karşılığını hemen alıyorsunuz.
Demek ki emekten yana çıkarlarını anlattığınızda bütün sınıfın ilgisini topluyorsunuz. Peki özgürlükler dediğinizde, darbelere karşı çıkmaya veya laikliği savunmaya çağırdığınızda geliyorlar mı?
Biz kitle örgütüyüz, bizde her türlü dünya görüşünde insan var ve o insanların da birtakım öncelikleri var. Tabii ki laiklik demokrasinin teminatıdır ama işin gerçeği sosyal haklardan yalıtılmış, tek başına bir laiklik söylemi kimsenin karnını doyurmuyor.
Onları öncelikle yoksulluk, eğitim eşitsizliği, işsizlik, sağlık sorunları ilgilendiriyor. Bizim asıl bu konularda yeni gündemler oluşturmaya ihtiyacımız var. Ancak bu hat üzerinden ilerlersek "savunma"da durma yerine "atağa geçme", "mevcut haklarını muhafaza etmek" yerine "yeni haklar elde etme mücadelesine girme" noktasına gelebiliriz.
Slogan yerine proje
Bunun için de tabii önce büyük bir proje gerekiyor?
Ama öyle sloganvari değil, insanlara inandırıcı gelen; ürküten değil umut yaratan; ötekileştiren değil, kapsayan bir projeye ihtiyaç var. Yoksa "Ne ezilen ne ezen insanca, hakça düzen" çok güzel bir slogan; "Toprak işleyenin, su kullananın" çok güzel... Ama toplum artık bunların bugünkü koşullarda nasıl olacağını duymak istiyor.
"Üretim araçlarının mülkiyet hakkının eşit paylaşımı"; bu slogan değil, koskoca bir ideoloji ama acaba Türkiye'deki işçi sınıfına Marx'tan doğru gitmenin bir faydası var mı?
Bugünkü koşullarda yok. Sadece Türkiye'de değil, dünyada da yok.
Bunu sizin söylemeniz çok önemli...
Yok, işçi gerçekçi bulmuyor bunu. Kaldı ki gerçekleşme koşulları da olgunlaşmamış durumda. Bu iyi bir şey değildir anlamında söylemiyorum ama durum bu.
Aklına ne yatıyor işçinin?
Devleti sosyal devlet olmaya mecbur etmek; sosyal hak kayıplarını önlemek, yeni sosyal haklar kazanmak ona daha mümkün görünüyor. İşte bunun yapılabilmesi için de işçilerin uluslararası dayanışmasının önemini bizim bu kardeşimize iyi anlatmamız gerekiyor.
CHP yüzde 18-20'de dondu
Şimdi sizin devrimci işçi örgütü olarak geldiğiniz böyle bir nokta var; acaba sermayenin de geleceği bir nokta olursa, mesela AB hedefinde ve sosyal demokrasiyle yönetilen bir Türkiye üzerine mutabakat sağlanabilir mi?
Evet, sermaye kesimi de AB'yi istiyor, biz de AB'yi istiyoruz. Ama biz sosyal AB'yi istiyoruz, AB'deki ve Türkiye'deki sosyal standartları geliştirmek istiyoruz.
Sermaye kesimi ise esas olarak küreselci-neoliberal AB'yi istiyor. Bu kafadaki bir AB'ciliğin en net sonucunu da Tuzla'da görüyoruz işte... O yüzden bizim sınıfsal çelişkimiz büyük.
O zaman Türkiye'nin daha çağdaş bir ülke olmadığı konusunda kimsenin sonradan dizini dövmemesi mi gerekiyor acaba?
Öyle tabii ama zaten AKP iktidarının bu kadar oksijen almasının en önemli katkısını sermaye vermiştir. Metotlarla ilgili bazen sıkıntıları var ama AKP'nin politikalarına ilişkin bizim baktığımız cepheden bir eleştirileri yok. Oysa şunu çok net söyleyeyim, Türkiye'nin AKP iktidarından kurtulması için herkesin ortak bir noktada buluşması şart.
Merkezdeki sağcıların solcuların bir koalisyonunu mu öneriyorsunuz?
Kesinlikle hayır! Onlar AKP'yi sarsmaz. Burada bizim yapmamız gereken AKP'nin netliğine, ideolojisine karşı aynı netlikte cevap verebilecek sosyal demokrat bir yapılanmadır. Türkiye şu anda sola susamış durumda. Gerçek sosyal demokrat bir iktidara şimdi herkes her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor.
CHP?
CHP bugünkü anlayışıyla o ihtiyacı karşılamaktan uzak görünüyor. Aldığı oy yüzde 18-20 arasında donmuş durumda. Bu politikaları ve duruşuyla maalesef yukarı çıkması zor. Oysa sosyal demokrasinin kucaklayabileceği alan çok daha geniş. Ben toplumu ikna eden politikalar ortaya konulursa solun Türkiye potansiyelinin en az yüzde 40'larda olduğunu düşünüyorum.
Sol Çıkışını Arıyor
İzmir'in bu Gündoğdu meydanında 13 Eylül'de soldaki bütün partilerin desteklediği çok büyük bir eylem var. Eylemin başlıca sloganları "12 Eylül'de Türkiye çok şey kaybetti. Ne unuturuz, ne affederiz!", "AKP elini emeğimden, ekmeğimden çek", "Çetelere, darbeciliğe hayır!" DİSK Başkanı Çelebi unutmayanları, affetmeyenleri haftaya cumartesi İzmir'de buluşmaya çağırıyor.
'10 Aralık Hareketi' çalışıyor
Yüzde 40'ların gönlünü kazanan bir sol sizce nasıl yaratılır?
Öncelikle yenilenerek, bütünleşerek ve asıl kitleselleşerek... Biz 10 Aralık 2005'te DİSK'in öncülüğünde böyle bir sürece başladık. Çıkış noktamız bir parti kurmak değil, sadece toplumu iktidara taşıyacak bir yeni anlayışı ortaya koymak ve emekten yana sol, sosyal demokrat bir iktidarın yolunu açmaktı. Bunu birçok ülkede sosyal demokratlar yaptı, biz de yapabilir miyiz dedik ama henüz başaramadık.
Neden?
Çünkü CHP de, DSP de, soldaki diğer partiler de yenilenme perspektifini yeterince iyi kavrayamadılar, bizi bir başka organizasyon olarak gördüler. Oysa temel yaklaşımımız buydu.
Şimdi ne aşamadasınız?
Öncelikle şunu belirteyim: 10 Aralık Hareketi her kesimden insanı içinde barındırıyor. Ben de birey olarak bu çalışmaya katılıyorum ama sözcüsü değilim. Son duruma gelince; birincisi 10 Aralık Hareketi Türkiye’de nasıl bir sosyal demokrat parti olması gerektiği konusunda çalışmalarını sürdürüyor.
İkincisi, önümüzde yerel seçimler var. Yerel seçimlerde sosyal demokrat adayların kazanması için birlikte katkı vermemiz, bütün solun destekleyeceği ortak adaylar çıkarmak şart. Aksi halde bu solu bölmek olur. Başta İstanbul'u, Ankara'yı geri almak için ne gerekiyorsa yapmalıyız, solun ilk sınavı bu! İstanbul'u, Ankara'yı geri istiyoruz, çünkü ilk onları kaybettik. İstanbul ve Ankara'yı alırsak gerisi gelir.
O zaman yerel seçimler sonuçlarını görene kadar yeni bir parti yok?
Tabii, zaten çok kısa bir dönemde yeni bir parti gerçekçi değil. Ama AKP’ye karşı sol bir iktidar alternatifi üreteceksek de bunun bize göre tek bir yolu var: Yeni bir program, yeni bir anlayış!
Kim yapacak bunu?
Bu program ne tek başına 10 Aralık'ın programı olmalı ne DSP'nin, ne CHP'nin ne de başka partilerin... Bunu taban yapacak, sol, sosyal demokrat kadrolar yapacak. Tabanda en geniş katılımı sağlayarak ve tartışarak programın alttan örülmesi gerekiyor.
Yoksa yukardan 10-15 kişinin "Biz kurduk yaptık, buyurun peşimize takılın" demesi bir şey ifade etmez.
Yeni bir silkiniş şart
"Çok idealistler ama zor" diyenler çıkacaktır?
Biz hiç ümitsiz değiliz. Sebebi de toplumda AKP karşıtı büyük bir arayışın sürmesi. Arayış olmasa, son kamuoyu yoklamalarında kararsızların oyu yüzde 30'ları bulmazdı. Kaldı ki zor diye vazgeçebileceğimiz bir konu değil bu.
Demokrasinin artık kazaya uğramasını istemiyorsak, Türkiye'de demokrasi terazisinin sol kefesini doldurmamız gerekiyor. Artık sağın alternatifi sağ, AKP'nin alternatifi yine AKP olmamalı. Solda, sosyal demokraside yeni silkiniş şart.
Peki "DİSK'in ne işi var bu çabada" denirse?
Bu çabanın içinde olmak bizim en doğal hakkımız, çünkü en çok yalnız kalan biziz. Eskiden güçlü bir sosyal demokrat hareket olunca güçlü bir sendikal hareket, güçlü bir işçi sınıfı, bunlar hep birbirini tamamlıyordu. Oysa şimdi DİSK olarak bu mücadeleyi verirken siyasal dayanağımız eskisi kadar güçlü değil. Siyasal projeleri aynı reflekslerle ortaya koyamıyoruz, aynı söylemi tutturamıyoruz.
Yani bu iş bizi ilgilendirmez diyemeyiz. Tabii ki sendikal görevlerimizi unutmadan, ama madem emeğin haklarının çiğnenmesinden şikâyetçiyiz, o zaman siyasete müdahale etmekle de yükümlüyüz.
Sol Çıkışını Arıyor
Başkanlığını Fevzi Gümüş’ün yaptığı Pir Sultan Abdal Derneği’nin Türkiye’de 52 şubesi, 25 cem ve kültür evi var.
PİR SULTAN ABDAL DERNEĞİ GENEL BAŞKANI FEVZİ GÜMÜŞ:
‘Bir arada durma modeli’ yaratmak gerekiyor
Bizim kurgumuz, soldan yana bir tercihle AKP'den kurtulmak! Bu kurguyu solun da yapması şart. Sol yerel seçimlerden başlayarak bir arada durma modelini oluşturmalı. Unutmayalım ki Türkiye'de sol birlikte büyüyor, birlikte küçülüyor
ANKARA
Alevi seçmenin eğilimini nasıl ölçüyorsunuz?
Sivas, Çorum, Yozgat, Tokat gibi Alevilerin yoğun yaşadığı iller var. Bu illerdeki Alevi köylerinin tek tek seçim sonuçları elimizde. Onları incelediğinizde Alevilerin yüzde 90-95 oranında tercihlerini soldan yana kullandığını görüyoruz.
AKP'ye kayma hiç yok mu?
AKP için Aleviler "Yanlış yolda ve yola getirilmeleri gerekenler"dir. O yüzden Aleviler ile AKP arasında temel bir kan uyuşmazlığı vardır ama buna rağmen mesela 2007'de Ankara-Çubuk'ta bir miktar kayma tespit ettik. Ancak orada dahi Alevilerin yüzde 75'nin tercihi yine sol oldu.
Dolayısıyla Alevilerde sağa kayış sadece kişisel tercihlerle sınırlıdır.
Alevilerin kırmızı çizgileri
Peki Aleviler CHP'den memnun mu?
Alevi-CHP ilişkisini "memnuniyet"ten çok "mecburiyet"le açıklamak daha gerçekçi. Sağ karşısında aldığı oy oranı ve gelenekten gelen çeşitli özellikleriyle en güçlü duruşu CHP sergilediği için doğal olarak Aleviler de siyasi iradelerini ona yansıtıyorlar.
CHP'ye yönelik eleştirilerini ne yazık ki ayrı tutmak zorundalar, çünkü görünen başka seçenekleri yok.
Yani bir "risk analizi" bu?
Çok doğru, ama hayati bir analiz. Çünkü Aleviler için iki kırmızı çizgi var; bunlar olmazsa Aleviler bu topraklarda yaşayamayacaklarını düşünüyorlar. Biri cumhuriyet, diğeri laiklik. Demokratikleştirme talebini saklı tutuyorlar, ama bu ikisinden de asla vazgeçmiyorlar.
Aslında CHP'yi sosyalistlerin, entelektüellerin, Kürtlerin, emekçilerin önemli bir kesimi terk etti ama galiba bir Aleviler bir de kadınlar terk edemiyor; sebep aynı "yaşamsal risk" herhalde?
Tabii, çünkü bizler bu riskin ne olduğunu her gün yaşıyoruz. CHP'nin içe kapanması ayrı bir tartışma, fakat AKP eliyle yürütülen de bir gericileşme, hayatın dinselleştirilmesi var ve bundan en fazla biz mağduruz.
İşte daha geçen gün Keçiören'de bir Alevi esnaf tekel ürünleri sattığı için AKP belediyeciliği tarafından şiddete varan bir saldırıya maruz kaldı. Yine Esenyurt'ta bir genç Alevi olduğunu söyleyince öğretmeni tarafından dövüldü. Alevi öğrencilerin taşınma talebi Karakoçan Kaymakamınca "Onlar Alevi çocukları" diye ayrımcılığa tabi tutuldu.
Biz bu zihniyeti zaten Çorum'dan, Maraş'tan, Madımak'tan tanıyoruz, o yüzden AKP'den Alevilere yarar gelmeyeceği gibi, ülkeye de demokrasi gelmeyeceğini biz gayet iyi görebiliyoruz.
Melih Gökçek ürkütücü
Haliyle AKP'nin karşısında en güçlü kim varsa onu destekliyorsunuz?
Bizim kurgumuz şu: Soldan yana bir tercihle AKP'den kurtulmak! Bu kurguyu solun da yapması şart. Sol yerel seçimlerden başlayarak bir arada durma modelini oluşturmalı. Buraya Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin önündeki Dikmen vadisi halkının "barınma hakkı" eyleminden geldim.
Bir düşünün, Melih Gökçek 20'inci yılda yine Ankara'yı yönetmeye aday.
Alevilerin, demokratların varlığını tanımayan, ayrımcılık yapan biri, bir insanın gençliği kadar belediyecilik yapıyor. Bu bizim için çok ürkütücü bir şey...
Önce belediyeleri almalıyız
Acaba Aleviler açısından yerel seçimler genel seçimden daha mı önemli?
Çok doğru, halkın günlük hayatına direkt belediyeler değiyor. Mesela çocuklarımızı AKP belediyeciliğinin kreşlerine veriyoruz; ya çocuklarımızı almıyorlar ya da iş birden dinsel eğitime dönüyor.
O yüzden bence AKP'yi geriletmek önce yerelden başlamalı. Eğer AKP'yi Türkiye'den sileceksek önce verdiğimiz belediyeleri geri almak gerekiyor.
Peki Alevi örgütleri CHP'yi bu "bir arada durma" modeline zorlayabilir mi?
Geçmişe baktığımızda bunda çok başarılı olduğumuz söylenemez. CHP geçmişte bunu çok doğru bir şekilde uygulayamadı maalesef ama artık uygulamak zorunda.
Kimse AKP'nin demokrasiden yana güçleri İzmir'e, Çankaya'ya, Kadıköy'e sıkıştırmasına bir beş yıl daha izin veremez. Zaten bunu kırdığımız anda tüm Türkiye'yi AKP gericiliğinden kurtarma imkânı da doğacak.
Sorumluluk CHP'ye düşüyor
Ama CHP şöyle düşünebilir: "Nasılsa benim kemik yüzde 18-20 oyum var, nasılsa Aleviler bana oy vermeye mecburlar..."
O zaman biz de hatırlatırız: 2004'teki yerel seçimlerde ciddi bir seçmen sandığa gitmedi, 2002'de gitmedi. Kimdi gitmeyenler? Çoğunluğu Aleviler. CHP 1999'da baraj altında kaldı, DSP birinci parti oldu; niye? Seçmeni sandığa götürecek bir ortaklaşmayı, heyecanı yaratmak gerekiyor. Bunun yolu solda birlikse bunu sağlamak şart. Sorumluluk da en fazla büyük parti olduğu için CHP'ye düşüyor.
Unutmayalım ki hep Türkiye'de sol birlikte büyüyor, birlikte küçülüyor.
Alevi örgütleri olarak siz bu büyümeye hazır mısınız?
Biz SHP'nin 1989 yerel seçimlerini kazandığı noktadan dahi daha ileri bir noktadayız. Refleksleri daha gelişmiş, daha örgütlü, daha bilinçli bir durumdayız.
Mesela zorunlu din dersinin kaldırılması için haftalık eylemler başlattık. Bu eylemleri önümüzdeki dönemde demokrasiden yana tüm güçlerin mücadelesi haline getirmeyi hedefliyoruz. Eylemlerimizin yerel seçimler öncesinde demokratik kamuoyunu sarsıp, belki de kendine getirebileceğini düşünüyoruz.
DİYARBAKIR BAROSU BAŞKANI AVUKAT SEZGİN TANRIKULU:
Makul yol CHP-DTP işbirliği
SHP deneyimindeki başarısızlıktan DTP ve geçmişindeki partiler doğdu. CHP kendi kelepçelerinden kurtulur, DTP de dönüşürse bir genel seçimde temel ilkeler konusunda işbirliği oluşturabilirler. O zaman AKP hegemonyası kırılabilir
DİYARBAKIR
Özellikle bölgede ya AKP ya DTP; Kürtler için başka sol bir seçenek yok mu?
Yok, Türkiye'nin Kars'tan Adıyaman'a kadar Kürtlerin yoğun yaşadığı bu coğrafyasında, siyaset bu iki ana hat ekseninde şekillendi artık. Bunun yakın bir zamanda kırılması, başka üçüncü bir alternatifin ortaya çıkması, kitleselleşmesi, buralarda yeniden Kürtlerle buluşması yakın bir zaman için çok olanaklı görünmüyor.
Niye?
Köprünün altından çok sular aktı. Yani 1980'den bu zamana yaklaşık 30 yıllık bir zaman geçti. Bu süre içinde maalesef sol Kürtleri kaybetti. Türkiye'nin bu en büyük sorunuyla ilgili bir program ortaya koyup arkasında duramadı.
Bütün solu mu kastediyorsunuz?
Esas olarak CHP'yi kastediyorum. Çünkü Kürtler bakımından sol denilince akla daha çok CHP geliyor; o da Kürtlere değil, devlet içerisindeki geleneksel iktidar odaklarına yüzünü döndü. Ki bu odaklar Kürtlerin gözünde yaşanan acı ve sıkıntıların başlıca sorumlularıdır. Dolayısıyla 1980'den sonra solla büyük bir kopuş yaşandı.
Sol, Kürtleri kaybetti
Ya 1991'deki SHP dönemi?
Doğru, SHP dönemi çok önemli bir deneyimdi. Kürtler açısından bir buluşmaydı ve belki Türkiye'nin yeniden inşası için büyük bir fırsattı. Ama Kürtler de SHP de bu şansı iyi kullanamadı.
Tabii sözünü ettiğim o iktidar odaklarının bu işbirliğin bozulmasındaki rollerini unutmamak lazım ama sonuçta o başarısızlıktan DTP ve geçmişindeki partiler doğdu.
Şimdi gelinen noktada ne CHP Türkiye partisi ne de DTP... Biri Batı'ya sıkışmış, diğeri Güney'e ve Doğu'ya...
Peki SHP ruhu yeniden doğsa, Kürtlerin karşısına yeni bir program ya da belki yeni bir partiyle çıkılsa?..
Bu konuda iyi niyetli çalışmalar olduğunu biz de biliyoruz, ama merkez sol içindeki yapılar Kürtlerle ilgili programlarını netleştirme konusunda ürkek davranıyor. Bunda da tarihsel ideolojik bagajlarından vazgeçmeme konusundaki inatları ve yeteneksizlikleri çok önemli rol oynuyor. Bundan birazcık uzaklaştıkları noktada ise korkuları devreye giriyor ve akıllarından geçenleri cesaretle ortaya koyamıyorlar.
Çünkü Türkiye'de Kürt meselesiyle uğraşmak çok sabır ister ve kısa vadede kazandıran bir şey değildir.
DTP, Türkiye partisi olamıyor
Siz ne tavsiye edersiniz?
Bence artık Türkiye'de toplumun önemli bir kesimi bu meselenin şiddet dışında çözümünden yana.
Dolayısıyla aklı başında, gerçekten dünya soluyla buluşabilecek ve Kürt sorununda çözüm yolunu açacak bir programla ortaya çıkan bir merkez sol belki hemen Kürtlerin geniş kesiminden oy alamaz ama hiç değilse Türkiye'de çok geniş bir kitleye hitap eder.
DTP'nin oyu ne kadar bölgede?
Yüzde 50'yi aştığı iller olsa da bölge ortalaması yüzde 25.
AKP?
AKP'nin ortalaması yüzde 50 civarında.
Az önce "Kürt meselesine el atan kaybeder" dediniz, o zaman AKP nasıl oldu da kaybetmedi?
Çünkü AKP sorunu çözeceğine dair bir inanç yarattı; çözmeye uğraştı demiyorum, ama onun havasını yaratarak oy topladı. İkincisi de Kürtlerin muhafazakârlığını çok iyi kullandı. Yoksa AKP'nin esas itibariyle yaptığı hiçbir şey yoktur. Bu bölge halkı için kritik eşik dediğimiz meseleler yine DSP-MHP-ANAP zamanında çözülmüştür.
CHP için vahiy lazım
İyi de AKP "mış gibi" yapıyor, DTP Türkiye partisi olamıyor. Böyle bir ortamda Kürt meselesini çözme konusunda samimi ve tüm Türkiye'yi kapsayıcı bir parti ya da program niçin karşılık bulamasın ki?
Ben bulamaz demiyorum, ama önce güven meselesini halletmesi gerekecektir. Tam da AKP'nin aştığı kritik eşik bu zaten.
Siz sanki biraz umutsuz gibisiniz...
Aslında bu umutsuzluk, bana göre gerçekçilik. Çünkü bu silahlı şiddet Kürtlere yapışmış bir kelepçedir. Bu şiddet bitmeden siyasi tercihlerin rasyonel temellere oturması, önyargıların kırılması pek mümkün değil.
CHP'nin vizyonunu değiştirmesi bile kıramaz mı o önyargıyı?..
Yakın zamanda CHP'nin değişmesi için bir vahiy lazım herhalde, CHP'nin değişmesi imkânsız gibi bir şey.
CHP doğuda kadrolarını yitirdi
Ama şimdi haksızlık da etmeyelim, masalarının üzerinde duran yeni program AKP'nin vaatlerinden ileri bir noktada?
Daha ortaya çıkmadı ki, ne diyecekler, nasıl duracaklar o daha belli değil. Ayrıca başka önemli bir şey var; CHP burada toplumla buluşabilecek bütün kadrolarını yitirdi. Korucubaşıları aday yapıyor; bunu nasıl yapıyor anlamak mümkün değil.
1980 öncesinde Kürtlerde önemli bir CHP hattı vardı ama o hat bu hatalarla tamamen dağıldı. Yoksa mümkün mü Diyarbakır'da 8-9 bin oy alması; AKP 190 bin alıyor.
Sol Çıkışını ArıyorAhmet Türk bir imkân
Radikal bir seçenek, ama DTP ve CHP bir ortak noktada buluşursa bu Kürtler üzerinde etkili olur mu?
Bence bu makul bir yol. CHP de kendi kelepçelerinden kurtulursa, DTP de dönüşürse, bir genel seçimde temel ilkeler konusunda işbirliği oluşturabilirler. Ancak o zaman da AKP' nin hegemonyasını kırılabilirler.
Ahmet Türk böyle bir dönüşümün başlatılması adına bir kazanç olabilir mi; ne de olsa eski CHP'li?..
Bana göre Ahmet Türk, DTP için de, Türkiye için de bir imkândır ve bu imkânı herkesin doğru değerlendirmesi lazım.
Tabii Ahmet Türk'ün de bu imkân olma iradesini ortaya iyi koyması şart.
**********************SOL ÇIKIŞINI ARIYOR - 2 **********************
Türkiye’deki sol, Marksist bir temelden ve kültürden gelmiyor. Bizdeki sol partiler kendilerini yeni sağ süreçlerin getirdiği ekonomik politikalar üstünden tarif etmeye çalışıyor. Benim formülüm şu: Taban yaratmak ve kendi tabanını sağın elinden almak
Dizimizin dünkü ilk bölümünde yaptığımız “Bu sayfada okuduğunuz görüşlerle ilgili sizde oluşan kanaatleri bize gönderin (dsevimay@milliyet.com.tr), biz de sahiplerine iletelim. Hatta www.milliyet.com.tr adresinde yayımlayalım. Tartışmaya siz de katılın ve geleceğinize müdahale etmeye şu soruyu yanıtlayarak başlayın: Solun çıkış yolu hangisi?” davetimi okurlarımızdan büyük ilgi gördü. Görüşleriniz e-mail kutumuzda birikiyor.
Bu arada biz de tartışmaya çok önemli iki uzmanla devam ediyoruz:
SABANCI ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ, SABAH GAZETESİ YAZARI DOÇ. DR. HASAN BÜLENT KAHRAMAN:
Bu ülkede vatandaşların çoğu niçin gidip sağa oy verir de sola vermez?
Çünkü cumhuriyeti kuran parti, Türkiye’de daima “hukuksal ve kültürel” dönüşümü gerçekleştirmeye çalıştı. Zaten Cumhuriyetin kendisi de hukuksal ve kültürel bir dönüşüm demekti. Ama buna mukabil sağ, “toplumsal” ve gerçek anlamdaki “siyasal” dönüşümü gerçekleştirdi.Yani 1950’den itibaren sağ partiler “aktif modernleşme, alt yapı, ekonomik büyüme, kalkınma, kişi başına düşen milli gelir, sosyal politikaların yaygınlaştırılması” temellerinde kitlelere daha fazla imkân sundular.
Böylece kurucu parti toplumu otoriter ve elitist bir şekilde yukardan aşağıya doğru dönüştürmeye çalışırken sağ partiler popülist politikalarla tabanı yanlarına çektiler. Buna milliyetçilik ve dinciliği de ekleyince sağın toplam oy oranları yüzde 75, solun ise yüzde 25’te kilitlenip kaldı.
Marksist perspektif yok
Peki bu makûs talihi değiştirmenin, solu yüzde 75’lerle bütünleştirmenin imkânı yok mu?
Bence var; Marx’a gidersek buna imkân olduğunu gayet net görüyoruz. Marx açıkça der ki, “İnsan temel güdüleri doğrultusunda ve önce çıkarlarına göre hareket eden bir varlıktır; insanın ideolojik-siyasal-kültürel dönüşümü ancak ondan sonra başlar.”
Yani Darwin’den de çok etkilenmiş biri olarak Marx insanların ayakta kalma güdüsüyle yaratıldığını, dolayısıyla “sınıfsal bilinçleri”nden önce “ekonomik veya bireysel çıkar bilinçleri”nin geldiğini söylüyor.
Bence Türkiye’de geniş kitlelerin sağ partilere gitmeleri ve oralarda yerleşmeleri Marx’ın bu tarifiyle çok özdeşleşen bir durum. Çünkü insanlar popülist politikaları nedeniyle sağ partilere giderken aslında henüz siyasal veya sınıfsal bir bilinç geliştirmiş değiller.
Kanıtı?
Çünkü sağ partiler kapitalist partilerdir. Uzun bir tarihsel kesitte bakılırsa bu partiler aslında işçi sınıfının, dar gelirlinin, emekçinin aleyhine politikalar izleyen partilerdir. Dolayısıyla sınıf bilinciyle bakacak olsa aslında o tabanın asıl ait olduğu yer sağ, değil soldur.
Sınıfsal bilinç aşılanmalı
O zaman sol niçin kendi doğal tabanına sahip çıkamıyor?
En önemli sebebi Türkiye’deki solun Marksist bir temelden ve kültürden gelmiyor olması. Marksist bir perspektif bizde yok. Gerçek bir sol tartışılmıyor bizde, hep illüzyon konuştuklarımız... Bizdeki sol partiler kendilerini liberal-demokratik denen politikaların ve bu yeni sağ süreçlerin getirdiği ekonomik politikaların üstünden tarif etmeye çalışıyor. Bu bir kompleks ve tabii inandırıcı da olmuyorlar. Çünkü sağ zaten bunu çok daha güzel beceriyor.
Siz 60 yıllık bir meseleden söz ediyorsunuz; bu saatten sonra bu nasıl düzelecek?
Benim formülüm şu: Taban yaratmak ve kendi tabanını sağın elinden almak.
Taban nasıl yaratılacak?
Solun öteden beri inkâr ettiği veya yeteri kadar idrak edemediği kitleye kendisini tanımlatarak ve bu insanlara bir sınıfsal bilinç aşılayarak... “Senin çıkarın din ve milliyetçilik ekseninde, sana birtakım ufak tefek şeyler veren bu partilerde değil; senin çıkarlarını en geniş ölçüde savunacak olan sol partilerdir” diyerek.
Bu bir şeyi yoktan var etmek değil, bu sadece zaten o insanların sahip oldukları sınıfsal temeli onlara anlatmak.
Ekonomide de öncülük
Sol bugüne kadar bunu hiç yapmadı mı?
Hayır, Türkiye’de meşru parlamenter veya Marksist sol bunu yapmadı. 1960’lar, 70’lerde insanlara sınıfsal bilincini kazandırmaya çalışan bir Marksist sol oldu ama o çok amatör ve küçük ölçekli bir çabaydı. Şimdi bunu bence bir sol partinin büyük ölçekte yapması lazım.
Bu dediğiniz artık çok zor değil mi?
Zor değil, çalışmayı gerektiren bir şey. Hatta kolay bile, çünkü tam çeyrek yüzyıldır bu ülkede kalkınma-büyüme-refah-sosyal güvenlik-eğitim alanında hiçbir şey konuşulmadı. Tabii ki 2002’den 2007’ye kadar ekonominin büyütüldüğünü, kişi başına düşen gelirin arttırıldığını biliyoruz, fakat bunların ne pahasına, kimler lehine, hangi araçlarla yapıldığını da biliyoruz.
Dolayısıyla eğer sol bu alanlarda öncülüğü ele alırsa, yani “Ben de zamanında Türkiye’de sağ partilerin yaptığı gibi yol, köprü, baraj, fabrika yapacağım, istihdam politikalarını yeniden gözden geçireceğim, ekonomide şu düzenlemeleri yapacağım, sana daha çok demokrasi, insanlık hakkı, hukuk sunacağım” diye ortaya çıkarsa, sağın tabanına sıkışmış olan o yüzde 70’lerin sola kaymaması için hiçbir sebep yok. Zaten taban böyle yaratılır, iktidar yolu buradan açılır.
Yeni bir sol hareket
Sizce kim diyebilir bunları; CHP mi, yoksa başka bir sol parti mi?
Şimdi kimi arkadaşlarımız CHP’nin yenilenmesi üstünden Türkiye’de sosyal demokrasinin canlandırılabileceği kanısında; ben buna karşıyım. Evet, orada bir kitle vardır, CHP bir tarihin partisidir, kim ne derse desin 1923-1933, 1959-1979, 1982-1993 dönemleri önemlidir ama bütün bunlara rağmen CHP belli bir tarihin ve belli bir bagajın partisidir. O nedenle tabanı dönüştürecek parti yeni bir sol zihniyetle hazırlanmış yeni bir sol harekettir.
Halk o yeni sol hareketin tabanı olmayı isteyecek mi?
Doğru, demin toplumsal dönüşümü sağlayacak olan sınıfsal-kitlesel momentumdur demiştik ama bir kitlenin kendi kendisini bu noktaya taşıması çok zor. Dünyanın hiçbir yerinde bu olmuyor.
Bunu başlatacak olan yine bir lider ve lider kadrosudur. Ancak böyle bir lider ve kadro ortaya çıkar, güçlü bir ideolojik-teorik temel hazırlar ve kitle örgütleriyle ittifak kurmak suretiyle bu yola girerse ben bunun Türkiye’de bir siyasi momentumu da başlatacağı kanısındayım.
Arama konferansı yapalım
Peki Türk solu nereden bulacak o lideri?
Bir kere hiç zaman geçirmeden, mümkün olduğu kadar çok farklı gruplar halinde bir gerçek sol tartışmayı başlatmamız lazım. Gerekirse arama konferansı yapılsın. Bunda utanacak bir şey yok; Microsoft utanmıyor, biz mi utanacağız? Ya da bir kurultaylar süreci olabilir. O zaman onun içinden lider de çıkar, program da çıkar, parti de...
Ne kadar vakit var bunu yapmak için?
Yerel seçimlere kadar yetişmez tabii, ama ilk genel seçime hazırlanmak bakımından bence yeterli zaman var. Eğer doğru ve geniş tabanlı bir tartışma başlarsa genel seçimlere kadar çok önemli bir mesafe alınır.
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK ENSTİTÜSÜ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. AYŞE BUĞRA:
Önce insanları dinlemeli
İnsanların AKP’ye oy vererek irrasyonel seçim yaptıklarını düşünmemek lazım. Onun yerine önce insanları iyice dinlesinler. Yoksul kadınları ders vermeye çalışarak değil, anlamaya çalışarak dinlesinler. Belki akıllarına farklı bir şeyler gelir
Şimdiden yerel seçimlerle ilgili şu konuşulmaya başlandı: “AKP kim bilir ne kadar çok yardım paketi dağıtacak ve yine kim bilir ne kadar çok oy alacak”; sizce de en önemli belirleyici bu yardım meselesi mi? Yardımlar önemli olacak tabii ama başka şeyler de var. Mesela yerelde kurulan ilişki ağları ve bu ağların sağladığı ekonomik çıkarlar da önemli olacak. Bence asıl önemli olan adayların niteliği. Çünkü ne yapmak istediğini iyi bilen ve bunu insanlara güven vererek anlatabilen bir muhalif aday çıktığı takdirde, insanlar ona oy verebilirler.
Demek ki “güvenilir bir aday” yardım ve ekonomik çıkarların dahi önüne geçebilir?..Zor, ama mümkün. Çünkü şunu da unutmamak lazım: Her iktidar, yandaşlarını desteklerken, ister istemez bazı insanları da kendinden uzaklaştırıyor. Ölçütler açık ve güvenilir olmadığı oranda bu keyfi yardımlardan memnun olmayanlar çıkıyor. Bu tür yardımlar insanlarda her zaman “O daha iyisini aldı, ben alamadım” duygusu yaratıyor.
Yardımda ve doğru ayrım
Yani yardım dağıtmanın ters teptiği bir kesim de olabilir?..Sadaka ilişkisi Müslüman dayanışmasına atıfla ve şeyh efendilerin gözyaşlarıyla ne kadar süslenirse süslensin, kimse kendisine sadaka vereni sevmez. İnsanlar aslında kendilerine mercimek-nohut verilmesinden rahatsızlık duyuyorlar. Bu da demek oluyor ki, “AKP yardım verip oy alacak” deyip oturmamak lazım, her zaman bir hareket alanının olduğunu görmek, ama bunu da akıllıca kullanmak gerekiyor.
Mesela şu akıllıca olur mu: Vatandaşa “merhamet, sadaka” yerine “sosyal devlet kavramı”nı anlatmak; “AKP yanlış yapıyor, asıl böyle olmalı” demek?..
Sol muhalefetin kafası karışıkTürkiye yoksullukla mücadelenin hiç bir zaman sosyal hak kavramı etrafında, hak temelli bir sosyal yardım anlayışıyla yürütülmediği bir ülke. Bunun sorumlusu da AKP değil. Sosyal politika konusunda sol muhalefetin de kafası karışık. Özellikle “sadaka” nitelikli yardımla “formel sosyal yardım” arasındaki fark hiç de iyi anlaşılmıyor.
Vergi gelirleriyle finanse edilen, şeffaf ölçütler temelinde, aşağılayıcı ihtiyaç tespiti yöntemlerine baş vurmadan yapılan düzenli, nakdi yardım sadaka değildir.
Mesela, çocuklu ailelere çocuklarını okula göndermek veya sağlık kontrolünden geçirmek şartıyla yapılan düzenli nakit transferleri, sadaka değildir. Devlet okullarında, yoksulları ayırmadan bütün çocuklara bir öğün düzgün yemek verilmesi sadaka değildir.
Bunları keyfi, düzensiz, kimin hangi kaynaktan finanse ettiği belirsiz kömür-yiyecek yardımlarından, bir kereye mahsus fatura-kira ödemelerinden ayırmak lazım. Sol muhalefet bu ayırımı doğru yapmadığı ve suçlamayı bütün yardımlara yönelttiği zaman AKP’nin işini kolaylaştırıyor. Sadakayla hak temelli yardımları öne çıkararak mücadele etmek gerekiyor.
80 öncesi CHP’nin bu konuda “Yardımı al helaldir ama oy verme haramdır” diye bir sloganı varmış. 22 Temmuz’dan sonraki CHP ise “İnsanlar irrasyonel seçim yaptılar, ciddiye alınacak tarafı yok” analizinde bulundu. Hangisi daha rasyonel?İnsanların AKP’ye oy vererek irrasyonel bir seçim yaptıklarını kesinlikle düşünmemek lazım. Hiçbir zaman sosyal haklara sahip olmamış insanların, aldıkları şeyin daha iyisini isteyecek halleri var mıydı? Kendini solda görenlerin hak temelli sosyal yardım ve sadaka ayırımını yapamadığı yerde, yoksullar bunu nasıl yapacaklardı?
Burada solun yapması gereken yardımı kötülemek ve “çarpık gelişme”, “dışa bağımlılık” filan gibi insanların günlük hayatlarına uzak kavramlarla konuşmak değil.
Bunun yerine mesela “şartlı nakit transferi” uygulamasının istenirse nasıl daha yaygınlaşabileceği anlatılabilir.
Zaten sol, eğer “prim ödemelerinden bağımsız” bir sosyal emeklilik uygulamasına veya Avrupa’nın hemen bütün ülkelerinde uygulanan bir “asgari gelir desteği politikası”na inanmış olsaydı, bugün işi çok daha kolay olurdu.
Yardımda AKP’yle baş edemez
“Utanmasın, sol da yardım paketleri dağıtsın” diyen çıkarsa ne dersiniz? Sol yardım yarışında AKP’yle baş edemez. Bence onun yerine önce bir gidip insanları iyice dinlesinler. Yoksul kadınları, ders vermeye çalışarak değil, anlamaya çalışarak dinlesinler. Romanlarla konuşsunlar. Göçle büyük şehirlere gelmiş çok çocuklu Kürt ailelerine çocukların okuldaki durumunu sorsunlar. Eğitim-Sen’e akıl danışsınlar. Toplum merkezlerine gidip sosyal hizmet uzmanlarıyla konuşsunlar, onların her gün neler gördüklerini dinlesinler.
O zaman belki akıllarına yardım paketinden daha farklı bir şeyler de gelir.
Daha somut konuşulmalı
Solun, 22 Temmuz’da AKP’ye oy veren “Homo ekonomikus”ların aklını çelmesi sanki size biraz zor görünüyor?..AKP çıkar ağlarına ve sadaka ilişkisinin kullanımına dayanan çok güçlü bir siyasi başarı zemini oluşturmuş durumda. Ama büyüme önümüzdeki dönemde kaçınılmaz olarak düşecek ve ekonominin durumu çok iyi olmayacak. Özellikle tarım sektöründe üretim düşmesi, fiyatların artması ve bunun en çok yoksulları vurması beklenebilir. Burada şunu unutmamalı:
Zor koşullarda yaşayan ve çalışan insanların risk alacak halleri yok, istikrarsızlıktan korkarlar. O yüzden rasyonel düşünen insanların (homo ekonomikus) sola oy vermeleri için, solun onları her şeyi değiştireceğine değil, onların durumunu düzelteceğine, en azından bozmayacağına, ikna etmesi lazım.
Bu da herhalde ancak daha az büyük laf edip daha çok somut konuşmakla mümkün olur. Yani insanların durumlarını bilmek, onları anlamak gerekiyor. Solun buna sabrı var mı?
Son 2004 yerel seçimlerinde CHP 16 büyükşehir belediyesinden 2’sini, 65 il merkezi belediyesinden 6’sını, 847 ilçe belediyesinden 125’ini, 2 bin 281 belde belediyesinden de 336’sını kazanabildi.
Merkez sol (CHP+DSP) 2007 genel seçiminde Doğu ve Güneydoğu’daki toplam 24 ilden 18’inde milletvekili çıkaramadı. Her iki bölgede de oy oranı yüzde 10 barajın altında kaldı. Tıpkı 1995 ve 1999 seçimlerinde olduğu gibi.
**********************SOL ÇIKIŞINI ARIYOR - 3 **********************
Ben ilk önce, CHP örgütü, CHP seçmeni ve demokrat kesimler temelinde ve 'seçim kazanma-Türkiye'yi yönetme-merkez solu doldurma' ekseninde bir CHP tartışması yapılmasını öneriyorum Çünkü CHP seçeneğini, başta bu partiye oy veren yedi milyon seçmen ile bu partinin dönüşmesini isteyen bir milyonu aşkın seçmenin gözünde bitirmeden yeni parti talebi gerçekçi değil
KOÇ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. FUAT KEYMAN:
Solun bir kısmı "CHP'nin genel başkanı değişse bile artık CHP'yi değiştirmek mümkün değil" görüşünde; buna 50 yıllık CHP'liler dahil. Oysa biliyoruz ki siz CHP'nin dönüştürülebileceğini düşünüyorsunuz; niye?
Çünkü CHP seçeneğini, başta bu partiye oy veren yedi milyon seçmen ile bu partinin dönüşmesini isteyen ve sayıları bir milyonu aşkın seçmenin gözünde bitirmeden yeni bir parti talebinde bulunmak gerçekçi değil.
Sizce hâlâ bitmedi mi?
Bitmemiş ki, yeni parti denemeleri bir türlü başarıya ulaşamıyor.
Sizin öneriniz ne?
Ben ilk önce, CHP örgütü, CHP seçmeni ve demokrat kesimler temelinde ve "seçim kazanma-Türkiye'yi yönetme-merkez solu doldurma" ekseninde bir CHP tartışması yapılmasını öneriyorum. Bence ancak bu tartışma ve denemeden sonra, eğer CHP olanağı seçmen gözünde de bittiyse yeni bir parti o zaman taban bulma kapasitesine sahip olabilir.
CHP'deki siyasi kümeler
"CHP tartışması yapılsın" diyorsunuz ama hep yapılan zaten bu değil mi?
Yalnız CHP tartışması sadece lider ve üst yönetime endeksli yapılıyor; bu çok eksik. Bence CHP'ye dört siyasi küme içinde yaklaşmalıyız:
Birinci küme, şüphesiz CHP lideri ve üst yönetiminden oluşuyor.
Kesinlikle eleştirileri hak eden bir küme.
İkinci küme, CHP örgütleri ve sayıları bin 200 civarında CHP delegesinden oluşuyor. Bu küme merkeze bağlı, ama değişim ve iktidar isteyen bir yapı sergiliyor.
Üçüncü küme, sayıları yedi milyonu bulan CHP seçmenin kümesi. Lider ve üst yönetimden şikâyetçi, değişim isteyen, korkularını dışarıya vuran, bunu yaparken de seçim kazanmak kadar, siyaset-dışı mekanizmaları desteklemeye kadar varan geniş bir yelpazede hareket ediyor.
Dördüncü küme de sayıları bir milyon civarında, liberal ya da demokrat, kendisini merkezde konumlandırmış, ekonomik aktörlerden sivil toplum örgütlerine bir toplumsal katmanı içeriyor.
TÜSİAD, CHP'ye destek verir
İkinci keredir söylediniz merak ettik, bu "bir milyon"un içinde kimler var?
Bir milyonun içinde liberal ve demokrat aktörler var. Yani toplumsal sorunlara çözüm bulma kapasitesi olan bir partiye destek verecek kitleler, demokratlar, çeşitli sivil toplum örgütleri, diğer sosyal demokrat parti seçmenleri ve daha önceki seçimlerde ANAP'a oy vermiş ama AKP seçeneğinden rahatsız olan seçmenler, kimi ekonomik aktörler,
TÜSİAD ve belli SİAD'lar gibi...
TÜSİAD CHP'ye destek verir mi?
Bugünün dünyasını anlayan ve Türkiye'yi iyi yöneten bir CHP'ye TÜSİAD destek verir. Bu destek sadece TÜSİAD'la değil, aynı zamanda Anadolu'nun farklı yerlerinde, dinamik bir ekonomi üreten SİAD'lar ve genç işadamlarıyla birlikte de düşünülmelidir.
"Bir milyon" rakamına nasıl ulaştınız?
2002 ve 2007 seçimleri karşılaştırması bu kitlelerin toplamının bir milyona yakın olarak çıkıyor. Sadece CHP lideri ve üst yönetimi hedef alan bir tartışma yaptığınız zaman işte bu bir milyonluk kitleyi, parti yönetimini belirleyecek delegeleri ve yedi milyon seçmeni tartışma dışında bırakmış oluyorsunuz.
Seçim kazanacak parti isteniyor
Bu üç kümeyi bir CHP tartışmasının içine çekmek mümkün mü sizce?
Bence en gerçekçisi bunu denemek. Çünkü Anayasa Mahkemesi'nin "AKP'yi kapatmama" kararı ile birlikte aslında Türkiye siyasete geri döndü. Artık merkez sol seçmen ve demokratlar sadece AKP'den şikâyet etmiyor, seçim kazanacak bir parti istiyor.
Zaten bu nedenle işe ilk önce CHP'de dönüşümü sağlayacak CHP seçmeni ve demokrat kesimlerle bağlantı kurmaktan başlamak lazım. Yani önce 8 milyonu dinlemek lazım. Sonra onların değişim isteğini örgüte ve delegeye taşımak gerekiyor. Bunları yaptıktan sonra da üst yönetimde değişiklik istenebilir.
İyi ama o delege değil mi ki son kurultayda Umut Oran'a 15, Haluk Koç'a 168 oy veren; delegeden üst yönetimi değiştirmesi nasıl istenecek?
Eğer bu dört kümenin de aynı zamanda düşünüldüğü bir tartışma başlatılırsa ben CHP delegelerinin de iktidar olacak bir CHP isteyecekleri düşüncesindeyim. Ama eğer olmazsa, o zaman zaten taban yeni bir parti talep edecek duruma gelmiş demektir. Ancak o zaman üçüncü ve dördüncü kümeler temelinde yeni parti oluşumuna gidilebilir. Bence en gerçekçi yöntem bu.
'Yeni Akıl Platformu'
Ne zaman ve nasıl yapılmalı bu tartışma; aklınızdan geçen bir yöntem var mı?
Bu tartışma 2009'daki yerel seçimlerden sonrasına kadar yapılabilir. Tartışmaları kamusal toplantılar, kamuoyu yoklaması ve konferanslar şeklinde ele almak mümkün.
Eğer bu tartışmalardan CHP'nin 2011 seçimlerinde AKP'den daha fazla oy alma kapasitesi temelinde olumsuz düşünce çıkıyorsa, ki bu gözlemlenebilir, o zaman yeni parti kararı alınır. Karar alma aşaması dahil her şey 2009 yılı içinde yapılıp tamamlanabilir.
Sizin Umut Oran'la çalışmalarınız ne aşamada?
Umut Oran, bir grup arkadaş ve ben yaklaşık üç yıldır Türkiye'nin iyi, adaletli ve demokratik yönetimi sorunu üzerine çalışıyoruz. Bu çalışma, AKP'yi sandıkta yenecek bir merkez sol yaratmak ve bu temelde bugün CHP'nin dönüşümünü gerçekleştirmekten, Türkiye'nin sorunlarına yanıt bulacak projeler üretecek bir çalışma ve düşünce platformu yaratmaya kadar uzanan etkinlikleri içeriyor.
Biz bu platforma "Yeni akıl", bu siyasete de "Yeni siyaset" dedik, böylece "Yeni Akıl Platformu"nu kurduk. Bir süredir Anadolu şehirlerini dolaşıyoruz, bu şehirler üzerine çalışmalar yapıyoruz. Önümüzdeki ekim ayından itibaren de daha aktif bir döneme gireceğiz, mesela üye sayımızı artıracağız.
Eleştiriler üç grupta
Şu ana kadar insanlardan aldığınız tepkileri gruplandıracak olursanız, kimler ne diyor size?
Üç gruba ayırabiliriz.
1- CHP seçmeni olup üst yönetimden şikâyetçi olanlar. Bu grup bizim hareketi gerçekçi buluyor ve destekliyor.
2- Anadolu'da değişim isteyen, AKP hegemonyasından şikâyetçi, Türkiye'yi iyi yönetecek bir partiye oy verebilecek ekonomik ve sivil toplum aktörleri var. Bu gruptan da destek geliyor.
3- Bir de yeni bir siyaset anlayışını destekleyen ama CHP dönüşümünü gerçekçi görmeyen eleştirel görüşler var.
Bu gruptakiler de daha çok entelektüel ve sivil toplum camiasından oluşuyor.
Çoğunluk kimde?
Sayı olarak bir ve iki daha çoğunlukta, ses olarak ise üçüncü grup.
ALMAN SOSYAL DEMOKRAT PARTİSİ KÖLN MİLLETVEKİLİ LALE AKGÜN:
Köln’de 1994’ten beri milletvekili seçilen Lale Akgün, Baykal-Sarıgül gerginliğinin yaşandığı 2005’teki CHP kurultayına konuk olmuştu.
CHP'yi tamamen gözden çıkarmak akıllıca değil
Neresinden baksanız, Türkiye'de CHP'nin her zaman yüzde 15'lik bir oyu var. CHP'yi gözden çıkarmak, solun zaten bölünmüş oyları için akıllı bir karar olmaz
CHP'nin kendi içinden yenilenmesi de maalesef imkânsız görünüyor. Bence yeni oluşumların, mesela 10 Aralık Hareketi gibi, CHP'yi harekete geçirmesi gerekiyor
Alman sosyal demokratları nasıl başardı?
Alman SDP'nin 144 senelik mazisi var. O 144 senenin en çarpıcı özelliği şu: Zaman içinde değişimlere ayak uydurmayı başarmak ve hiçbir zaman halktan kopmamak.
"Trend"in ve halkın nabzını tutmuş olması ve bunu programlarına aktarmayı başarması SDP'nin başarısının sırrı...
Burada CHP'ye bir eleştiri var mı?
Ben Türkiye'yi başka ülkelerle kıyaslamayı doğru bulmam, her ülkenin şartları, tarihi ve gelişmesi farklıdır ama CHP de hiçbir zaman Avrupa'da anlaşıldığı gibi bir sol olmamıştır.
Milli gelirin adil bir şekilde dağıtılmasında önder bir rol oynamamış, mesela toprak reformunu hiçbir zaman gerçekleştirememiştir. Ecevit her ne kadar "Toprak işleyenin, su kullananın" dese de bu vaatler hep lafta kalmıştır.
12 Eylül solun belini kırdı
Sizce Avrupa'daki gibi bir sol Türkiye'de niçin bir türlü hayat bulmuyor?
Bir kere Türkiye'de solun belinin kırılması 12 Eylül 1980 darbesinin sonucudur. Ondan evvelki zaman zarfında Türkiye'de sol yine kendi çapında ilerleme ve gelişme göstermiştir.
Çok kuvvetli olmasalar bile sendikalar, sivil toplum örgütleri, dernekler, sol fikirlerin münakaşasını rahatlıkla yapabiliyorlardı. Ama 12 Eylül askeri darbesi solu silindir gibi ezdi ve dağıttı.
1980-81 yıllarında, birçok aydın arkadaş Almanya'ya kaçtığında burada kendileriyle tanışma ve konuşma fırsatını buldum. Dolayısıyla aydın insanların toplumsal ve politik sahneden nasıl uzaklaştırıldıklarını biliyorum. Sol 1982 Anayasası'yla birlikte öyle bir sarsıldı ki bugün hâlâ kendini toparlayamıyor.
Ama tek suçlu da 12 Eylül değil herhalde değil mi?
Değil tabii, bir de bugünkü CHP sorunu var. Sosyal adalet, dayanışma, beynelmilelcilik, azınlıkları koruma ve değişime açık olma... CHP bütün bu konularda maalesef halkın ihtiyaçlarına cevap veremedi. İşçiye, emekçiye, köylüye hiçbir konsept sunamadı. Hatta öyle ki CHP işçi ve emekçi sınıfı tarafından elit partisi olarak algılanıyor.
Ayrıca halkının çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede sosyal demokratların dini konulara kapalı kalması anlaşılır gibi değil.
Aslında Türkiye'yi bugünkü laik ve dinci kesim arasındaki kutuplaşmaya kadar getiren biraz da bu konuların sosyal demokratlar tarafından sahiplenmemesi olmuştur.
CHP harekete geçirilmeli
CHP Avrupa genelindeki sol camiada nasıl algılanıyor?
Avrupa solu CHP'yi milliyetçi, tutucu ve treni kaçırmış bir parti olarak değerlendiriyor. CHP'nin AB hakkında düşünceleri çok net değil, çünkü tavrı belli değil. AB'nin beklediği reformları çoğu zaman kabullenemiyor, hatta karşı çıkıyor.
Mesela Sayın Baykal'ın Ergenekon olayında "Davanın avukatıyım" demesi AB'de büyük bir şaşkınlık yarattı.
Siz uzaktan bakınca Türkiye'deki sosyal demokratlara nasıl bir çözüm öneriyorsunuz?
Neresinden baksanız, Türkiye'de CHP'nin her zaman yüzde 15'lik bir oy potansiyeli var. Böylece CHP'yi gözden çıkartmak, solun zaten bölünmüş oyları için çok akıllı bir karar olmaz. Öbür yandan, CHP hem parti içi demokrasisi konusunda, hem daralmış konuları açısından -hep aynı konular işleniyor çünkü: milliyetçi görüşler, laiklik- o kadar kemikleşmiş bir durumda ki, CHP'nin kendi içinden yenilenmesi de maalesef imkansız görünüyor.
Bence yeni oluşumların, mesela 10 Aralık Hareketi gibi CHP'yi harekete geçirmesi gerekiyor. Başarılı olur mu, bilemiyorum, ama bence denenmeli.
İl teşkilatları çalışmalı
Sizde de, bizde de 2009'da yerel seçim var; SDP nasıl bir kampanya planlıyor?
Seçim kazanmanın tek bir yolu var: Canı yürekten çalışmak. Örnek: Milletvekili seçildiğim Köln şehrinin nüfusu 1 milyondan biraz fazla, SPD'nin ise 6 bin 500 üyesi var. O 6 bin 500 üye seçimde çalışmak için şimdiden hazırlanmaya başladı.
Bu arada yerel düzeyde -yani Köln SPD il teşkilatı olarak- yerel seçim programı hazırladık: "SPD 2009 Haziran’ında seçimi kazanırsa, Köln'de yerel düzeyde neler yapacak?" Bu program Köln için özel dikim, yani konfeksiyon değil.
Şimdi bence CHP de il il, o ilin ihtiyaçlarına cevap verecek parti programları hazırlamalı. Ama bunu da Ankara'daki parti genel merkezi değil, o ilde yaşayan CHP'liler yapmalı. Başka türlü yerel seçim kazanmak mümkün değil.
CHP her ile göre projeler hazırlasa yerel seçimleri kazanır mı, bu yeter mi sizce?
Eğer CHP gelecek senelerde Türkiye'nin politik sahnesinde önemli bir rol oynamak istiyorsa, elbette önce halkçı bir parti olduğunu göstermeli. Zaten başka alternatifi yok. Bir partinin görevi devleti temsil etmek olamaz, tabii ki devlete ve yasalarına son derece saygılı olması lazım, ama bir partinin görevi halkın ve toplumun sorunlarına cevap vermektir. CHP bunu yapsın yeter.
CHP’nin künyesi
CHP 9 Eylül 1923'te kuruldu. 16 Ekim 1981'de kapatıldı. 25 Mayıs 1983'te Halkçı Parti (HP), 12 gün sonra da Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) kuruldu. 5 Kasım 1985'te SODEP ile HP birleşti, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) adını aldı. CHP 9 Eylül 1992'de tekrar açıldı. 19 Şubat 1995'te CHP-SHP birleşti. 24 Ekim 2004'te YTP, CHP'ye katıldı.
**********************SOL, ÇIKIŞINI ARIYOR -4**********************
Lideri belli kadro, sağlam bir ideoloji...
CHP üzerinden tedavinin şu aşamada hiçbir yolu yok. 2005’te ‘CHP artık vakıf olsun’ demiştim, ben hâlâ aynı düşüncedeyim. Yeni bir sol parti de zor, çünkü yine aynı hastalık olacak. Yeni sol arayışındakiler önce kendi aralarında liderleri belirlesin. Gerekirse dört aday seçsinler, hangisi sivriliyorsa o lider olsun. Bir de mutlaka sağlam ideolojik temele dayansınlar
ZÜLFÜ LİVANELİ:
Siyasetin bir şekilde hep içinde olan Zülfü Livaneli’yle halk arasında şarkılar, türküler, romanlar, filmler, konserler, günlük köşe yazıları üzerinden, ta 1980 öncesine uzanan özel bir iletişim hattı var. Üstelik bu özel hat sadece Türkiye’yle değil, dünyayla da bağlantılı… Kim ne derse desin, siyasetle uğraşanların yakalamakta çok zorlandığı bir güç bu ve elbette bir sanatçı olmanın avantajı da büyük. Ama Livaneli siyasetten bütün ümidini kaybetmiş durumda. Ve hatta hayli öfkeli… Onun bu ümitsizliği, öfkesinin nedenleri zaten solun da bir profilini veriyor:
LİVANELİ YORUMLUYOR
MUSTAFA KEMAL: Mustafa Kemal solcu değildi, biz de hiçbir zaman Kemalist değildik. Mustafa Kemal’ı birtakım üstün ve insani özellikleriyle değerlendirmek başka, ama Kemalist olmak başkadır. Kemalizm solun önünde engel olmuştur, ama Mustafa Kemal değil. Çünkü iki Mustafa Kemal vardır: Biri Nazım Hikmet’in “En devrimci baş sensin” dediği, Yaşar Kemal’in “Teneke” oyununda başkumandan olarak övdüğü ve o dönemin bütün solcularının “mazlum milletlerin lideri” olarak gördüğü Mustafa Kemal...
ORDU: Bir de bizim ordunun Latin Amerika orduları gibi bütün yurtseverlere, bütün okuyan yazan insanlara işkence yaptığı ve bunu Kemalizm adına yaptığı bir Mustafa Kemal var. Ordunun Kemalizm maskesi altında yaptıklarını yapmaya hakkı yoktu. Türkiye’nin bu noktaya gelmesindeki bir numaralı sorumlu ordudur. Soğuk savaş döneminde tamamen yanlış bir tahlil yaptı. “Solun karşısındaki herkes benim dostumdur” deyip önce ülkücüleri yarattı, sonra dincilerle kol kola girdi. Ve ordu ne yazık ki hala yanlış tahlil yapıyor.
KÜRTLER: Ahmet Türk benim sezdiğime göre müthiş bir kilit rol oynamak istiyor, ama o kadar zor durumda ki, bütün provokasyonların ortasında, çok mayınlı bir arazide yürümeye çalışıyor. Ben şu anda Türkiye’de en zor rolde Ahmet Türk’ü görüyorum. O bence sağduyulu ve dengeli biri, keşke başarılı olsa diyorum. Çünkü bu mesele Türkiye demokrasisini ve Türkiye toplumunu zehirledi, çürüttü. Türkiye’yi düzeltmek istiyorsak, önce Kürt sorununu çözmek gerekiyor.
NORMAL: Artık “normal” insan olmak çok zor. Çevrende davullar, borazanlar çalarken hiçbir tarikata üye olmadan, yalnız kalabilmeyi başarmak çok zor. Bu tarikat dinci olabilir, laik olabilir, ulusalcı olabilir, orducu olabilir, liberal olabilir. Kimse alınmasın, ama ben bu anlamda kafamı kimseye kiraya vermedim. Ve üzülerek görüyorum ki aydın çevrede, siyasi çevrede, medyada, profesyoneller arasında “normal”leri çok az, ama halktan konuştuğum hemen hemen herkes böyle.
- 12 Eylül’ün sola neler yaptığı malum, peki sol, sola neler yaptı?
Sol özellikle iki noktada kendine büyük zarar verdi. Birincisi, Türkiye 1990 başlarından itibaren üç kutba bölündü: Dinci, Kürtçü ve milliyetçi. İnsanlar sanki Türkiye’nin etrafına üç dev mıknatıs yerleştirilmiş gibi bu kutuplardan birine çekildiler. Eski yoldaşların bile biri kendini milliyetçi kutupta buldu, biri Kürtçü, biri dinci kutupta.
Milliyetçilik tuzağı
- Sol en çok hangi kutba çekildi?
Solun ciddi bir bölümü ne yazık ki kendi yerinde güçlü duramadı ve daha çok milliyetçilik tuzağına düşürüldü. Bugün Ergenekon’a giden yolun taşlarını daha o günlerden döşeyen insanlar oldu. Ben 1990’larda “Ulusal solun tercümesi nasyonal sosyalizmdir, bu da Nazi demektir. Sol asla milliyetçi olmaz, sadece patriot, yani yurtsever olur” diyen, Kassandralık* yapan belki bin yazı yazdım.
- Ne tepkiler almıştınız?
Bazı arkadaşlar bana müthiş kızıyordu. Milliyetçilik yerine ulusalcılık deyince bir şey değişiyormuş gibi bunu savunuyorlardı. “Ulusalcılık” deyince kendilerini rahatlatıyordu birileri, ama hadi çevirin kardeşim ulusalcılığı, karşılığı nasyonalizm. Hadi bakalım şimdi savunun dünyanın bir yerinde de bunu görelim. Almanya’da nasyonalizm lafını telaffuz dahi edemezsiniz.
- İş nereye vardı sonunda?
Bu kutuplaşma o kadar garip bir sonuç doğurdu ki, insanlar kendilerine işkence yapanlarla kol kola girdiler. İşkenceciyle kurban nasıl olur da aynı siyasi hareket içinde buluşur? Susurluk’ta ışıklarını açıp kapatan insanlar buna itibar eder mi; bizim ne alakamız var milliyetçilikle, kendi cellâtlarımızla? Yani hiç mi çizgi kalmadı? İnsanlar o zaman tekrar sağlarına sarımsak, sollarına soğan bağlasın; bu kadar karıştırılır mı? Bunun adı resmen “milliyetçiliğe yamanmış sol”du ve bu, Türkiye’de gerçek sol zemine büyük zarar verdi.
İkinci hata hırslar
- Bu birincisi; ya peki solun ikinci büyük hatası?..
İkincisi, solun kendi içindeki rekabet duygularını, hırslarını aşamamış olması…
- Bu kaç yılın hikayesidir?
1951 tevkifatında bile böyleymiş bu. Solcuları hapsederler, içerdeki solcular birbirine düşermiş, “Vay sen ihbar ettin, vay sen şu oldun, bu oldun” diye. Zavallı Nazım Hikmet’in şair yüreğini kemirenlerin çoğu yine kendi komünist partisindeki yoldaşlarıdır. Hikmet Kıvılcım’ın Nazım için yazdığı kitabı daha hiçbir sağcı yazmadı. Şimdi bu hastalık hâlâ devam ediyor.
- AKP’nin de herhalde çok işine yarıyordur?..
Yarar tabii, çünkü onlar tam tersini yapıyor. Partiyi kuracakları zaman Abdullah Gül’ün milletvekili olma yasağı yok; Bülent Arınç partinin ağabeyi; Şener var; ama “Halk seviyor, Genel Başkan Tayyip kardeşimiz olsun” dediler. Sol ise kamuoyunun önüne çıkıp alkış alan birini gördüğü zaman hemen “Biz bunu nasıl öldürürüz”ün hesabını daha o geceden yapmaya başlar.
1994'te sol kendini baltaladı
- Siz bunu 1994’ten iyi biliyorsunuz değil mi?
Ben ömrüm boyunca bunun aşılması için uğraştım.1994 belediye seçimlerinde de İstanbul’dan solun ortak adayı olmak için ortaya çıktım, bütün liderlerle konuştum, ama bir baktım ki hepsi hayatlarının en büyük mücadelesini bana karşı veriyorlar. 1994’te en vahşi şekilde benim karşımda olanları ben size sayayım: Baykal’ın CHP’si, Ecevit’in DSP’si, SHP adayı olmama rağmen SHP’nin kendisi, Cumhuriyet gazetesinin bazı yazarları, kendine sol diyen bir sürü örgüt, Aydınlık hareketi, daha aklıma gelmiyor. Bunların hepsi bana linç hareketi başlattılar. Ne oldu? 1994’te Türkiye’nin tarihi değişti. Çok az bir puan farkla Tayyip Erdoğan öne geçti. Ankara belediyesinde de aynısı yaşandı. Bütün yerel yönetimlerde sol birbirini baltaladı. Tayyip Erdoğan mübarek olsun o zaman size, başınıza aldınız, helal olsun.
CHP artık vakıf olsun
- Sizce bu hastalığı CHP üzerinden tedavinin bir yolu yok mu?
Bana göre şu aşamada hiçbir yolu yok. 2005’te yine sizinle yaptığımız söyleşide “CHP artık vakıf olsun” demiştim, ben hâlâ aynı düşüncedeyim. Halka soracak olsanız da halkın resmen bağrı yanıyor ve anlamıyorlar; “Nasıl oldu, Türkiye buralara nasıl geldi, Türkiye nasıl teslim edildi, aydınlar nasıl ihanet etti, CHP nasıl hâlâ Baykal’ın elinde”, anlamıyorlar ve isyan ediyorlar.
- Ya peki yeni bir sol parti; böyle bir girişimden heyecan duyar mısınız?
Doğrusu zor, çünkü yine aynı hastalık olacak. Yine kim genel başkan olacak dendiğinde kitlelerin itibar ettiği, arkasından gittiği insanların genel başkan olmaması için her şey yapılacak. Bir ara içinde 50 milletvekilinin olacağı bir örgüt kuruyorduk, epey ciddi bir güç olabilirdik, ama yine bu sorun yüzünden o da dağıldı. Çünkü solda saray darbeleri, komplo gelenekleri var, bundan kurtulamıyor.
Önce lideri seçsinler
- Siz bu deneyimlerinizin sonunda yeni sol arayışındaki kümelenmelere ne tavsiye edersiniz?
Damdan düşen halden bilir, o yüzden ne olur bana bir daha gelip de “Biz aramızda eşitiz, yola çıkacağız, hareket kendi liderini bulacak” demesinler, “Bu ben senin canına okuyacağım, herkes birbirini bıçaklayacak” demektir. Önce kendi aralarında liderlerini belirlesinler. Gerekirse dört aday seçsinler, dört ayrı kamuoyu araştırma şirketiyle halka sorsunlar, hangi isim daha sivriliyorsa onu lider yapsınlar. Kimse buna gelmiyor, kimse kabul etmiyor, ama en önemlisi bu. Bir de mutlaka sağlam bir ideolojik temele dayansınlar. Solun bir enternasyonalizmi vardır, ona sahip çıksınlar.
* Yunan mitolojisinin bir kahramanı olan Kassandra etrafındakileri hem Truva savaşının hem de Truva atının getireceği tehlikelere karşı uyarmaya çalışmış, ancak onu dinleyen olmamıştır.
AVUKAT EŞBER YAĞMURDERELİ:
Yağmurdereli, 2002 seçimlerinden önce de basında açık bir mektup yayımlayarak “Solda birlik çağrısı” yapmış, ancak erken seçim kararı dönemine denk gelince çağrısı olumlu bir sonuca ulaşmamıştı.
İhtiyaçlara görebir süreç başlatılmalı
CHP’nin kendisini dışında tuttuğu kesimlerin bir parti arayışı var. Bugün, mevcut durumdan rahatsız herkesin kendi ihtiyaçlarından dolayı katılabilecekleri bir siyasi süreç başlatmak gerekiyor.
Bu sürece katılacakların illa parti olması gerekmiyor. Partilerin aritmetik toplamından geçmiyor bu dediğim. Tek tek isimlerle de olmaz. Sol bir kitle partisi olmalı. Yani içinde herkes olmalı
Solun öne çıkan isimlerinden avukat Eşber Yağmurdereli siyasetin hemen tüm kanatları tarafından sevilen, herkesle diyalogu olan ender figürlerden biri. Adı bir süre önce Murat Karayalçın’ın gelecek 9 Mayıs’ta bırakacağı SHP Genel Başkanlığı için geçti. Yine bir süre önce CHP’nin zirvesinden partiye davet aldığı konuşuldu. “Benim bu tip hiçbir düşüncem yok” diyen Yağmurdereli, asıl kendi düşüncelerini bakın nasıl anlattı:
- Solda trafik canlanmış vaziyette; bu kesin, ama acaba hangi yöne akıyor, sizin gözleminiz ne?
40-50 yıldır bu ilişkilerin içinde bulunan ve tabii değişik kesimlerle de konuşan biri olmanın avantajıyla sanırım size şunu söyleyebilirim: Herkes kendisinin de içinde bulunduğu, ama sadece kendisine benzeyenlerin yan yana gelmeleriyle yeterli olmayacağını düşündüğü bir açılımın arayışı içinde.
- Biraz daha tarif eder misiniz?
Yani eskiden solun değişik örgütlenmeleri, belli asgari müştereklerde birleşmek suretiyle Türkiye’de sol adına bir çekim odağı olabileceklerini düşünüyorlardı. Ama bugün bu aritmetik toplamın Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı sorunları çözmekte yeterli bir güç oluşturamayacağı anlaşılmış vaziyette. Elbette solun kendi tarihsel ve toplumsal vazgeçilmezlerini hesaba katan, ama toplumun geniş kesimlerinin ihtiyaçlarını da örgütleyebilecek yeni bir siyasi yapılanmaya gereksinim var. Hatta bu ihtiyaç o kadar var ki CHP bu konuda insanları asgari ölçülerde umutlandırabilecek bir konumda olsa, oralarda bile bu arayışlar sürdürülebilirdi. Tıpkı 1970’ler CHP’sinde olduğu gibi…
Yeni bir süreç başlatılmalı
- Sosyalistler bugün eğer bunu dahi kendi aralarında tartıştıysa sol cephe bu kez gerçekten seçim kazanmayı istiyor demektir; peki gelinen son nokta ne?
Gelinen nokta şöyle: CHP’nin kendisini dışında tuttuğu kesimlerin bir parti arayışı var. Bu arayıştakilerin yakın taktik hedefi de yerel seçimler. Çünkü yerel seçimlerde bir psikolojik avantaj yaratılırsa bunun genel seçimlerde daha güçlü yan yana gelişlere imkân sağlayacağını düşünüyorlar.
- Planlanan partiden kasıt, bir çatı partisi mi?
Bu tam anlamıyla bir çatı partisi değil. Bugün çatı partisi dediğiniz zaman DTP ile diğer birkaç siyasi partinin arayışları akla geliyor. Oysa artık bugün, mevcut durumdan rahatsız herkesin kendi ihtiyaçlarından dolayı katılabilecekleri bir siyasi süreç başlatmak gerekiyor.
- O ihtiyaçları nasıl tanımlayacağız?
Günlük bir gazeteyi açtığım zaman beni hangi haberler rahatsız ediyorsa, o rahatsız eden olayların temelinde nasıl bir siyaset anlayışı yatıyorsa, işte siyaseten onlar benim ihtiyaçlarımdır; bu kadar basit.
Bir kitle partisi olmalı
- Bu siyasi sürecin içine girecek partileri kimler belirleyecek, onun ölçüsü ne?
Yok, zaten bu sürece katılacakların illa parti olması gerekmiyor. Partilerin aritmetik toplamından geçmiyor bu dediğim. Tek tek isimlerle de olmaz. Mesela şu çağrı bana gerçekçi gelmiyor: “Ahmet sosyalisttir o gelsin, Mehmet liberaldir o da gelsin, Hasan nedir, sosyal demokrattır, o da bu işin içinde olsun…” Bunlar işi kategorize etmek.
- Peki ne olmalı?
Sol bir kitle partisi olmalı. Yani içinde herkes olmalı. Belki bu arayışın asgari ihtiyaç noktaları bana yeterli gelmeyebilir, ideolojik olarak kendimi orada iyi hissetmeyebilirim, ama sıradan insanların özgürlük ve yoksulluktan kurtulma taleplerini karşılayan bir kitle partisinin de dışında kalamam. En arkalarda da olsam ben de mutlaka o yığınların içinde olmayı isterim, olacağım da… O yığınlar dediğim de bugün toplumun en az yüzde 60’ı…
Şu an her şey arayış
- Nasıl yapılacak bu; bir masaya oturup ilkeler belirlenecek, sonra onun altına imzalar atılacak, ondan sonra da bir lider mi çıkarılacak, nasıl olacak?
Öyle bir heyecan yaratmamız lazım ki bu ancak büyük bir proje olarak ortaya çıkarsak olur. Partileri, isimleri aşan, halka ulaşan bir proje. Böyle bir projenin “sosyal demokrat parti” adı altında olması dahi gerekmiyor. İhtiyacın belirlediği şeylere bakmak lazım, yani proje kendisini üretir. Ama onun dışında “Yarın için şöyle bir şey yapılabilir” netliğinde konuşmak da şu anda çok mümkün değil. Yine de ben şunu söyleyebilirim: Sol çıksın yarın desin ki bu yerel seçimlerde, “Şu ilde şu ismi destekliyoruz, bu ilde bunu destekliyoruz.”
- CHP de dahil mi buna?
CHP mutlaka olmalı.
- CHP ve DTP de mi?
Bugünkü ilişkileri dikkate aldığımız zaman asla bir araya gelemezler gibi gözüküyor, ama bir de neresinden bakarsanız bakın, hangi ölçüler içinde görürseniz görün, bunlar aslında aynı alana ait insanların oluşturduğu üst yapılar. Yani aslında tabanda bir CHP’li de demokrasi ihtiyacından söz ediyor, bir DTP’li de varlığının güvencesinin Türkiye’de demokratik sürecin akışkan hale gelmesi olduğunu biliyor. Bu köken birçok psikolojik engelin aşılmasında yardımcı olabilir, ama dediğim gibi “Nasıl yapmalıyız” sorusunun bugün hiç kimsede bir yanıtı olduğunu düşünmüyorum. Şu anda her şey bir arayış noktasında.
Dil ve iletişim sıkıntısı
- Peki o zaman ne yapılmaması gerektiğini söyleyin…
Onu söylerim: Sol artık bu dili kullanmasın, çünkü hem halkla iletişim kuramıyor hem de solun diğer gruplarıyla… Ortak bir dil bulamamak da şöyle sonuçlara yol açıyor: Diyelim bir iki girişimde bulunuluyor, bir şeyler yapalım diye, o arada bir tıkanma olduğu zaman bunun yarattığı çözümsüzlük bu sefer herkesi “Tamam öyleyse, biz de kendi yolumuza gidiyoruz” şeklindeki bir tepkiye götürüyor. Burada asıl olan şudur: Türkiye toplumunun ihtiyaçları konusunda samimi olmak ve problemlerin çözüm yolunun birliktelikten geçtiğini düşünerek o noktada bu samimiyeti bütün ilişkilere ve araçlara taşımak.
YAĞMURDERELİ YORUMLUYOR:
SERMAYE: Oluşturulacak bir kitle partisinin aslında sermayeyle de başka türlü bir ilişki kurmayı denemesi gerekebilir; referanslarını doğru koyarsa bu da mümkün. Mesela AKP’nin uyguladığı iktisadi politikada üretim ve istihdam yok. Oysa ihracatı teşvik eden, uluslararası sermayeyi yatırımlara yönelten ve bu politikalar üzerinden üretimi ve istihdamı arttıran, dolayısıyla gelir dağılımını düzenleyip, yoksullukla mücadele edebilen bir politika bugün Türkiye’de herkesin işine gelir.
TÜRBAN: Türban dediğiniz şey aslında üniversite özgürlüğüyle ilgili bir şeydir. YÖK’ü tartışmaya başladığınız zaman bütün bu sorunların çözümü de belki onun içinden çıkabilir. Bilimi merkeze alan bir hayat tarzı üniversite içinde türban dâhil her türlü sorunu çözer ve bu kimseyi rahatsız etmez.
TEHLİKE: AKP’nin kullandığı terim şu: “Sol belediyeler kıyılarda kaldılar, onların hepsini denize dökeceğim.” Peki, bu ülkede insanlık değerlerini savunanlar denize döküldüklerinde geride nasıl bir ülke kalacak bunu düşünmek gerekiyor. Tehlike gerçekten vardır ve bunun tedbirini almak gerekir. Bu tehlikeyi yaratan da tek başına AKP değildir, AKP ve bağlaşıklarıdır, ama esas olarak da solun içinde bulunduğu etkisiz durumdur…
SOSYAL DEVLET: Laikliğe karşı eylemlerde odak olduğu için Anayasa Mahkemesi AKP’ye ceza verdi. Peki, laiklikle aynı maddede yer alan sosyal devlet, o da Cumhuriyetin vazgeçilemez, değiştirilemez niteliklerinden biri değil mi? Asıl o AKP tarafından tamamıyla tasfiye edilmiş durumda. Başsavcı asıl sosyal devlete karşı eylemlerde odak olduğu için dava açsa AKP’yi kapattırırdı ve çok da haklı olurdu.
AKP’NİN FAYDALARI: Solun bölünmek için AKP’ye ihtiyacı yok. AKP solu bölmedi de, ama en azından bu “liberal solculuk” uydurması üzerinden solu düşünmeye sevk etti. Aslında AKP’nin toplum için şöyle bir iyi tarafı oldu: Türban dedi, insanlar bunun kitapta yeri var mı diye araştırmaya başladılar; faizi AKP ile ilişkilendirerek tartıştılar, AKP’nin ne kadar Müslüman ya da demokrat olup olmadığı noktasında insanları düşünmeye sevk etti. Sol da kendi referanslarını hatırlar duruma geldi ve şunu apaçık gördü ki demokrasi emeği ve özgürlükleri savunmadan kazanılacak bir şey değildir.
**********************SOL ÇIKIŞINI ARIYOR - 5 **********************
AB ile bir an önce barışmak gerekiyor
‘İstemezük’çülerden başlayıp Erbakan ve Erdoğan’a varan tutucu çizgideki tablo 2002’de birdenbire AB’ci kesiliyor. Sol da AKP’nin karşısında görünmek adına AB’ye muhalefetle meşguldü. AB alanını AKP’ye bırakmak olacak şey mi? AB’ye uyum süreci zaten demokrat, hatta sosyal demokrat bir partinin isteyebileceği reformları içermiyor mu? Hele ‘sosyal Avrupa’ modeli tam bizim hedefimiz değil mi? O yüzden Türkiye solunun bir an önce AB ile barışması gerekiyor.
SOSYAL DEMOKRASİ VAKFI (SODEV) BAŞKANI AYDIN CINGI:
SODEV Başkanı Aydın Cıngı’nın soyadı dünkü anonsta yanlışlıkla “Çingi” diye çıkmış. “Cıngı” Orta Anadolu’da “kıvılcım” demek. Aydın Cıngı’nın da sol için kıvılcım yaratacak, onu önümüzdeki yaklaşık 2-3 yıl içinde ateşe dönüştürmeyi hedefleyen iki önerisi var. Biri AB’yle barışmak, diğeri de “deli gibi” çalışıp sosyal projeler üretmek. Cıngı’nın “nüans” konusundaki gerçekçi uyarısını da ayrıca dikkatinize sunarız:
Sol, AB’yi AKP’ye niçin kaptırdı, sizin gözleminiz ne?
AB’den uzmanlar zaman zaman İstanbul’a gelip gidiyor. Onlarla çok sık buluşup konuşuyoruz. Sonuçta bunların bazıları da senli benli olduğumuz sosyal demokrat parlamenterler. Ama bakıyorum çoğu hâlâ AKP’yi destekliyor. Sebebi nedir diye ben de incelemeye çalıştım.
Ne buldunuz?
Zihinlerindeki kurguda bir an bir “tık” oluşmuş.
Nasıl bir tık?
Bunlar Tanzimat’tan bu yana bizim hep o aydınlanmacı, cumhuriyetçi, Kemalist, reformist akımın temsilcilerini muhatap saymış, “istemezük”çülerden başlayıp da Erbakan yoluyla Erdoğan’a varan Batı karşıtı, tutucu çizgiyi de hep karşılarında görmüşler. Fakat 2002’de birdenbire tablo değişiyor. Bir bakıyorlar ki, dinci sandıkları AKP’liler etraflarında koşuşturuyor. Hatta çok fazla heves göstererek Chirac’a “Durun kardeşim, sakin olun” bile dedirttiler. Aslında özünde demokrat olmayan bir kadro, o 2002-2004 arası, konjonktür zoruyla ve daha başka hesaplarla birden reformcu kesildi.
Ezber bozma süreci
AKP bu kadar reformcu kesilirken sol muhalefet ne yapmakla meşguldü?
Bizde muhalefet yapmak iktidar ne yapıyorsa tersini yapmak olduğu için AKP’nin karşısında görünmek adına AB’ye muhalefetle meşguldü. Gerçi AB’nin istediği reform paketlerinin açılmasına oy verdiler ama bir taraftan da belli rezervler gözetmeye başladılar. Çünkü zaten CHP kendini ulusal egemenliğin koruyucusu sayıyor.
O yüzden de entegrasyon anlayışını kavrayamıyor ve AB ile ilişkinin belirli süreçlerini “ulusal onur”, “ödün vermeme” vb. konusu yapıyor. İçine kapanmacı tavırlar alıyor.
Avrupa da bundan etkilendi mi?
Hem de çok. Çünkü baktılar, Allah Allah yüzyıldır yüzü Batı’ya dönük olan ve kendilerinden belledikleri akımın temsilcileri kendilerine karşı bir duruş sergiliyor. O zaman dediler ki, “Madem böyle biz de ezber bozalım.”
Burası çok önemli, çünkü ezber bozma süreci son derece büyüleyici bir süreçtir. Onlar da bu büyüye kapılıp “Bu kadar yıllık adamlar bizim bildiğimiz gibi değilmiş, meğer doğru olanlar öbürleriymiş” demeye başladılar. Bunu da kendilerine o kadar çok vesileyle ve o kadar sık tekrarladılar ki, artık kafalarında her türlü nüans eridi ve bu fikir yerleşti.
Tık orada geldi yani?
Geldi ve biz şimdi o kurguyu düzeltemiyoruz. Şimdi sanıyorlar ki bugünkü kavga otoriter laiklerle Müslüman demokratlar arasındadır. Bunun böyle olmadığını ben yazıyorum, çiziyorum, konuşuyorum...
AKP’li demokrasi savaşçıları
Anlamıyorlar mı?
Anlamıyorlar; birazcık sarsıyoruz ama çok yavaş. Onları en kolay yine Erdoğan sarsar. O ve tabanı, bu potansiyele sahip. Gerçi tam da sarsmaya başlamışlardı ama kapatılma davasıyla birlikte hemen mağdur-demokrat konumuna yeniden getirildiler.
Ama parti kapatılmadığına göre bu algı sorunu hâlâ bitmedi mi?
Hayır, bitmedi. Kapatılmama kararıyla AKP yalnızca bir istismar olanağından yoksun kalmış oldu ama AB’de etkili kesimler hâlâ muhalefetin, sandıkta bileğini bükemediği AKP’yi demokrasi dışı yollardan kıstırmaya çalıştığını düşünüyor.
CHP, yargı, ordu, ne kadar cumhuriyet kurumu varsa hepsini bir kefeye koyup sandık demokrasisini engellediğine inanıyor. Onların karşısında da, malum, “AKP’li demokrasi savaşçıları” var. İşler bazen bu ölçüde tanınmaz hale geliyor.
Acaba AB’nin bu “tık” gelmiş hali CHP’nin de kendisini geri çekmesine haklılık payı verir mi?
Vermez tabii ki; AB alanını AKP’ye bırakmak olacak şey mi? Ama tamamen bıraktılar. Bu kabul edilebilir bir şey değil, AB perspektifi Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yönelişlerinde bir numaralı faktör. AB’ye uyum süreci zaten demokrat, hatta sosyal demokrat bir partinin şu aşamada gerçekleştirmek isteyebileceği reformların önemli bir kesimini içermiyor mu? Hele AB solunun önerdiği “sosyal Avrupa” modeli tam da bizim hedefimiz değil mi?
Şimdi böyle bir alanı olduğu gibi başka bir yere terk ediyorsunuz. O yüzden bence Türkiye solunun bir an önce AB ile barışması gerekiyor.
AB’dekilere anlatmamız lazım
Nasıl barışılabilir sizce?
AKP’nin aslında bal gibi dine dönük talepleri Avrupa’ya “özgürleştirici, demokratik” talepler gibi takdim ediliyor. Sağ olsun liberal dostlarımızın da katkılarıyla... O zaman biz sosyal demokratların da bunun böyle olmadığını anlatmamız gerekiyor.
Konuşmak, yazmak lazım. AB’dekilere “Ortak dünya görüşümüze, geleceğin toplumuna ilişkin tasavvurumuza, tablonun bütününe bakın kardeşim” demek lazım. “Konjonktüre bağlı kısa süreli sapmalara kulak asmayın “ demek lazım. “Size, ‘Biz Batı’dan bilim almadık; ahlaksızlık aldık’ diyen zihniyet bizden daha mı yakındır?” diye sormak lazım. Ve en önemlisi dünya ve Avrupa soluyla uluslararası platformlarda, solun evrensel değerleri ekseninde buluşmak lazım.
O zaman o tık çözülebilir yani?
Çözülebilir tabii, biz buna uğraşıyoruz. Ben hakikaten sabah akşam bunlarla uğraşıyorum. Mesela daha geçen gün bir AB’li ziyaretçi topluluğuna AKP yolsuzluklarından söz ettim. Bilmiyorlar ki, şaşıp kaldılar.
Peki AB içinde Türkiye’deki sosyal demokratları, yeni oluşumları destekleyen yok mu?
Olmaz mı! Biz sol olarak AB’de sandığımız kadar desteksiz değiliz. Aslında AB solu da Türkiye soluna üzgün bakıyor; insan hakları ve demokrasi bahsinde niye gerilerde kaldınız, niye AKP’ye iktidar alternatifi üretemediniz diye... Ben bizlere “Hadi artık yapın bir şeyler” diyen çok AB’li solcu tanıyorum.
Nasıl bir şey yapmak lazım sizce?
AB hedefinin kapsadığı değerler şu anda muhalefet partisi ile çağdaş bir sosyal demokrat parti arasındaki ayrım çizgisi. Milliyetçilik, izolasyonizm, azınlıklara yaklaşım farkı falan hep burada. O halde bu ayrımdan yola çıkarak bir kitle partisi oluşturabilir.
Zaten bir iktidar alternatifi oluşturmak istiyorsanız mutlaka merkez sağın karşısına bir kitle partisiyle çıkmanız şart, başka türlü iktidar olamazsınız. Ama o da çok zor.
CHP’nin yapısında sorun var
Niye çok zor?
Çünkü CHP bu konumuyla burada durdukça ve bu “AKP mi CHP mi”, “Laiklik mi dincilik mi” kutuplaşması sürdükçe -çünkü çok müthiş bir kutuplaşma var- bu demin anlattığım AB’ye bakıştaki gibi nüansları falan hep eritiyor.
Nüansların erimesi çok tehlikeli bir şeydir. Nüansların olmadığı bir siyasi ortamda hiçbir yeni hareket, yeni bir parti başarılı olamaz. Ne olur? Daha bir süre daha CHP spektrumun solunu işgal etmeye devam eder.
İşte o zaman Fuat Keyman ekibi de diyor ki, CHP kalsın, partiyi dönüştürelim?
Bence böyle bir olasılık yok değil ama bu kısa vadede olabilecek gibi de görünmüyor. Çünkü CHP’de iş bir tek yönetimin değişmesiyle bitmiyor, yapıda da artık bir sorun var.
Ne yapılacak o zaman?
AKP’nin bir kere yavaş yavaş bu halkın desteğini yitirmesi lazım. Bu da olacaktır zaten. Gerçi ben AKP’ye bir dönem daha biçiyorum. Yerel seçimlerden bir müddet sonra muhtemelen erken genel seçim yapacak ve korkarım onu da alacaktır diye düşünüyorum. Ama o arada da mutlaka erozyona uğrayacak. İşte bizim bugünden o erozyona uğrayacakları döneme kadar zamanı deli gibi çalışarak ve çok iyi bir strateji yaparak geçirmemiz lazım.
İğneyle kuyu kazacağız
Nasıl bir strateji mesela?
İşte burada AB çok önemli. Solcuların bir an önce AB’cilerle barışması gerek dememin sebebi de bu. Bir an önce o açılan aranın kapatılması ve çağdaş, kitlesel bir partinin AB sürecini AKP’den daha iyi götüreceğinin AB’deki dostlarımıza anlatılması gerekiyor.
Bu kadar önemli olan ikinci strateji de sosyal projeler. Öyle Salı grup toplantılarında Hacivat’la Karagöz konuşuyor gibi olmaz bu işler. İğneyle kuyu kazacağız. Bütün solun kitlesel biçimde ve belirli projeler bağlamında halka “Bunlar böyle yapmıyor bakın” diye yanlışları yavaş yavaş anlatması gerekiyor.
Mesela fındık üreticilerine gidip “AKP’nin kendine yakın bir gruba verdirdiği çok yüksek miktardaki kredinin size tahsis edilmesi durumunda fındığınızın taban fiyatı şuradan şuraya yükselirdi” demesi gerekiyor. Mesela “kadınlara iş edindirme projeleri” hazırlamak gerekiyor.
İşte bu tip somut projeler, söylemler etrafında insanlar birleşecek, birbirleriyle iletişime geçecek ve yavaş yavaş aynı dalga uzunluğuna erişecekler.
Sol figürler sizce bir gün kendi içlerinde aynı dalga uzunluğuna erişebilecekler mi?
Bizim zaten önce onu aşmamız şart. Özellikle şu “sol liberal” denilen kesimle aramızdaki kutuplaşma hiç hoş bir şey değil. Biz bu insanlarla zaten baştan beri beraberdik. Kimilerini artık tamamen geçelim, ama bu insanların arasında önemli solcular da var. Onlarla yeniden oturup anlaşmak, konuşmak lazım.
RADİKAL YAZARI VE BİLGİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. HALUK ŞAHİN:
Haluk Şahin, dizi boyunca konuştuğumuz isimler arasında ümidini en çok koruyanlardan biriydi. Hele de isim babası olduğu “Ötekiler”in 2009’da mutlaka bir çıkış yapacağına inanıyor Şahin...
‘10 Aralık’çılar katalizör olabilir
AKP bu seçimde de ağır bir zafer kazanırsa, böyle bir yenilgi halinde Deniz Baykal-Önder Sav ekibi CHP’nin başında kalmaya devam edemez. Belki orada bir değişim başlar, şimdi bekleyiş halindekilerin enerjisi CHP’ye yönelir
Öyle olmazsa demokratik solda büyük bir hareketlilik yaşanır, yeni partiler kurulur, yeni isimler ortaya çıkar. Soldaki partilerin işbirliği yapması şart. Birileri, örneğin 10 Aralıkçılar bunun katalizörlüğünü yapabilir
Bir süredir Ergenekon ve AKP üzerinden özellikle sosyalistlerle liberaller arasında devam eden tartışmanın daha ziyade liberaller, ulusalcılar ve İslamcıların çevresinde yoğunlaştığı şubat günlerinde Haluk Şahin’in Say yayınlarından bir kitabı çıktı: “Liberaller, Ulusalcılar, İslamcılar ve Ötekiler.”
Biz de haliyle “Ötekiler”in isim babasına sorduk:
Kitap, “Ötekiler”le buluştuktan sonra ilk izlenimleriniz ne oldu; mesela gözlerinizle de gördünüz mü “Ötekiler” kimmiş?
Gördüm, kitabı okuyan ya da gazetelerden bu kavramı öğrenen pek çok kişi gelip bana “Ben de ötekilerdenim!” dedi. “Ne güzel oldu, içim rahatladı, mahalle baskısı yüzünden bazı konularda sesimi çıkaramıyorum, meğer yalnız değilmişim” diyenler çıktı. Bunlar daha çok sosyal demokrat kesimden insanlardandı ama onlarla da sınırlı değildi.
Türkiye’de aslında “Ya bizdensin ya düşmansın” amansızlığından şikâyetçi pek çok insan var. İşte o insanlara AB yanlısı olmakla Türkiye’yi sevmek ya da Atatürk’ü savunmakla demokrat olmak arasında bir çelişki olmadığını hatırlatmak iyi geldi; en çok bunu gözlemledim.
‘Ötekiler’ çok ve bekliyor
Ne istiyor sizce “Ötekiler”?
Öteki olduğunu tespit eden herkes şu soruyor: “Peki öyleyse ne yapalım?” Tıkanmışlığı değiştirecek bir adres istiyorlar. Belki önce bir kulüp, bir forum... Zamanla bir parti... Bana bile “Hadi bakalım!” diyenler oldu, ama tabii ki o kişi ben değildim.
Peki ama sizce bu “değiştirme” isteği ne kadar güçlü?
Yani “Ötekilerin eti ne budu ne?” diye soruyorsan Devrim, bu insanların sayıları hiç az değil. Büyük çoğunluğu solda olmakla birlikte liberal sağda da benzer arayışlara rastlanıyor. Ama örgütsüzlük nedeniyle birikemiyor, bir ırmak olup akamıyorlar. O yüzden şimdi onlarda müthiş bir bekleyiş var.
Neyi bekliyorlar?
Yerel seçimlerde ne olacağını, CHP’de neler olacağını bekliyorlar. Solda yeni bir ismin çıkıp parlamasını bekliyorlar... Fikirler ve programlar ne kadar iyi olursa olsun Türkiye’de karizmatik lidersiz siyaset yapmak çok zor. Böyle bir lider bekliyorlar. O yüzden önümüzdeki yerel seçimler, solun bundan sonra ne yapacağına dair kritik bir önem taşıyor.
2009 sosyal demokratların
Size en yakın gelen senaryo hangisi; sizce 2009’da ne olacak?
Eğer AKP bu seçimde de ağır bir zafer kazanırsa en azından CHP’ye oy veren kesimlerindeki moral bozukluğu doruğa çıkacaktır. Böyle bir yenilgi halinde Deniz Baykal-Önder Sav ekibi CHP’nin başında kalmaya devam edemez. Belki orada bir değişim başlar, şimdi bekleyiş halindekilerin enerjisi CHP’ye yönelir.
Öyle olmazsa, ki daha büyük bir olasılık bu, demokratik solda büyük bir hareketlilik yaşanır, yeni partiler kurulur, yeni isimler ortaya çıkar. Yani 2007 ve 2008 yılları iyisi ve kötüsüyle AKP’nin yılları oldu ama 2009 sosyal demokratların yılı olur. Zaten artık tarihsel bir zorunluluk bu.
AKP’yi yerel seçimlerde durdurmanın bir formülü yok mu?
Soldaki partilerin işbirliği yapması şart. Birileri, örneğin 10 Aralıkçılar (10 Aralık Hareketi) bu işbirliğinin katalizörlüğünü yapabilirler. Çünkü tazelenebilmesi için solun mutlaka bir seçim zaferine ihtiyacı var. AKP’nin bir kaç puan bile geriletilmesi en büyük meydan okuma olur. İslamcı siyasetin yükselişi yerel yönetimlerden başlamıştı, geriletilmesi de oradan başlayabilir. Üstelik AKP’nin de kaybedebilirliğinin kanıtlanması “demokratik yarış”ı güçlendirir.
Siyaset yurda yayılmalı
Böyle bir başarı için solda işbirliği yeter mi?
Aday saptaması da çok önemli. Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen efsanesi nasıl oluştu? En zor koşullara rağmen, bu bir kişi bir kentin kaderini nasıl değiştirdi? Kusurları ne olursa olsun, Mustafa Sarıgül’ün, CHP’nin yüzde 30 oy alamadığı Şişli’de yüzde 65 oy almasının sırrı nedir? Bunların incelenmesi lazım.
Ya yerel seçimlerden sonra?
Ondan sonrası için önerim sürekli siyasi eylemdir. Siyaseti Ankara’dan ve gazete köşelerinden çıkartıp bütün yurt düzlemine yaymak lazım. Üzümü bağlarda kalmış üreticiye ne öneriyorsun? İşsiz öğretmen adayına ne öneriyorsun? Sinop’taki çevreciye ne öneriyorsun? Hatta başörtüsü yasağı nedeniyle üniversiteye gidemeyen öğrenciye ne öneriyorsun?
Sol eğer bu demokrasi ve değişim bayraklarını geri alırsa AKP’den oylarını da geri alır ve Türk demokrasisinin buluğ çağı sona erer.
YAKLAŞIK 5.5 KATI
2007’de seçmen sayısı 42 milyon 751 bin 284. Geçerli oy sayısı 34 milyon 822 bin 907. AKP 16 milyon 327 bin 291, CHP+DSP 7 milyon 317 bin 808 oy aldı. CHP’nin toplam üye sayısı yaklaşık 650 bin, AKP’nin ise 3 milyon 600 bin.
**********************SOL ÇIKIŞINI ARIYOR - 6 **********************
Devletçilikle oy almak zor
Dünya sanayi devriminin birinci aşamasına geri döndü: Sermaye güçlü ve örgütlü, emek zayıf ve örgütsüz. Ama sermayenin büyük vurgunu yatırıma dönüşüyor. Emek yine güçlenecek. Bu aşamada şunlar yapılmalı: 1- Demokratlaşmaya çalışmak, çünkü değiliz; 2- Kapsama alanımızı bütün ezilmiş-dışlanmışlara genişletmek, çünkü çok dar; 3- Devletçilik yerine birey mutluluğunu hedeflemek, çünkü devletçiyiz ve oy almak hayal
PROF. DR. BASKIN ORAN:
Prof. Dr. Baskın Oran’ın fikirlerini eleştirmek ya da “Ağzına sağlık hocam” demek elbette herkesin kendi durduğu yere bakar, ama Baskın Hoca da meseleleri tıpkı Mülkiye’deki öğrencilerine anlatır gibi tek tek, hiç yan yollara sapmadan, öyle dikkat çekici bir şekilde ortaya koyar ki; sonunda ya kabul ettirir ya da tartışma başlatır. Tıpkı şimdi olacağı gibi:
Geçenlerde bir “ortodoks sol” dediniz, özellikle sosyalistleri çok kızdırdınız; size göre bizdeki solun ortodoksluğu (katı, dogmatik) nereden geliyor?
Bir kere geç kalmış olmasından geliyor. Geç buluğa erdin de mi böyle oluyor. Üstelik, azgelişmiş ülke çocuğusun. Sol Avrupa’da 1850’lerde çıktı ortaya. Bizde ancak 1961 Anayasası sonrasına denk geldi.
Nasıl denk geldi?
Türkiye’de sanayi esas olarak Demirel döneminde (65 sonrası) patlama yaptı. Sanayinin patlaması demek burjuvazi demek, burjuvazinin patlaması demek de proletaryanın patlaması demek. 1961 Anayasası’yla gelen özgürlüklerle bu patlama birbirine denk düşünce oradan bir sol hareket doğdu.
Avrupa soluyla aradaki bu 100-110 yıllık fark neye sebep oldu?
Bizim solun, sözcüsü olmaya soyunduğu kitleleri emekçilerle sınırlamasına sebep oldu. Proleter sınıf yeni ortaya çıktığı için sol bunu doğal olarak yaptı, oysa o dönem (1968) artık bütün dünya solunda “ezilmiş ve dışlanmış” kategorileri oluşmaya başlamıştı. Bizdeki sol ise bu gruba bir tek, o da ittire kaktıra, Kürtleri ekledi o kadar. 80’lerde feminist hareket, gayrimüslimlerin durumu, eşcinseller, ibadullah ortada; bunlara hiç bulaşmadı bizim sol.
Bunun tarihi geriden takip ediyor olmanın dışında başka nedenleri var mıdır?
Var; 1- 1971 ve 80 darbeleri arasında sol canının derdine düşürülmüştü. 12 Eylül travması çok ağırdı.
2- Ortodoksluğu bu yeni kategorilere ilgi duymasını engelledi.
3- Bir memlekette ortalama entelektüel kapasite ve kültür zayıf olur da sadece sol kuvvetli olur diye bir şey olmaz. İşin içinde biraz da köylülükten kurtulamamış küçük burjuvalık da var tabii. Eşcinsel hakları ve köylü, aman tanrım!
4- Birtakım insanlar solu kendilerine paye diye düşündüler ve kapsamı genişlettiğin zaman yerlerine başka adamların gelmesinden korktular.
Hocam sizin “ortodoks sol”a kendi sınırlarıyla ilgili bir eleştiriniz daha var; “Sol tam bağımsızlık ve anti emperyalizmle sınırlandırılamaz. Hangi Marx’ta bunu okudunuz?” diyorsunuz. Bunu Kemalist sola mı söylüyorsunuz sosyalist sola mı?
Esas olarak Kemalist olup da kendini solcu sananlara. Çünkü bu iki kavram iyi de Marksistten çok milliyetçi kavramlar. Üçüncü Dünya için geliştirildi bunlar; oralarda köylü ve küçük burjuva aydınından başka ne var? Bunu ben kendimden biliyorum, ben de bu iki kavram sayesinde solcu oldum. Bu kavramlar beni de çekti içine. 1964-68 arasında milliyetçiydim çünkü.
Ya peki sosyalist sol?
Devrim sen sanıyor musun ki sosyalistler Kemalist değildi? En başından beri Türk solu devletçi olmuştur. Devletçiliği sosyalizm sandık biz. Devlet canımıza okuduğu halde devletçi olduk.
Hâlâ mı sosyalistler devletçi?
Hem de nasıl. O yüzden Ergenekon bir kırılmaya sebep oldu diyorum ya. Görmüyor musun; “ulus-devlet”i koruyorlar.
Bana ne AKP’den yahu?
Nereden kuruyorsunuz bağlantıyı?
Kemalizmin iki temel direği vardır: Biri Batıcılık, biri de otoriter devlet. Bugünün Kemalistleri Batıcılığı sadece laiklik biçiminde anlıyorlar ve onu koruyabilmek için de otoriter devletin yanında yer alıyorlar. 2008 yılında 1930’ların devleti! Bunların “muasır medeniyet”ten haberi yok. Ergenekon’u deşmek isteyenlere yardım etmeyenlerin korkusu malum: Eğer Ergenekon meselesine girersek o zaman bu AKP’ye yani dincilere yarar ve o da laikliğe aykırı bir ortam yaratır. Farkında değiller ki onların ekseni, “darbeci-darbe karşıtı ekseni” yerine “laikçi-dinci ekseni.”
Peki, acaba siz de kendi kendinize şunu hiç soruyor musunuzdur: “Ya ben de biraz fazla mı AKP’yi destekler oldum” diye?
Son derece meşru bir soru bu ama çok saf. Bana ne AKP’den yahu? Ben AKP’yi 2002 Kasım-2004 Ekim arası destekledim, çünkü AB uyum paketlerini çıkardılar. Bir de 2005’te Boğaziçi’nde Ermeni Kongresi’nin toplanmasına izin verdikleri zaman. O Cemil Çiçek’e rağmen.
Ne zaman bitti desteğiniz?
2005’ten sonra bitti, çünkü kendi reformlarından korktular. İzmir argosuyla fıydılar. Tüydüler. Ta ki Ergenekon patlayana kadar, Ergenekon patlayınca yine destek verdim.
Yalnız orada da insanın aklına bir şey takılıyor, acaba neden Ergenekon soruşturması 5 Mayıs 2007’taki Erdoğan-Büyükanıt zirvesinden sonra başladı (12 Haziran 2007); siz onu çözebildiniz mi Hocam?
Dikkat edersen bu dava muvazzaflara ilişmiyor. Muvazzaflarla da zaten kavgalı olan emeklilere ilişiyor. Zaten muvazzaflara dokunsa, askeri mahkemeye gider dava ve Şemdinli gibi olur. Ayrıca şunu da söyleyeyim, benim için hiç fark etmez Derin Devlet’e niye dokunulduğu; bir kere dokunulsun, yeter. Çok mu gördük böylesini? Susurluk’ta mı gördük? Şemdinli’de mi? Bunlar şımarık çocuk gibi vallahi.
Ama sessiz kalmakla eleştirdiğiniz sol kesim de diyor ki “Bu bir devlet operasyonu, biz bunun nesini alkışlayalım?”
Pes! Devlet kötülüğe karşı çıktığı zaman devlet desteklenmez diye bir kural mı var? Bunlar Marx ve Lenin’de kalmışlar, Poulantzas’ın “Devletin Göreli Özerkliği”ni bile duymamışlar. Kötülüğe karşı kim çıkarsa ben desteklerim. Su koyverdiği anda da vururum.
Ben şu anda bir sürü rezillik yapan AKP’ye vurmuyorsam, onunla mukayese edilmeyecek daha rezil durumlar var sırada. Görmüyor musun, Gül’ün Erivan ziyareti için burada Baykal “Sakın gitme!” diyor, orada Koçaryan “Sakın gelme!” diyor. Aynı hamurun adamları bunlar. Milliyetçinin Ermeni’si-Türk’ü olur mu? Ortada 280 tane el bombası saklayarak gezinen muhteremler varsa bitmiştir olay. Politika mı olurmuş silaha karşı?
Bu görüş ayrılığı sizce solda ne kadar derin bir bölünme yaratmıştır?
Çekoslovakya işgali olunca Aybar ilk defa sesini yükseltti. Cesur bir sesti. Bizdeki ilk bölünme buna, 1968’e kadar uzanır: Özgür sosyalizmle, Sovyetçi yani ezberci sosyalizm bölünmesi. Şimdiki Ergenekon bölünmesi 1968’dekinden çok daha ciddi ama iyi. Sol şimdi kendisiyle hesaplaşıyor, kendini bir hücreye kapamaya devam edip etmeyeceğini konuşuyor.
Hücrenin içinde ne var?
Hücrenin içinde ortodoks Marksistlerin sınıf kavramı var, başka bir şey yok. O sınıf kavramını muhafaza ederek ötesine geçmek isteyenlere de “neoliberal” diyorlar. Bu tabii affedersin “Onun-bunun çocuğu” demek.
Şu aşamada particilik zor
Size denilen “sol liberal”...
Neoliberal de diyorlar, hiç merak etme. Ama bu şu an bir tek bizde değil, bütün dünyada böyle. Çünkü sol her yerde zayıf. Çünkü büyük bir üretim biçimi değişikliği yaşıyoruz. Milli kapitalizmden, uluslararası kapitalizme geçiyoruz. Yeni üst yapı daha oluşmadı. Aslında sol bu boşluğu iyi kullanmalı.
Ne yaparak?
Dünya bir süreliğine sanayi devriminin birinci aşamasına geri dönmüş vaziyette: Sermaye güçlü ve örgütlü, emek zayıf ve örgütsüz. Fabrika’da 100 kişi çalışırken dışarıda 10 bin kişi bekliyorsa ne grevi yapacaksın. Ama bu böyle sürmeyecek. Sermayenin büyük vurgunu yatırıma dönüşüyor. Emek yine güçlenecek. Bu dönemde bizim yapmamız gereken çok önemli şeyler var: 1- Demokratlaşmaya çalışmak, çünkü değiliz;
2- Kapsama alanımızı bütün ezilmiş-dışlanmışlara genişletmeye çalışmak, çünkü çok dar;
3- Devletçilikten uzaklaşıp bireyin mutluluğunu hedef almak, çünkü devletçiyiz ve bu yüzden de oy almak hayal. Bunları yaptığı takdirde sol ikinci döneme çok iyi bir hazırlıkla girer ve halkı kazanır.
Sizce bunun siyasetteki karşılığı ne olmalı?
Şu aşamada particilik yapmak zor ama hiç olmazsa bir çatı örgütlenmesi olmalı. Gruplar sidik yarışı yerine birbirinin ne yaptığını bilmeli. Ortak karar gerektiğinde otomatik olarak bir araya getirecek bir çatı lazım.
TOPLUMSAL EKONOMİK SİYASAL ARAŞTIRMALAR VAKFI (TESAV) BAŞKANI EROL TUNCER:
Ankara’da her yerin ışıkları sönse bile herhalde bir TESAV’ınkiler sönmez. Bilin ki saat kaç olursa olsun birileri hâlâ ya seçim sonuçlarını derliyordur, ya Türkiye’nin rakamlarını istifliyor, ya seminer veriyor ya da siyaset okulu programını hazırlıyordur.
Türkiye heyecanını kaybetti
Yerel seçimlerde sosyal demokratlar bütün şikâyetlerine rağmen oyunu yine CHP’ye, DSP’ye verecek. Ama sonra bakacaklar, bu partilere. Gelişme olmazsa toplumdaki birikmiş tepki mutlaka uç verecek
Eğer bu seçimde de başarısız sonuç alınır, fakat ertesi sabah ‘Biz oyumuzu artırdık’ denir de partide değişime gidilmezse o anda bir ya da birkaç partinin kurulmasına gerekli ortam hazırlanmış olur
Erol Tuncer, ilk “Ben CHP’liyim” dediğinde 12 yaşındaymış. CHP üyesi olduğu ilk günün üzerinden 51 yıl geçmiş. Ve şimdi Tuncer hayatında ilk kez diyor ki, “Yerel seçimlerden sonra yeni bir parti kurmak gerekebilir.”
Diziyi hazırlama aşamasındayken birkaç siyasetçiyle bu cümleyi paylaştığımızda şaşırdılar, “Bunu Erol Tuncer mi söylüyor?” diye. Çünkü Tuncer’in CHP inadı malum; yıllarca dışında kalsa bile “CHP” demekten vazgeçmemiş bir siyasetçi. Onunla büyümüş, gençlik kollarında çalışmış, sonra milletvekili seçilmiş, hatta bakan olmuş, bir zamanlar yönetmeyi isteyecek kadar kendini içinde mutlu hissetmiş, elleriyle yeniden açmış ve şimdi 70 yaşındayken CHP’yle vedalaşmak üzere.
Bunu kim bu kadar yaşanmışlıktan sonra yapsa acı da çeker, o yüzden Erol Tuncer’in konuşurken sesine, gözlerine yansıyan acıyı tahmin edersiniz. Aslında bize gönderdiğiniz pek çok e-mailde de benzer acıyı okuyoruz. Gelinen nokta gerçekten ilginç ve soldaki arayış galiba giderek daha tazyikli olmaya başlıyor. O nedenle kızacakların dahi tecrübeli siyasetçiyi bir de bu gözle okumalarını öneririz:
Sizce eksik olan ne?
Türkiye olarak somut hedeflerimiz yok, sosyal demok-ratların da söyleyecek lafı yok. Bir genel hedefimiz var, gelişmek istiyoruz; o kadar. Ama nasıl olacak, onun hedefleri yok. AB bile hedef olmaktan çıktı.
İnandırıcı proje şart
Ne oluyor hedef olmayınca?
Kamuoyuna anlatacak bir şeyiniz olmuyor. Kamuoyu sizden birtakım hedefler duymazsa, onlara projeler anlatılmazsa heyecanını yitiriyor. Şu anda Türkiye de heyecanını kaybetmiş bir ülke.
Projeler gerçekten insanlar için bu kadar önemli mi?
Çok önemli, mesela şu anda bence hazırlanması gereken en önemli proje yoksulluk projesidir, ama SHP dışında kimseden duymadım. Kaldı ki sadece proje üretmek de yetmez. Bu projelerin inandırıcılığını da anlatmak zorundasınız. Onu anlatacak olan da liderdir, yanındaki kadrodur. İnsanlar ancak o zaman kendilerine anlatılanlardan heyecan duyarlar.
Siz sosyal demokratları en son ne zaman heyecanlıyken gördünüz?
En son 1992’de CHP yeniden açılırken... O açılış çalışmalarını yürüten kurulun eşgüdüm sorumlusuydum ve bizzat tanık oldum.
Toplumda müthiş bir heyecan vardı. Herkeste “CHP şemsiye vazifesi görür, bütün sol bu şemsiye altında birleşir” diye umut doğmuştu. Herkes tek yürek olmuş, gönüllü bir disiplinlilikle çalışmıştı. Onlar benim için hâlâ çok değerli anılardır.
Sonra ne oldu?
Açılış kurultayına giderken iki görüş çarpıştı. Biz, açıldıktan sonra merkez solda birleşmeyi istiyorduk. Deniz Baykal ve arkadaşları da ünlü “Biz gümbür gümbür gideriz, herkes arkamızdan gelir” görüşlerindeydiler.
Sonuç?
Açılıştan hemen sonra yapılan 1994’teki yerel seçimde CHP 4.7 oy alabildi, 95 genel seçiminde ise barajı ancak 10.7’yle geçebildi.
İnsanlar iyice küstü
Ne oldu sizce?
Ortak bir düşünce etrafında birleşmediyseniz başarı sağlayamıyorsunuz. Taban tüm solun birleşme hedefini benimsemişken böyle düşünmeyen bir yönetim gelince heyecan orada söndü. Parti örgütü kurulurken de işe dışlayıcı tavırla başladılar. İnsanlar iyice küstü.
Toplumda şimdi heyecan yok dediniz, peki yerinde ne var?
Öfke! Zaten hepimizin başındadır, yolda rastlayan insanların bana ilk sözü “Ya ne olur yeni bir şey yapın, bizi kurtarın.” Telefon açıyorlar, “Niye boş oturuyorsunuz, biz ümidimizi sizlere bağlamışız, niye bir şey yapmıyorsunuz” diyorlar.
Ama diğer yandan da AKP hâlâ açık farkla önde deniyor?
Aslında hangi iktidar olsa ikinci döneminden sonra, hele de bu kadar yanlışlar yaptıysa yıpranır. Ama AKP yıpranma sürecine girdiği halde dediğiniz gibi oylarının azalmayacağı tartışılıyor. Doğal olmayan bir durum ve tek bir şeyin göstergesi: İnsanlar AKP’den umudunu kesse bile dönüp şu muhalefet partisine oy vereceğim diye bir güven içinde değil.
O zaman malum tartışılan soruyu size de soralım: CHP mi dönüştürülmeli, yeni bir parti mi kurulmalı?
Şimdi teorik olarak yeni parti kurulmalı, ancak ilginçtir toplumun mevcut partilerden şikâyet eden sosyal demokrat seçmeni dahi yeni kurulmuş partilere fazla cömert davranmıyor. Diğer yandan CHP’nin dönüştürülmesi umudu da giderek kayboldu. Yapısı asla buna izin vermiyor.
Birikmiş tepki uç verecek
Başka hangi şık kaldı?
Şimdi yerel seçimlerde sosyal demokratlar bütün şikâyetlerine rağmen oyunu yine CHP’ye, DSP’ye verecek. Haklılar da... Ama Mart 2009’dan sonra bakacaklar, bu partiler kendine çeki düzen veriyor mu vermiyor mu diye. Eğer istedikleri gelişmeyi görmezlerse toplumdaki bu birikmiş tepki mutlaka bir yerde uç verecek.
Ama nereden verecek?
Eğer bu seçimde de başarısız sonuç alınır, fakat ertesi sabah “Biz oyumuzu artırdık” denir de partide değişime gidilmezse o anda bir ya da birkaç partinin kurulmasına gerekli ortam hazırlanmış olur.
Mesela ne olursa Erol Tuncer o partilerden birinde yer alır?
İki şartım var: 1- O partinin kimliği benim kafamdaki sosyal demokrat tanımına uymalı. Yani toplumsal barışın ancak toplumsal adaletle sağlanabileceğine inanan, ekonomik gelişmeyi hedefleyen ve toplumsal eşitsizliklerin tümüne karşı çıkan bir anlayış. 2- Kadro şaibesiz olmalı.
Bu yapıdaki bir hareketten ümit duyar mısınız?
Ben hiç ümitsiz olmadım ki... Ayrıca bir toplumda bu kadar çok şikayet varsa, o zaten mutlaka kendine bir kanal açar.
**********************SOL ÇIKIŞINI ARIYOR - 7 **********************
'Birleşme' (ittihat) ve 'birliktelik' (ittifak) arasında çok önemli fark var. Birleşme özveriyi gerektiriyor, birliktelik ise bilinci, idraki... O nedenle benim dediğim modelde bir özveri söz konusu değil Her partinin genel başkanı yerinde yurdunda, genel sekreteri öyle, partinin kimliği öyle duruyor. Sadece tüzel kişiliklerle bir araya geliyorsun. Yeter ki ittifak yapılsın ben onun muhtarı bile olurum
Çözüm birliktelikte
SHP GENEL BAŞKANI MURAT KARAYALÇIN:
Murat Karayalçın, 1995'te Dışişleri Bakanı, Başbakan Yardımcısı ve dönemin soldaki büyük partisi SHP'nin Genel Başkanı'ydı. CHP'yle birleşince bunların üçünü de bıraktı. Sonra kendisi 2002'de tekrar SHP'yi kurdu ama solun birleşmesi projelerinden de hiç vazgeçmedi. 2004 yerel seçiminde beş sol partiyle güç birliği yaptı.
Ecevit'in sağlığı süresince defalarca görüşmeler yapıp kendisini ikna etmeye uğraştı.
22 Temmuz'da DSP-CHP ittifakında yer almak istedi; CHP istemeyince, hem seçimlere girmeyerek hem de sahada çalışarak bu ittifakı dışarıdan destekledi. Bugün Karayalçın gelecekten endişeli, o yüzden "Yeter ki solda birlik olsun, ben onun muhtarı bile olurum" diyor.
Bunu diyenin bir parti genel başkanı ve hatta 13 yıl önce bu ülkeyi yönetenlerden biri olduğunu düşünürsek, sol acaba gerçekten büyük bir uçurumun başında mı duruyor? Karayalçın'ı okuyup, kararınızı siz verin:
Solda güç birliği adına denenecek bir yol kaldı mı?
Bir tek solun bütünsel ittifakı. Kısmi ittifaklar oldu, birleşmeler oldu, ikili birleşmeler oldu ama bütünsel bir ittifak şimdiye kadar hiç denenmedi.
Ne demektir "bütünsel ittifak?"
"Birleşme" (ittihat) ve "birliktelik" (ittifak) arasında çok önemli bir fark var. Birleşme özveriyi gerektiriyor, birliktelik ise bilinci, idraki... O nedenle benim dediğim bu modelde bir özveri söz konusu değil. Yine her partinin genel başkanı yerinde yurdunda, genel sekreteri öyle, partinin kimliği öyle duruyor. Sadece tüzel kişiliklerle bir araya geliyorsun.
İtalyan solu başardı
Siz bu İtalyan solunun "Zeytin Ağacı" modelini çok tutuyorsunuz değil mi?
Çünkü İtalyan solu da Türkiye solu gibi çok parçalı. İtalyanlar 1996'da 8 partili ittifak yaptılar. 2006'da sayıyı 17 partiye çıkardılar. 17 partinin toplam 4 milyon 600 bin üyesi vardı.
17 genel başkan ve örgüt ayrı bir yerde durdu, 4 milyon 600 bin üye bir araya getirildi. Kendi aralarında bir "başbakan adayı" çıkartmak için ön seçim yaptılar ve birini seçtiler. Sonra 17 partinin ortak bir programı hazırlandı.
17 partiden acaba nasıl bir program çıkmıştır ortaya?
Ben o programı Türkçeye çevirdim ve gördüm:
1- Ayrıştıkları konuları bir yana bırakıyorlar.
2- Mutabakata vardıkları konuları ayrıntılandırıyorlar.
3- İtalyan seçmenine çok somut, parasal büyüklüklerini bile yazarak projeler sunuyorlar.
Bu şekilde iki seçim kazandılar. Ve ben 15 Mayıs 2006 günü bu modelin mimarı Prodi'yle başbakanlık sarayında sordum: "Nasıl sağladınız bunu?"
Prodi, "Çünkü biz iktidar olmak istiyorduk" dedi.
Büyülü söz bu mu?
Bizim solun bir numaralı sorunu bu: İktidara talip olmamak. Onun dışında yaptığımız elbette ki her tartışmanın büyük önemi var ama inanın bana bizim bu konuşmalarımızın toplumda bir karşılığı yok.
Bizim ne tartıştığımız halkımızı hiç ilgilendirmiyor, çünkü iktidara dönük bir yanı yok bunun.
Halkımız gözünden anlar
Neyle ilgilenir halk sizce, sol ne yaparsa dönüp de bakar?
Birincisi bizim insanımızı korkutarak onu aktifleştiremezsiniz. Bizim insanımız korktuğunda pasifleşiyor, geri çekiliyor. Tam tersine güç görmeyi, güvenmeyi seviyor bizim insanımız. O yüzden onlara "Biz güçlüyüz, iktidara talibiz" demek gerekiyor.
İkincisi tıpkı İtalyanların yaptığı gibi sokaktaki adamların işine yarayacak bir programımız olmalı. Yani sokaktaki adam solun kendisi için bir çözüm olduğunu algılayabilmeli. Çünkü bizim halkımızın büyük çoğunluğu ne angaje solcu ne de angaje sağcı. O yüzden de halkın çok büyük bir bölümü iki şeye bakıyor:
1-Bunlar benim çoluğuma çocuğuma, hemşerilerime, komşularıma nasıl bir gelecek hazırlıyorlar?
2- Bunlar iktidara gelebilir mi?
Birincisinde yanılabiliyor galiba, ama ikincisini iyi biliyor, değil mi?
Bizim halkımız adamı gözünden anlıyor, iktidara gelecek mi gelmeyecek mi diye. Geçen yıl seçimlerden önce Ordu ve Giresun il başkanlarımıza sordum: Ne diyor hemşerilerimiz fındık fiyatıyla ilgili, diye. Dediler ki, "Müthiş tepki var."
Tamam o zaman, AKP'ye oy vermeyecekler, dedim. Bana yanıtları "Hayır AKP'ye oy verecekler" oldu. Ee nasıl olur bu?
"Çünkü" dediler, "Alternatif görmüyorlar."
O nedenle insanlarımızdan korkutarak oy istemek yerine, onlara "Biz güçlüyüz! Biz geliyoruz!" dememiz lazım.
İttifakın muhtarı bile olurum
Kim diyecek "Biz güçlüyüz, geliyoruz" diye?
Biz SHP olarak 2007'de bir karar aldık. Biz herhangi bir ittifak için girişimde bulunmayacağız ama tüm sol, ülke genelinde ortak aday çıkarırsa, yani yerel iktidara talip olursa, onun içinde yer alırız, çözümü de şudur, dedik.
Böyle bir çözüm arayışı olsa siz belediye başkan adayı olur musunuz?
Bu soruyu bana geçen temmuz ayında Söz gazetesi de sordu. Ben de "Bırakın belediye başkan adaylığını, yeter ki bu ittifak sağlansın, ben muhtar adayı bile olurum" dedim. Ertesi gün CHP'den adını vermeyen bir yetkili "Bunlar hep böyledir işte, seçimler yaklaşırken bunları söylerler" diye bir demeç verdi. DSP de "Biz bir birliktelik düşünmüyoruz" dedi.
Peki, bu elinin tersiyle itmelerin sonu nereye gider sizce; siz yedi ay sonrasını nasıl görüyorsunuz?
Önümüzde iki senaryo var. Biri mutluluk senaryosu, öbürü hüzün senaryosu.
Önce mutluluğu alalım; sizce ne olabilir o mutluluk tablosu?..
AKP'yi çıkış noktasından, yani İstanbul Belediyesi’nden vurmak olabilir.
İhtimal var mı?
"İzmir'i, Çankaya'yı, Kadıköy'ü kaybetmeyeceğiz" anlayışıyla yok tabii. Kazanmak için önce talip olmak lazım. Bizim ortalama inancımızda "Niyet her şeyin başıdır" diye bir laf var. Gerçekten niyetin var mı yok mu, İstanbul'u kazanmak istiyor musun istemiyor musun? "Canım ne münasebet, tabii ki kazanmak istiyorum!"
Hayır o değil, hazır mısın bunun gereklerini yapmaya, önemli olan bu. Ama bu mutluluk senaryosunun işlemeyeceğini de görüyorum.
Türk solu ayağa kalkacaktır
O da hüzün senaryosu mu oluyor?
O bir dibe vuruş senaryosudur. Çünkü AKP'nin bir seçim daha yeni bir başarı elde etmesi demek Türkiye tarihinin 58 yıllık siyasi çevriminin değişmesi demektir. Bu yalnızca solu ilgilendiren bir gelişme değildir, Türkiye'nin geleceğiyle ilgilidir.
Nedir bu?
1950'den bu yana 58 yıldır Türkiye'de bir siyasi parti tek başına milletvekili seçimini kazanıp hükümeti kurduğunda onu izleyen belediye seçimini, onu izleyen bir milletvekili seçimini daha kazanıyor. İkinci kez hükümet kuruluyor. Ama dördüncü seçimi kaybediyor ve bu çevrim 8'le 10 yıl arasında sona eriyor.
Eğer 2009'da 59 yıldır olan olmazsa yeni bir dönem başlayacaktır ve Türkiye siyaset alanıyla yeniden inşa edilecektir.
Yani sol için yedi ay sonra mutluluk yoksa da tufan var?
Mutlaka var ve ister mutluluk olsun ister hüzün senaryosu, yedi ay sonra Türkiye solu kesinlikle yeni kadrolarla, yeni isimlerle yeniden ayağa kalkacaktır. Belki önce dibe vuracak ama oradan yeniden çıkılacaktır.
Yani eğer siyaset boşluk kaldırmıyor yargısı doğruysa, ki bence doğru, solsuz bir Türkiye olamaz. 1 trilyon dolara yakın gelir yaratan bir ülkenin solu böyle kalamaz. Zaten Türkiye'nin koşulları da sola çağrıda bulunuyor. Ama peki nasıl olacak derseniz, işte onu da yedi ay sonra göreceğiz.
SOSYALİST TARİHÇİ-YAZAR ERDOĞAN AYDIN:
Erdoğan Aydın'ın yayımlanan kitapları arasında "Nasıl Müslüman olduk?", "Osmanlı Gerçeği", "Fatih ve Fetih", "Öteki Tarih", İslamiyet Gerçeği" (4 cilt), "Milliyetçilik: Türkiye'nin Çıkmazı", "Demokrasinin Dayanılmaz Ağırlığı", "Kimlik Mücadelesinde Alevilik", "İslamcılık ve Din Politikaları" var.
Öncelik AKP'ye seçenek
AKP'nin reformlarının tümü devletten gelen basıncı göğüslemeye yönelik iktidarda kurumlaşabilme manevraları. Demokrasi inancıyla yapılmadıkları için neredeyse tamamı tavsamış durumda
O yüzden AKP'den demokrasi beklentisine girmek için hafızamızı yitirmiş olmak gerek. Dolayısıyla günümüz Türkiye'sinde demokratikleşme öncelikle AKP'ye karşı seçenek yaratmaktan geçiyor
Dizinin dünkü bölümünde Prof. Dr. Baskın Oran'ı okumuştunuz; bize kendi penceresinden "ortodoks sol"u anlatmıştı. Bugün de ÖDP'nin kurucularından tarihçi yazar Erdoğan Aydın "liberal sol"u anlatacak; tabii o da kendi penceresinden... Pencerelerin hangisinden bakmak isterseniz biz ikisini de size açtık, siz de okuyup neye ikna olup ya da olmadığınızı bu diziyle paylaşın: dsevimay@milliyet.com.tr.
Siz "Liberal sol" diye kimlere diyorsunuz?
Türkiye solu, 12 Eylül darbesinde Türkiye'de ve 1990'da dünya çapında yaşadığı travma yüzünden biri ulusalcılık diğeri liberalizm olmak üzere iki yana fire verdi. Arkadaşlarımızın bir kısmı MHP ve darbecilikte olumlu değerler keşfetti, bir kısmı da dün Özal'a, bugün de AKP'ye yedeklendi. Bu "liberal sol" denilen grup ikincisi.
Sizin açınızdan Özal döneminin liberalleriyle AKP döneminin liberal solcuları arasında bir fark var mı?
O ilk dönem liberalleri artık sosyalist iddialarda bulunmuyorlardı. Sosyalizmin öldüğünü, dolayısıyla çıkışın liberalizm olduğunu söylüyor, saf değiştirmelerini daha net açıklıyorlardı.
Öncelik AKP'ye seçenek yaratmak
Bu da solla kavgalarını bitiriyor muydu?
Bitiriyordu, fakat yenileri hem hâlâ sosyalist olduklarını iddia ediyorlar hem de tüm enerjilerini solu liberalizmle terbiye etmeye harcıyorlar. Sürekli olarak solun emek, laiklik, sosyal devlet konusundaki olmazsa olmazlarını bulanıklaştırmaya çalışıyorlar.
Oysa sadece "siyasal demokrasi"yle yetindiğinizde en fazla liberal demokrat olabilirsiniz ama asla sosyalist ve sol demokrat olamazsınız.
Peki siyasal demokrasi az bir şey midir, AKP'nin yaptığı bir dizi reforma ne diyeceğiz?
Az bir şeydir demiyorum ama yetmez. Kaldı ki AKP'nin reformlarının tümü devletten gelen basıncı göğüslemeye yönelik iktidarda kurumlaşabilme manevraları. Demokrasi inancıyla yapılmadıkları için neredeyse tamamı tavsamış durumda. O yüzden AKP'den demokrasi beklentisine girmek için, vazgeçtik sol olmaktan, yurttaşlık hakları açısından bile hafızamızı yitirmiş olmak gerek.
Çünkü şu anda Türkiye'nin en "iri kıyım adamı" AKP-ABD iktidarı, en "evire çevire dövülen"i de AKP'ye oy veren yoksullar dahil Türkiye'nin ezilenlerden ve emekçilerden oluşan çoğunluğudur.
Dolayısıyla bizim için günümüz Türkiye'sinde demokratikleşme öncelikle AKP'ye karşı bir seçenek yaratmaktan geçiyor.
Böyle demokrasi olmaz
Siz neye demokrasi diyorsunuz?
Bu soruyu "neye demokrasi denilemeyeceği"nden hareketle yanıtlayayım. Hemen aklıma gelenler:
- Sadece seçimlere indirgenmiş,
- Parti başkanlarının padişahlardan daha yetkili olduğu,
- Yüzde 10 barajıyla adil bir temsilin engellendiği,
- YÖK'ü sadece kimin belirleyeceğinin hesaplandığı,
- Kadın haklarının değil, sadece türban özgürlüğünün savunulduğu,
- İlkokul 4'ten itibaren zorunlu din derslerinde çocukların koşullandırıldığı,
- Evrimi reddedip bilim diye yaratılış inancının çocuklara aşılandığı,
- Davutpaşa'daki işçileri ancak öldükten sonra sigortalayan,
- Tuzla'da her gün ölen işçiler üzerinden kârı kutsayan,
- 1 Mayıs'a saldırıp, ayakların baş olma talebini "kıyamet" göstergesi ilan eden,
- Sosyal devleti tasfiye konusunda 12 Eylül'ü geride bırakan,
- İnanç özgürlüğünde AİHM kararlarını dahi uygulamayan,
- Kürt sorununda çözümsüzlük siyasetini İslamizasyonla derinleştiren,
- AB sürecini tavsatan,
- Sadaka kültürünü yaygınlaştırarak yurttaşlık onurunu ortadan kaldıran,
- Yolsuzlukta Demirel-Özal dönemini masumlaştıran bir rejim, yani bugünkü rejim demokrasi değildir.
Zaten insanları sol yapan bu değerler bütününü unutanların savrulduğu yerdir "sol liberalizm" de...
Size göre neden unutmuş olabilirler?..
12 Eylül, ardından küresel dağılma insanların özgüvenlerini, dolayısıyla solda durma kararlılığını kaybettirdi. Solun bütünsel değerlerine inancınızı kaybettiğinizde ehven-i şer aramaya başlarsınız. Oysa ehven-i şer, şerlerin en kötüsüne dönüşür çoğu zaman.
Yine sola dönecekler
Yalnız onlar ehveni şerliği kabul etmiyor, "Biz AKP'ye yönelik bütün eleştirilerimizi yapıyoruz" diyorlar?..
Eğer gerçekten böyle olsaydı yazılarının çoğunu sol eleştirisi üzerine kurmazlardı. Onlar tam tersine şimdi AKP'nin yanında durmak gerektiğini, diğer eleştirilerin sonra yapılabileceğini, böyle düşünmeyen solun "Ortodoks" olduğunu söylüyorlar. Hatta bir kısmı hızını alamayıp solu "darbecilikle" ithama kadar götürüyor.
"Ortodoks solu kazıyınca altından Kemalizm çıkar"; bu teze ne diyorsunuz?
Sola karşı saldırıları bu tip argümanlarla süslemeye çalışmak aslında savruldukları liberal konumu gizleme çabası. Kemalizm'in sol üzerinde belli bir etkisi elbette ki gerçek. Ama bu, AKP konusunda değil, Kürt sorunu karşısındaki pozisyonda belirginleşiyor. Ayrıca solun hesaplaşması gereken tek eksiği bu değil; nitekim liberalizme savrulan arkadaşlarımız, bu konuda da mesai harcamamız gerektiğini bize gösterdi.
Peki bu aranızdaki bölünme sizce kalıcı mı?
Yeni bir büyük hayal kırıklığı yaşıyoruz ama tabii soğukkanlı olmaya ihtiyaç var. Ülkemizin temel eksikliği olan sol bir merkez inşa sorununu çözüp, bu umutsuzluk atmosferini aştığımızda, böylesi bir sürü arkadaşımız, ettikleri laflar ve savruldukları yerlerden dolayı eminim ki üzüleceklerdir.
Bence bu arkadaşlarımızın bir kesimi kesinlikle vicdanlarının sesini duyarak sola geri dönecekler. Ki biz de onları kucaklayabilecek hoşgörüye ve özgüvene sahibiz.
Latin Amerika, Almanya modeli
"Bütün solu kapsayacak bir çatı partisi"; solda böyle bir tartışma da var, siz ne dersiniz?
Ben Türkiye'nin ihtiyaçlarının, bir çatı partisi projesinin karşılayabileceğinden daha karmaşık olduğu kanaatindeyim. Türkiye'de DTP'nin temsil ettiği meşru talepleri de savunan ama emek eksenli olarak ondan çok daha geniş bir talepler manzumesinin temsilcisi, bağımsız bir sol birliğe ihtiyaç var. Latin Amerika ve Almanya'da örneklerinde gördüğümüz birleşik ve kucaklayıcı bir merkez yaratmak zorundayız.
Mümkün görünüyor mu peki gözünüze?
Biz sosyalistler asgari, sosyal demokratlar azami programları çerçevesinde gereken özveriyi gösterirlerse bu işin sanılandan çok kolay olduğunu göreceğiz. Çok kimlikli bir Türkiye'yi savunan, demokrasinin sosyal niteliğini kendine eksen alan, piyasalaştırıcı politikalara karşı tavrı olan, ABD'nin dünkü derin devleti kadar bugünkü yeni derin devletine karşı da gerçek bir demokrasi savunusu yapan bir program çerçevesinde davranabilecek herkesle bir araya gelmeliyiz. Bu iradeyi sergilediğimiz oranda geniş yığınların biricik umudu olmamak için hiçbir neden yok.
**********************SOL ÇIKIŞINI ARIYOR - 8 **********************
Parti kurmak zor CHP’yi değiştirelim
ESKİ CHP GENEL BAŞKANI, GAZETECİ-YAZAR ALTAN ÖYMEN:
Ben CHP ve tüm sol partilerle oluşumların bir ortak noktada bir araya gelmesini arar haldeyim. Çünkü o hayal gibi görünen şeyin gerçekleşmesi çok basit. Üç günde olur ve bütün bu meselelerin çoğu ortadan kalkar Bir parti kurmanın o kadar kolay olmadığını da görüyorum. Kurmayı düşünen kimselere ‘Hayır, kurmayın’ falan demedim ama 81 ilde örgütlenmek kolay bir iş değildir. Onun yerine CHP’yi değiştirmek bence daha gerçekçi
Konuştuklarımızdan kimileri diyor ki “İlk genel seçime kadar solu hazırlayabiliriz”; kimileri de diyor ki, “AKP yerel seçimden kısa bir süre sonra erken genel seçim yapar ve onu da alır, biz asıl sonraki genel seçime hazırlanalım.” Siz solun önüne ne hedef koyuyorsunuz?
Bence orta ve uzun vadelilerden önce kısa vadeli bir hedef koymak gerek. Sonra o hedef göz önünde tutularak ilerisi için de daha rahat adımlar atılabilir. Bana kalırsa önce Mart 2009 yerel seçiminde pratik başarılar kazanmaya denemeli.
Nasıl bir pratik?
Sol bu yerel seçimlerde bir deneme yapsın. En solundakinden en merkezdekine kadar bir birlikte durma denemesi. Burada büyük parti-küçük parti ayrımı hiç önemli değil, çünkü her parti sinerjisini de beraberinde getirir. Bu denemeyi genel seçimlerde yapamazsınız, yasalar izin vermiyor, ama yerel seçimlerin buna imkanı var ve bence bu fırsatı kaçırmamak lazım.
İlerisi için nasıl bir kazancı olur solun buradan?
Birincisi bu yöntemle İstanbul’u, Ankara’yı ve diğer bazı önemli şehirleri kazanabilir sol. Sadece İstanbul’u veya Ankara’yı kazanmak bile düğümü çözer.
İkincisi, solun içinde diyalog başlar. Hiç kimsenin birbiriyle konuştuğu yok.
Üçüncüsü, benim birlikte durmalılar dediğim sadece partiler değil. “Ben solcuyum” diyen yazarlar var, sol otoriteler var, kendi solda olmasa da bu iktidara karşı seçenek ararken solu düşünen çeşitli merkezler var, “Ben solcuyum” demeseler bile sosyal adalet açısından böyle bir birlikteliğe ihtiyacı olan kesimler var...
En önemlisi de ülkeyi giderek kutuplaştıran bu iktidarın karşısına seçmen oyuyla ciddi bir uyarı çıkmasını isteyenler var.
Ön seçim mekanizması
Peki böyle herkesi kapsayacaksa o zaman bu hareketi solda tanımlamanın bir negatif yönü olur mu, kapsama alanını daraltır mı?
Solun komünizm sanıldığı, “Ortanın solu, Moskova’nın yolu” denen dönemlerde bile CHP yüzde 40’ların üzerine çıktı. Ki o zamanlar bir parti için sol kelimesi başlı başına bir dezavantaj sayılırdı. En kötüsü de din açısından çok kullanılırdı. Şimdi bunlar tamamen ortadan kalktı, hatta sol sempatik bile oldu. Ben sağcı-solcu ayrımı yapılsın demiyorum ama sol lafının da kaybettireceğini düşünmüyorum. Ta ki Türkiye’nin genel ihtiyacını karşılayacak sosyal adalet ve daha demokratik, daha özgürlükçü bir ülke temelinde geniş kesimler bir araya getirilebilsin.
Yalnız tabii büyük bir olasılıkla CHP bu öneriniz için “Ben büyük partiyim; yerel seçime ilişkin kararları ben alayım, herkes de beni desteklesin” diyecek?
Derse yanlış yapar. Onun yerine bir mekanizma bulunmalı. Mesela her il, ilçe için “Burada kim kazanır?” diye sormak lazım. Bunun için bir ön seçim mekanizması da kurulabilir, kamuoyu araştırması da yapılabilir. Kim çıkıyorsa açıklanır, bütün bu geniş kesimler de onu destekler. En azından buna uğraşılır.
Diyelim ki CHP hiçbir sol partiyle ortak hareket etmeyi kabul etmedi ve yerel seçimlerde sol büyük bir darbe daha aldı; sonra peki yola nasıl devam etmeli?
Bir kere program hazır ortada duruyor.
Değiştirmeye çalışmak lazım
Hangi program o?
CHP’nin 1994-1995 programı. “CHP fonksiyonunu bitirdi” falan diyenler oluyor ama bunu diyenler solda iseler bir şu programı okumaları lazım. Sonra neyi zayıf buluyorlar sol açısından, söylesinler. Bu programda sorun yok. Tabii ki geliştirilebilir, ama benim söylemek istediğim sorun CHP’nin programında değil.
Nerede sorun?
Bu programdaki ilkeleri inanarak söyleyebilmek ve bu ilkelerin ışığında somut çözümler ortaya koymakta. Politikacıların kendilerini halka inandırmaları lazım, bu da şu anda herhalde tam başarılamıyor.
Peki ne yapmalı Türkiye solu, o politikacıların değişmesini mi beklemeli?
Bekleyip hiç sesini çıkarmadan oturmayı kastetmiyorum. Değiştirmeye çalışmak lazım.
Bu delege sistemiyle nasıl değişecek?
İşte geçen Nisan’daki son seçimde çıktı Haluk Koç 168 imza aldı. O nasıl olabildi? Asıl ona şaşılabilir, çünkü genel merkez olmayacak her şeyi yaptı. Ama demek ki bu 168 kişi de her şeye rağmen bağımsız hareket edebildi. 15 kişi de Umut Oran’a verdi. Bir kişiye daha verildi. Kurultaya gelmeyen de 31 kişi var.
Yani toplarsak, yönetime verilmeyen 215 oy var.
Genel başkan adayı olmak için 250 oy gerekiyor.
35 kişiyi ikna daha kolay
O zaman yeni parti kurulacağına kalan 35 kişiyi ikna etmek daha mı mantıklı sizce?
Ben asıl olarak CHP ve onun dışındaki tüm sol partiler ve oluşumların bir ortak noktada bir araya gelmesini arar haldeyim. Yani arar dediğim öyle hayal ediyorum.
Çünkü o hayal gibi görünen şeyin bence gerçekleşmesi çok basit. Üç günde olur ve olunca da bütün bu meselelerin çoğu ortadan kalkar.
Siz CHP dışında başka bir seçenek düşünmüyorsunuz değil mi; gerçekçi mi bulmuyorsunuz, yoksa biraz duygusal mı yaklaşıyorsunuz?
Duygusallık da olabilir belki, çünkü ben CHP üyesi olalı 58 sene olmuş, az değil. Ve birçok görevde bulundum ama aynı zamanda bir parti kurma meselesinin o kadar kolay olmadığını da görüyorum. Hiçbir zaman kurmayı düşünen kimselere “Hayır, kurmayın” falan demedim ama 81 ilde örgütlenmek kolay bir iş değildir. Onun yerine CHP’yi değiştirmek, büyük bir halk partisi yapmak, her görüşün kendini içinde bulabileceği bir anlayışa getirmek bence daha gerçekçi.
Hedefleri aynı, stratejileri farklı
Altan Öymen: 1932 doğumlu. Karadenizli. 18 yaşında CHP üyesi oldu. 1977’de CHP’den Bakan. 1999 kurultayında Genel Başkan seçildi. 15 ay sonra kurultaya gitti ve görevi sona erdi. Halen Radikal yazarı ve CHP üyesi.
Tarhan Erdem: 1933 doğumlu. Karadenizli. 20 yaşında CHP üyesi oldu. 1977’de CHP’den Bakan. 1999 kurultayında Genel Sekreter seçildi. 15 ay sonra kurultaya gitti ve görevi sona erdi. Halen Radikal yazarı ve Mayıs 2001’den beri CHP üyesi değil.
Gördüğünüz gibi Erdem ve Öymen birbirlerine asla taban tabana zıt insanlar değiller, bilakis ortak bir geçmişleri, düşünce birlikleri var. Fakat şimdi okuyacaksınız:
Tarhan Erdem: 1-Artık sol demeyelim. 2- Yerel seçimlere göre strateji yapılmaz. 3- Yeni bir program şart. 4- CHP’nin yönetimi değişse dahi CHP değişmez. 5- Yeni bir parti bir yılda kurulur.
Altan Öymen: 1- Sol artık sempatikleşti. 2- İlk hedef yerel seçimler. 3- 1995 CHP programı yeterli. 4- CHP’yi değiştirmeye çalışmak gerek. 5- 35 delegeyi ikna etmeye çalışmak, 81 ilde örgüt kurmaktan daha gerçekçi.
Onların bu görüş ayrılıkları zaten bizim dizimizin ana teması.
Ve bunu hiç karşılaştırmayı düşünmeden, birbirinden ayrı zamanlarda yapılmış söyleşilerde görmek çarpıcı. Ama dikkatinizi çekmek isteyeceğimiz bir husus daha var. O da Öymen de, Erdem de diyor ki, “Hedef sağ-sol değil, kitle partisi olmak!”
ESKİ CHP GENEL SEKRETERİ, KONDA ARAŞTIRMA ŞİRKETİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI TARHAN ERDEM:
Arkamızdaki sahne Fellini’nin “Ve gemi gider” (E la neva va) filminden. Bir adam filikaya gergedanı koymuş, kürek çekiyor. Bu afişin çok şey ifade ettiğini söyleyen Erdem, “Tam da benim anlatmak istediğim akılcıların, kendine güvenenlerin, yaratıcı zekâların işi bu” diyor.
Yeni ve çağdaş bir parti gerekli
Lenin’in veya Marx’ın anlattığı solla veya sosyal demokrasiyle Türkiye’de anlaşılan temel çok farklı. Herkes, hepimiz için durum böyle. O nedenle lafa “sol” diye başlamak bağlayıcı ve kısırlaştırıcı bir başlangıç
Ben meselenin kaynağına iniyorum, diyorum ki; Türkiye’nin gerçekten ‘çağdaş’ bir partiye ihtiyacı var. ‘CHP’ levhası olan bir parti var ama Türkiye’nin siyasi hayatındaki boşluğu kapatamıyor. Bence problem budur
Tarhan Bey sol...
Bence lafa hiç “sol” diye başlamayalım.
Nasıl yani?
Şimdi bunun sebebi 1965’e kadar gider. O tarihte İsmet Paşa “Ortanın solu” dedi ama Türk hukuk sistemi solu tartışmaya müsait değildi. Hiçbir zaman da tam ağız tadıyla tartışılamadı sol. O yüzden aslında herkes farklı yerlerde sola başladı ve şimdi herkes farklı bir sol algılıyor.
Bunlar ayrı sol fraksiyonlar değil ama?
Hayır, fraksiyonlardan söz etmiyorum. Daha oraya gelmeden bir kere Lenin’in veya Marks’ın anlattığı solla veya sosyal demokrasiyle Türkiye’de anlaşılan temel çok farklı. Herkes, hepimiz için durum böyle. O nedenle lafa “sol” diye başlamak bağlayıcı ve kısırlaştırıcı bir başlangıç.
Peki siz bu konuyu konuşmaya hangi kelimeleri kullanarak başlıyorsunuz?
Ben meselenin kaynağına iniyorum, diyorum ki; Bence Türkiye’nin gerçekten “çağdaş” bir partiye ihtiyacı var. Bu partiyi arıyor Türkiye.
CHP?
“CHP” levhası olan bir parti var, ama o parti Türkiye’nin siyasi hayatındaki boşluğu kapatamıyor. Zaten bence problem budur. Bunun sebebini anlamalıyız, bu sebebin karşılığını da ortaya iyi koymalıyız.
Kaybolan ve aranan gelenek
“Sebep, Deniz Baykal ve yönetimi”; acaba bunu mu diyeceksiniz?
Hayır, bence Deniz Baykal bu noktaya gelinmesinin etkenlerinden biri ama mesele Deniz Bey de değil. Mesele şu: 1923’ten 1971’e kadar CHP’nin bir misyonu vardı. O da, hep bir basamak yukarıyı hedeflemek, halka o hedefi söylemek ve sonra da halkı o hedefe taşımak.
Bu o kadar yerleşmişti ki CHP halkın gözünde artık şu havayı kazanmıştı: “CHP bir hedef koyar, o hedefe nasıl varılacağını, varıldığı zaman ne yapılacağını bilir ve yapar.”
İsmet İnönü faktörü mü?
Tabii İsmet İnönü. İsmet Paşa 15 sene muhalefet liderliği yaptı. Ne o süre içinde ne de iktidardayken herhangi bir meselenin özünü anlamadan bir tek cümle söylemesi mümkün değildi. Sizi çağırır konuşur böyle gözünü açar dinler. Sizden sonra bir başkasını çağırır konuşur, onu da aynı dikkatle dinler.
İkiniz de zannedersiniz ki ilk defa duyuyor; hâlbuki siz 10’cu konuştuğu adamsınızdır. Çünkü doğruyu öğreniyor ve çelişkileri anlamaya çalışıyor. Onu ayakta tutan, CHP’ye itibarlı kılan da bu ciddiyetiydi, gerçekten güvenilir laflar etmesiydi.
“CHP Türkiye’nin siyasi hayatındaki boşluğu kapatamıyor” demenizin sebebi de bu mu?
Asıl sebep bu. Halkı hep bir basamak yukarısına taşıyacak hedefler belirlemek; ama “Bunu halk tutar” diye değil, düşünüp taşınıp, bu memleketin neye ihtiyacı varsa onları söylemek; söylerken güven vermek, içi boş laf etmemek, ciddiyet...
Bunlar CHP’nin geleneğiydi. İşte İnönülü yıllardan bu yana kaybolan bu gelenektir ve bugün aranan da budur.
Kamuoyunun nabzını elinizde tuttuğunuz için özellikle soralım; sizce toplumun yüzde kaçı böyle bir partiyi arıyor?
Türkiye’nin yüzde 40 ile 60’ı arasında bir kesimi bütün meseleler hakkında tutarlı, danışılacak, sorunlarına çözüm bulacak, çağdaş, demokrat bir parti görmek istiyor.
“Solcu” demeyeceksek, kim diyelim böyle bir parti görmek isteyenlere; “Ötekiler”, “3. Yolcular”, “Sosyal demokratlar”, “Çağdaşlar”, “Yenilikçiler?..”
“Akılcılar” denebilir bence... Çünkü bu insanların akılcı bir hedefleri var. Türkiye’de her anlamdaki güçsüzlere sahip çıkacak, bütün güçsüzlerin sığınacağı, sığınmaktan da öte korunacağı, herkesin kendini içinde bulabileceği bir parti istiyorlar. Oysa şimdi bakın ne kadar çelişki içindeyiz: Güçsüzlerin sadece bir halkası olan bazı muhtaç insanlara yapılan yardımı Halk Partisi eleştiriyor. Bu olacak şey değil.
Böyle bir partinin zamanı geldi mi sizce?
Çoktan geçiyor. Tamam, Türkiye’nin ekonomik durumu bundan beş sene öncesinden kötü değil, ama Türkiye’de çok büyük bir fikri boşluk var. Mevcut partilerden hiçbiri çağdaş değil. Dolayısıyla Türkiye’nin yeni ve kendisini ait hissedeceği bir siyasi organizasyona ihtiyacı var. Bu mutlaka kurulacak.
“Kurulacak” diyorsunuz; ya peki CHP?
Şimdi ben CHP’de 2001 Mayıs’ına kadar, 48 sene üye olarak çalışmış bir insanım. Benim bunu söylemem çok zor ama söylemeliyim ki CHP’yi düzeltmek, onu Türkiye’nin ihtiyacı olan bir parti haline getirmek maalesef artık mümkün değil.
Niye?
Ben aslında zaten başından beri bir şahıs sorununu anlatmıyorum, bir örgüt sorununu anlatıyorum size. CHP için artık genel başkanın değişmesiyle bir şey değişmez. Çünkü bu yapı yeni bir lider seçtiği zaman yine Deniz Bey’in yönetim anlayışında, hatta bir de onun kadar iyi yetişmiş olmayan birini seçer.
Oradaki kurgudan bu kadar ümitsiz misiniz?
Bakın Altan Bey genel başkan, ben genel sekreterdim. Önce üye yazımı sorununu halletmek istedik. Yani istedik ki, siz bir üyesiniz ve herhangi bir kişinin kararıyla listeden çıkarılamazsınız, biz bu hale getirdik. Sonra şu oldu, bu oldu, 2000’de biz kurultaya gittik ve kazanamadık. O kurultayda seçilen parti meclisinin ilk aldığı karar ne oldu biliyor musunuz? Bizim üye yazım yönetmeliğini değiştirmek. Bu bir şey ifade etmiyor mu size? Niçin yaptılar bunu sizce?
Gençlerden kurulmalı
Yani yapı değişime izin vermiyor?
İzin vermiyor, vermez, vermeyecek...
Ama yeni partinin de örgütlenme sorunu olmayacak mı, kolay bir şey mi bu?
Çok sorun var, çok zor, ama bütün o sorunlar halkın desteğiyle aşılabilir.
Lider adayınız var mı?
Yapılacak şey lider aramak değil. Lider sonra 30-40 kişinin içinden seçilir. Bir de ayrıca bizim gibi eski politikacılardan yeni parti kurulmaz. Tarhan Erdem-1, Tarhan Erdem-2, Tarhan Erdem-3 toplanacağız, bir parti kuracağız. Bu olacak şey değildir.
Kimden kurulacak?
Kesinlikle gençler kuracak, 30-40 kişinin içinde 3-5 eski CHP’li olabilir, ama “Eski CHP’liler yeni parti kuruyor” demek yanlış.
Parti bir senede kurulur
Sizce işe nereden başlamalı o 30-40 kişi?
Önce 10-15 kişi toplanacaklar. Kendi aralarında fikri birliğine varacaklar. Onları yazılı veya sözlü hale getirip, gelecek size diyecekler ki beraber olalım, bana gelecekler hadi beraber olalım. Ama anlattıklarının bir anlamı olacak, gevezelik olmayacak. Sonra bunlar 30-40 kişi haline gelince bir masanın etrafına oturup hedefler belirleyecekler, yeni bir program çıkaracaklar.
O 30-40 kişinin ne kadar zamanını alır bunu yapmak?
Bir sene. Buna başlamak için yerel seçimlerin hedeflenmesine gerek yok. Yerel seçime göre strateji yapılmaz. Çünkü eğer zaten doğru bir partiyseniz, bu halk onu gözünüzden hemen anlar, takır takır da adamı iktidara getirir. Bizim seçmenimizin kararları hep doğru çıkmıştır. Ve göreceksiniz, 45-50, en fazla 55 yaşlarındaki 30-40 kişi buluşacaklar ve çağdaş, doğru dürüst bir parti kuracaklar. O parti de Türkiye’yi çok hızlı bir biçimde ayağa kaldıracak.
**********************SOL ÇIKIŞINI ARIYOR - 9**********************
Çözüm işbirliği
İlk yapılacak şey solun da, merkez sağın da kendi içinde işbirliği yapması. Keşke o olgunluğu gösterseler de sol ve merkez sağ arasında da işbirliği yapılsa. Çünkü böyle bir işbirliği AKP’deki gerilemeyi hızlandırır Sonra bütün sol ve hatta merkez sağ varoşlara yayılmalı. Girmedikleri sokak, çalmadıkları kapı kalmamacasına... Çünkü sol yıllardan beri yalnızca grup kürsülerinde, haber programlarında ve gazete sayfalarında boy gösteriyor
ESKİŞEHİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI YILMAZ BÜYÜKERŞEN:
2004 yerel seçimlerinde solun büyükşehir belediye başkanlığını kazandığı iki il var: İzmir ve Eskişehir. İzmir’i kazanan, ancak üç ay sonra kalbine yenik düşen Ahmet Piriştina’yı burada anmış olalım. Fakat diyeceğimiz, şu anda bizzat seçim kazanan solun tek büyükşehir belediye başkanı Yılmaz Büyükerşen.
Peki, biz “Sol, Çıkışını Arıyor” yazı dizimizin artık sonuna yaklaşmışken sözü niçin Büyükerşen’e getirdik? Çünkü solun geniş kesimlerinin kilitlendiği tarih Mart 2009! Hemen hemen ortak fikir de şu:
“CHP diğer sol partilerle birlikte hareket etsin; bütün sol ortak adayları desteklesin; İstanbul, Ankara AKP’den geri alınsın; solun çıkış yolu buradan aralansın.”
Gelen okur mektuplarında dahi bu istek o kadar yoğun dile getirildi ki sonunda Büyükerşen’e sorma ihtiyacını hissettik. Son iki seçimdir Büyükşehir Belediye Başkanı koltuğunda oturan bir “yerel lider” olarak ne diyecek, merak ettik:
2009 herkes için şans
Mart 2009’a kilitlenenlerin bir haklılık payı var mı sizce, yoksa tam tersine, durum sol açısından umutsuz vaka mı?
Hiç değil, aslında Mart 2009 sadece sol değil, tüm Türkiye’nin geleceği için de kritik noktadaki bir şans olabilir.
Şans mı?
Şans, çünkü AKP medyatik sanallığını kaybediyor. Vatandaşımız tam da bu yerel seçimler öncesinde, hem genelde hem de yerelde ayyuka çıkan yolsuzluklar, artan işsizlik, yeniden yükselmeye başlayan enflasyon, zamlar başta olmak üzere, sayısız olumsuzluğun farkına varmaya başladı. Yani halkımızın deyimiyle, “takke düştü, kel göründü.”
Eğer doğru adımlar atılırsa buradan hareketle genel seçimler de dahi tüm Türkiye’de bir değişiklik beklenebilir. Biz bunu geçmişte gördük. Kaldı ki inişte olduklarının şimdi onlar da farkında. Her ne kadar partinin kapatılmaması kendilerini biraz rahatlattıysa da, yine de geleceğe yönelik bir endişeyi içlerinden atamıyorlar.
İşbirliğiyle AKP geriletilir
Nasıl gözlemlediniz bunu?
Halkın tepkilerini, halkın kendisinden dinliyoruz. AKP’nin durumu fark ettiğini de bizzat kendi şehrimizden anlıyoruz. Zira bir bakanımız “Büyükşehir belediye başkanlığını eğer bizim partiye verirseniz, Eskişehir’e para yağdıracağım; eğer böyle yaparsanız elimdeki paranın tozu bile bu şehri ihya etmeye yeter” diye vaatlerde bulunabilme ihtiyacını dahi duymuştur.
Yerelde ne olduğu bir iktidar partisi için gerçekten bu kadar önemli midir?
Her parti için yerel seçimler çok stratejiktir, çünkü halk iktidara da muhalefete de öncelikle kendi yaşadıkları yerdeki temsilcileri ve yereldeki icraatlarına göre not verir.
Peki solun önümüzdeki yedi ay içinde yereldeki notunu yükseltme imkânı var mı; bir reçete verseniz birinci maddeye ne yazarsınız?
İlk yapılacak şey solun ve hatta merkez sağın da kendi içinde işbirliği yapması. Hatta keşke o olgunluğu gösterseler de sol ve merkez sağ arasında da işbirliği yapılsa... Çünkü böyle bir işbirliği AKP’deki gerilemeyi fevkalade hızlandırır.
Ama kendi içlerinde bile anlaşamıyorlar ki...
3 bin 200 civarında belediye başkanı ile meclis üyeleri ve il genel meclisleri üyelikleri için onbinlerce adayın olacağı düşünülürse, sayısal çokluğun, akılcı bir şekilde paylaşımı işbirliğini kolaylaştırır.
Yok paylaşmazlar, şimdiye kadar, anlamsız kişilik böbürlenmeleri ve hatta ahmaklıklar yüzünden beceremedikleri birleşmeyi ciddi bir işbirliğini bu kez de denemezlerse, o zaman bu da önlerindeki bir şansı kaybedecekleri anlamına gelir.
3 bin 200 koltuğu paylaşmaya karar verirlerse, bunun adil olması için nasıl bir yöntem önerirsiniz?
Belediyelerde kolay. Orada başkanlık için hangi adayın daha çok sevildiği, tanındığı, geçmişinin iyi bir iz bıraktığı zaten o il ve ilçelerde yaşayanlar tarafından bilinir. Bu tarife en uygun adayı hangi parti gösterirse, diğerleri ayrı ayrı adaylar göstermeyip, belediye meclis üyelikleri listelerinde yer almaya talip olurlar, bunlar seçildikten sonra da kendi partilerine dönüp, mecliste grup kurarlar.
Varoşlarda çalmadık kapı kalmamalı
Büyükşehirler için ne yapmalılar?
Büyükşehirlerde, belediye başkanlıkları ve meclis üyelikleri, aynı şekilde paylaşılır. Başkan adaylarının belirlenmesi için ise kamuoyu anketleri yapılabilir.
Diyelim ki bunu yaptılar; sonra?
Sonra bütün sol ve hatta merkez sağ varoşlara yayılmalı. Girmedikleri sokak, çalmadıkları kapı kalmamacasına... Çünkü sol yıllardan beri yalnızca grup kürsülerinde, televizyonların haber programlarında ve yaygın gazetelerin bazılarının sayfalarında boy gösteriyor.
O yüzden de kırsal kesimin tarlaları, kentlerin varoşları, kahveleri, esnaf dükkânlarında vatandaşın derdine çare olacak “serum”u damardan vermek yerine, medya iletişimiyle bir bakıma “sanal tedavi” uyguluyor.
O varoşlara, kahvelere gitseler ne anlatacaklar peki?
Prospektüs gibi konuşmasınlar
İşte bu mesele solun aynı zamanda en büyük hatası: Sol, ülke genelinde her geçen gün büyüyen işsizlik ve yoksulluğun, iktidara gelindiğinde nasıl yok edileceğine ilişkin, halkın anlayacağı somut ve teoriden çok pratiğe dayanan bir sosyal projeyi ortaya koyamadı. Bu konuda tek tük çalışmalar olduğu söylense de, halk arasında yayılacak şekilde anlatamadı.
O zaman demek ki bu işlere kalkışmadan önce bir proje gerekiyor?
Önce pratiğe dayalı proje ama bunu nasıl anlatacağınız da çok önemli. Çünkü entelektüel sayılan solun kullandığı siyaset dili ilaç kutularındaki prospektüs bilgilerine benziyor. Vatandaş dinlese bile bir şey anlamıyor. Biz bile çoğu kez birbirimizi anlamakta güçlük çekiyoruz. AKP ise, tam tersine, halkın anlayacağı dilden konuşuyor.
AKP’nin sadakalarına karşı biz balık tutmayı öğretiyoruz
Siz yine başkan adayısınız ve bu seçimi de alacağınıza yüzde 100 gözüyle bakılıyor. Sizin özel bir taktiğiniz var mı?
Bunun bir taktiği yok. Yalnızca doğma büyüme bir Eskişehirli olarak, buradaki herkes tarafından “faydalı projeler üreten bir icraat adamı” diye tanınmanın bir etkisi olabilir. Bir de tabii halka hiç yalan söylemeyen, partizanlık yapmayan bir kişilik olduğum söylenir. Sanırım bunlar da halk üzerinde olumlu bir etki yapıyor.
Peki siz AKP’nin “yardım paketleri”yle nasıl başa çıkıyorsunuz; yoksa Eskişehir’de dağıtılmıyor mu?
Dağıtılmaz mı; AKP teşkilatının, valiliğin yanı sıra, menşei net belli olmayan ve “sponsor” diye tarif edilen kaynaklardan finanse edilen, üstelik doğalgazı olan Eskişehir’de yaptığı tonlarca kömür dağıtımı ve çuvallar dolusu erzak sadakasının yanında, bizim belediye görevi olarak yaptıklarımız denizde damla misali kalıyor.
Ama yardımı alana da kızmıyorsunuz herhalde değil mi?
Kızar mıyız, ihtiyacı olan almayıp da ne yapacak... Biz alana değil, onlara, AKP’ye oy vereceklerine dair yemin ettirerek verenlere kızıyoruz.
Bunun karşılığında siz ne yapıyorsunuz?
Biz hem gerçek düşkünlere sürekli sıcak yemek yardımı yapıyoruz, hem de yine yasal görevimiz çerçevesinde ve bütçemizden sınırlı miktarda yakacak, ilaç, giysi, okul-kırtasiyesi yardımı yapıyoruz.
Ama asıl bunların dışında biz sadaka olarak balık vermek yerine, yoksullara balık tutmayı öğretiyoruz. Şehrin muhtelif yerlerinde özellikle kadınlarımız ve işsiz genç kızlarımız için meslek edindirme kurslarımız var.
Onların dershaneye gönderemedikleri çocukları için de ücretsiz kurslar açıyoruz. Ama tabii bütün bunlar çığ gibi büyüyen işsizlik, açlık seviyesine ulaşan yoksulluğun bütün şehirde çözümüne yetmiyor.
Zaten o yüzden Prof. Dr. Ayşe Buğra da sizin gibi öncelikle yoksulluğa karşı proje üretilmesini öneriyor, ama bu arada güvenilir bir lider adayının da yardımların getireceği avantajın önüne geçebileceğine işaret ediyor; katılır mısınız?
Eskişehir bunun örneği. 2004 seçimlerinde iki büyük ilçeyi ve dolayısıyla Büyükşehir Belediye Meclisini kaybettik, bir tek ben seçilebildim. AKP, hükümetin bütün gücüyle yüklendi, ama seçilmemi önleyemedi. Ben bir parti lideri değilim ama, benim pozisyonumla bir paralellik kurulursa ve buradan hangi sonuç çıkıyorsa bütün sol ve merkez sağ partilerin bu sonucu değerlendirmesi gerekiyor.
**********************SOL ÇIKIŞINI ARIYOR - 10**********************
Umut yeni orta sınıf
Sosyal demokrasi öncelikle emeğin siyasal ifadesidir. Ancak sanayi toplumunun en büyük kesimini oluşturan örgütlü endüstriyel işçi sınıfı artık oldukça küçülmüş durumda İşçi sınıfındaki bu değişim, beyaz yakalıların oranını ve önemini artırıyor. Avrupa’da sosyal demokrat taban bu ‘yeni orta sınıf’a döndü. Büyük sol bunu dikkatle izlemeli
“Sol, Çıkışını Arıyor” yazı dizimizin bugün 10’uncu ve son bölümü. Önceki dokuz gün boyunca solda siyaset yapan veya sol üzerine düşünen 18 önemli isimle görüştük.
Bu görüşmelerdeki çabamız, kişilere odaklanmak değil, tıkanma noktası olan sorunları büyüteç altına yatırıp, bunların nasıl aşılabileceğine ilişkin yeni bakış açıları ortaya çıkartmaktı.
Yine aynı çaba gereği şimdi de bir başka önemli ismi sayfamıza taşıyarak noktayı koyuyoruz: ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sencer Ayata.
Ayata’yla, dizi boyunca edindiğimiz izlenimlerle, sizlerin e-maillerinden çıkardığımız bazı ana başlıkları konuştuk. Dolayısıyla dizinin çok genel bir değerlendirmesi de yapılmış oldu.
Elbette Sencer Ayata’nın görüşleri başka yorumcular tarafından başlatılacak, başka yeni tartışmalara yol açabilir, ancak biz sözümüzü şimdilik burada değerli sosyoloğun analizleriyle bitiriyoruz:
- İlk şunu soralım: Solcular niçin hep tartışır?
Bunun birkaç nedenini sayabiliriz: Birincisi olumlu, çünkü sol kesimde otoriteyi reddeden, hiyerarşi tanımak istemeyen, aklına güvenen, bireyselliğini ön plana çıkaran kimseler daha fazla. Daha çok sorgulayan daha çok başkaldıran...
- O zaman bu bir haslet aslında?
Tabii, bu durum modernleşme, hatta bir ölçüde laik kültürle çok ilgili. Solda daha yaygın olarak görünen bu insan tipi ezbere, itaatçi bir eğilim içine girmek istemiyor.
- Peki sağ alandaki insan tiplemesinde durum nasıl?
Aslında merkez sağ da giderek sola benzemeye başladı. Eski anlayışından koptu. Merkez sağdaki itaat ve “tartışmama hali” şimdi yerini “önce kendini kollayan” bireye bıraktı. Zaten merkez sağdaki bunalım da bir ölçüde bu değişimle ilgili. Ama Türkiye’de cemaatin, bireyi oldukça güçlü olarak denetleyebildiği kesimler de var. İtaatçi kültür hâlâ sürüyor.
Solun birey tipi biraz geçimsiz
- Bunlar sol adına pozitif sebepler; ya peki sürekli bir tartışma çıkaran negatif özellikler ne?
Tabii solun olumsuz yanlarını da sayalım: Biraz hesapçı, egoist, iddialı, önce “ben” diyen, kendi dışındakine “içselleştirilmiş” bir saygısı az, biraz geçimsiz bir birey türü. Yani işbirliği ve paylaşma ruhu biraz zayıf.
- Acaba itaatçilikten bu ruh haline gelmiş birey, kültürel bir evrim daha geçiremez mi?
Ben ileride hem bireyselliğini vurgulayıp hem de bireyselliğini başkalarıyla sosyal olarak paylaşabilen bir insan, ilişki biçimi giderek ön plana çıkacak diye düşünüyorum. Düşünerek, öğrenerek, değişerek… Daha önemli değişiklikler de o zaman olacak.
Solda güçlü bir merkez yok
- Üçüncü neden nedir?
Şimdi herkes “Tartışmayı bıraksın, sol birleşsin” diyor, ama “Sol nedir” diye sorduğunuz zaman birbiriyle hemen anlaşamayan, o yüzden de kolay kolay yola çıkıp beraber hareket edemeyecek çok sayıda görüş var.
- Sebebi?
Çünkü Türkiye’yi dönüştürme ve yönetme iddiasında olan, demokratikleşme-kalkınma-eşitlik doğrultusunda, güçlü bir sosyal demokrasi yok. Oysa İngiltere, Almanya’daki gibi güçlü bir sol siyasi merkez olsa diğer sol eğilimler onun çevresinde, partilere dinamizm katan zengin bir tartışma ortamı oluşturur. Sosyal liberalizm, kozmopolit sol, demokratik sosyalizm, ulusal sol, vs… Ortada güçlü bir merkez olmayınca bu grupların hepsi bir yere savruluyor ve o yüzden de gerçek bir tartışma pek yapılamıyor.
Sol aslında hiç gerçek anlamda tartışmadı
- O zaman dördüncü sebep de “gerçek bir tartışmanın yapılmaması” mı?
Aynen, biz “sol sürekli tartışıyor” sanıyoruz, ama aslında sol henüz ciddi bir tartışma yaşamadı. “Çok konuşmak”la sistemli tartışmayı karıştırıyoruz. Örneğin TÜSES, SODEV, TESAV gibi platformlar var, ama solun Avrupa’da olduğu gibi sorunları programatik hedefler haline getiren büyük tartışma platformları hiç yok.
- Dünyada durum nasıl?
Sosyal demokrat partiler her zaman sağ partilere göre daha çok tartışır. Çünkü sağ partiler ekonomik hedefler, somut politika gündemleriyle hareket ederler. Ama sosyal demokrat partiler ideoloji ve program partileridir. Daha fazla entelektüel olma ve tartışmak zorundadırlar.
Bölünmenin temelinde “liyakat” sorunu var
- “Tartışma” dışında bir diğer soracağımız konu da “bölünme”; sol neden bu kadar bölünüyor?
Çünkü solda gücü ele geçiren taraf, il veya ulusal düzeyde olsun, “Ya hep ya hiç” diyor. Yani yapının bütününü istiyor. Diğer tarafla bir paylaşmaya gitmiyor. Böylece dışlanmayı yaratıyor. İçeride bir kişi, küsen dört kişi. Hep böyle.
- Aslında bu solun AKP’ye ulusal ölçekteki eleştirisi değil mi?
Tabii aslında AKP’nin bu eleştirdiği özelliğini sol kendi kendine yapıyor. Onun için de partiler içindeki gruplar katman katman dışlanıyor, dışlandıkça da bölünüyor.
- Çaresi?
Liyakati ölçen yarış sistemleri oluşturmak. Çünkü liyakati iyi ölçmediğiniz zaman siyasi üstünlüğü ele geçiren kişi diğerleri tarafından hep sorgulanıyor. Oraya adil bir yarışın sonunda gelmediği için hak etse bile diğerleri tarafından tanınmıyor. Parti içi kademelenme benimsenmiyor. İçselleştirilip meşrulaştırılmıyor.
“Kurtarıcı lider” beklemek sola zarar veriyor
- Bir de “lider” meselesini soralım Hocam, diziyi hazırlarken edindiğimiz izlenim Türkiye solunun yeni bir lider beklediği şeklinde; sizce?
Bir liderin çıkıp, Türkiye solunu kurtaracağı ciddi bir iddia değildir. Yani “Nasıl AKP Erdoğan’la yapıyor, biz de yapalım” anlayışıdır bu. Bir kere Erdoğan’ın büyük bir İslami hareketin başında oturan bir lider olduğu unutuluyor. Binlerce meslek kuruluşu, vakıf, cemaat, dernek, vs. Bir zamanlar CHP de sadece başarılı bir parti değil, tüm solu taşıyan kapsamlı bir sosyal hareketi temsil ediyordu. Ecevit bu hareketin üstünde yükseldi. Yüzde 42 böyle alındı. Yoksa “en hızlı seçmen öpen lider” fikriyle bir yere gidilemez. Kaldı ki solun bir siyasi kültürü var. Bu model solda tutmaz.
- “Kurtarıcı lider” yerine siz ne öneriyorsunuz?
Sistemli çalışma, programatik hedefler geliştirme ve bunları sabırla yaygın bir kamuoyuna iletme. Vizyon, sabır, özenli ve özverili çalışma. Bunları yapmak yerine “kurtarıcı lider” bekleyişi aslında sola çok büyük zarar veriyor.
CHP’nin hatası çok
- Bu dizi süresince de solun en ağır eleştirilerinin hedefi CHP ve yönetimiydi. Deniyor ki, “CHP devleti kuran parti ve bu devlet kimliğiyle sosyal demokrasi kolay kolay bir araya gelemez”?..
CHP, geçmişte bu “Cumhuriyeti kuran parti” kimliğine ortanın solu kimliğini de ekledi. Tüm partilerden önce sosyal demokrasiyi benimseme yönünde bir siyasi tercihte bulundu. Herkes kabul etmeyebilir, fakat şunu da iddia etmek mümkün; CHP geçmişte devlet kurucu mirası ile sosyal demokrasi arasında bir uzlaşmayı sağlayabilmişse bunu günümüzde daha da ileri boyutlara taşımaması için bir neden yok.
- Ama taşımıyor; yapılan eleştiri bu: CHP’nin bir sosyal demokrat parti olma özelliğini artık geride bıraktığı…
Doğru, çünkü halkla arasında iletişim sorunu var. Yeni koşullara uyum sağlama çabaları zayıf. İktidar partisi imajı veremiyor. Dış dünyayla yeterince ilgilenmiyor, gelişmelerle yüzleşmiyor. Parti içi demokrasi işlemiyor. En önemli sorunu da siyaseti sadece parlamento ekseninde yapıyor. Yani bırakınız toplumsal ağlarla birlikte siyasi mücadeleyi, parti teşkilatı bile gerçek kapasitesinin çok altında çalışıyor. Siyasi gündemi, bu konu çok önemli olmakla birlikte laiklik ve bir ölçüde güvenlik sorunları ile sınırlı. Oysa Türkiye’nin yapısı o kadar karmaşıklaşmış ve iç ve dış konu gündemi o kadar çeşitlenmiş ki.
Uzlaşmayı yeni orta sınıf sağlayacak
- İşte bu da CHP’ye alternatif arayışlarını gündeme getiriyor; siz ne düşünüyorsunuz?
Şunu hatırlamamızda yarar var: Diğer sol partiler de başarılı olamıyor. Kaldı ki yüzde 21 oy var. Ortada bir ana muhalefet ve bir parti var. Tek bir alanda da olsa güçlü muhalefet yapıyorlar. CHP yönetimlerinde birikimli, uzman politikacılar var. Bir o kadar da parti içi muhalefette var. SHP’de ve DSP’de değerli bir birikim var. 10 Aralık Hareketi’nde çok değerli isimler var. Önemli işler yapacaklar. Siyasi partilerin dışında duranlar var. Daha da önemlisi siyasete dahil edilmesi gereken yeni toplum kesimleri var. “Yeni orta sınıf” var ki ben ağırlıkla merkez sola oy veren bu kesimin siyasetin en büyük potansiyeline sahip olduğu kanısındayım.
- Siz başından beri yeni orta sınıfın, ki zaten bu tanımın isim babası da sizsiniz, Türkiye’de kilit rol oynayacağını savunuyorsunuz...
Çünkü emekçilerle iş dünyası arasındaki uzlaşmayı bu sınıf sağlayacak. Ama bu kesimler de hâlâ aynı çatı altında toplanamadı. Toplayıcı ideoloji, birlikte çalışma ruhu konusunda eksiklikleri var.
Yeni oluşumlar solda çıtayı yükseltiyor
- Peki şu önümüzdeki yakın gelecek itibarıyla sizce solda ne yapmalı?
Gündem hemen genel başkan değişikliği, iki partinin seçimlerde birleşmesi, dar anlamda projeler üretme gibi kısa dönemli tartışmalara hapsedilmemeli. Bana göre işe önce bir “sosyal kurutuluş” projesi hazırlayarak başlamak gerek. Çünkü cemaatçiliğin tek ciddi alternatifi bu “sosyal yurttaşlık, güvenlik ve eşitlik” ilkelerini temel alan bir sosyal proje. Solun kurtarıcı lidere değil, ama büyük bir sosyal kurtuluş projesine ihtiyacı var.
- Böyle bir projenin hazırlanmasında yeni oluşumlarının yeri ne olmalı sizce?
Ben yeni oluşumlarla birlikte bir çıta yükseltme yarışının başlayacağını tahmin ediyorum. Sayın Şahin buna “katalizör rolü” diyor. Buradan varılması gereken yer ise “sosyal dönüşüm vizyonuna sahip bir siyasi parti”, solu güçlendirecek bir örgütlenmenin oluşturulması.
CHP yüz yıllık birikimini kullanmalı
- Ve siz bu partinin yine CHP içinde örgütlenmesini öneriyorsunuz, değil mi?
CHP, yaklaşık yüz yıllık kurum ve yüz yıllık tarih. Duraklama ve iniş dönemleri var. Geçmişte yepyeni modern bir ülke kurma vizyonu olmuş. Demokrasiye geçme vizyonu olmuş. Sosyal demokrasiyi geliştirme vizyonu olmuş. Hataları da olmuş. Ama yüz yıl gerisini görebilen bir hafızası var. Bu Türkiye’de çok zor bulunan bir özellik. Yüz yıl gerisini görebilen ilerisini de görebilir. Görmelidir de…
- Görmezse?
Ben Türkiye’de güçlü bir sosyal demokrasinin vazgeçilmez olduğu kanısındayım; bu boşluk mutlaka doldurulur.
10 MADDEDE SOSYAL DEMOKRATLARIN ÇIKIŞ YOLU
Prof. Dr. Ayata, dizideki tartışmalardan da yola çıkarak yönelttiğimiz sorular üzerine bizlere sosyal demokratların çıkış yoluna ilişkin bir perspektif çizdi. Ayata’nın, “sosyal demokratların hangi tepeleri aşması gerektiği”ne ilişkin bu analizini biz 10 soru ve yanıtta topladık. Bu 10 madde için, Sencer Hoca izin verse, belki de “Türkiye sosyal demokratlarının 2008 manifestosu” diyebilirdik. Bunu demiyoruz, ama gazete metninden daha genişletilmiş olan buradaki 10 maddeyi de tüm sosyal demokratların veya gerçek bir sosyal demokrasiyi Türkiye için bir çıkış yolu olarak görenlerin dikkatine sunuyoruz:
1- Sosyal demokratların ilk yapması gereken nedir?
İdeolojiye netleştirmek.Sosyal demokrasinin küreselleşme, AB, emek, girişim ve piyasa, devlet, sosyal harcamalar, ulusal güvenlik, kimlikler gibi temel konularda net görüşleri olmalı. Ecevit’in 1965’te kaleme aldığı “Ortanın Solu” kitabı program ve proje açısından zayıf olabilir, ama oradaki ideolojik netlik ve zenginlik daha sonra tekrarlanamamıştır.
2- Küreselleşme karşısında sosyal demokratların nerede durması gerekiyor?
Sol uzun bir süre küreselleşme konusunda bocaladı. Bir uçta küresel piyasanın işleyişi tıpkı önüne durulmaz bir tabiat olayı gibi takdim edildi. Diğer uçta küreselleşme büyük bir siyasi komplo olarak algılandı. Küreselleşme güçlü iç dinamikleri olan bir süreç. Ama aynı zamanda dünyanın güçlü siyasi ve iktisadi aktörleri tarafından yönlendirilen ve empoze edilen bir neoliberal küreselleşme de var. Solun son dönemde siyasi gündemi etkileme konusundaki yetersizliği bu süreci iyi anlayıp kararlı bir duruş ve akıllı stratejiler geliştirememesinin de bir sonucu. Sosyal demokrasi iki temel konuda net bir tutum sergilemeli:
a) Küresel piyasaları düzenleme çabalarına aktif destek vermek. Küreselleşmeyi insanileştirme mücadelesine uluslararası bir sosyal demokrat dayanışma anlayışı içinde katkıda bulunmak.
b) Korunmacı ve kapanmacı bir dönüşün mümkün olmadığını kabullenerek Türkiye küresel mekanizmalar içinde nasıl daha güçlü bir konumuna getirilebilir sorusuna odaklanmalı. Ulus-devletlerin ulusal ekonomileri küresel rekabet ortamı içinde yönetme kapasitesi sanıldığı kadar sınırlı değil. Kanımca solun ulusal çıkar anlayışı da bu iki temele oturtulmalı; daha çok uluslararası işbirliği ve daha yüksek ulusal rekabet gücü.
3- Solun son dönemde özellikle AKP üzerinden yaptığı “demokrasi” tartışmasında sosyal demokrasi neyi savunmalı?
Sosyal demokrasinin “demokrasi” gündemi siyasi liberalizmle tüm bu hedeflerde örtüşmek zorundadır. Yalnız Türkiye bağlamında demokrasi vurgusunun üç önemli yönü daha var:
a) Ülkemizde demokrasi sadece devlet gücünün sınırlandırılması konusunda değil. hükümet gücünün sınırlandırılması konusunda da büyük sorunlar yaşıyor. Çoğunluk gücü, bizim merkeziyetçi idari sistemimizle üst üste bindiği zaman müzakere ve uzlaşma olanağı ortadan kalkıyor. Siyaset, bürokrasi, yerel yönetimler, ekonomik güç, yerel güçler, cemaat gücü giderek “bütünleşen bu güç yapısı”na dönüşüyor ki bu gelişme demokrasi açısından gerçekten endişe verici.
b) Türkiye’de bireyler yeterince gelir ve güvence sahibi olmadığı için kişisel bağımlılık ilişkileri içine giriyorlar. Bağımlılık ilişkilerinin bu denli yaygın olduğu bir toplumda demokrasinin atomu olan özgür insandan söz etmek zorlaşır.
c) Demokrasi bir eşitlik sorunudur. Sosyal demokrasi de bireyin pozitif özgürlükler vasıtasıyla güçlendirilmesini hedefler. Yani iş, sosyal güvence ve eğitim hakları temelinde. Demokrasi ancak ortalama insanın güçlendirilmesi sonucunda güçlenir. Sosyal demokrasinin tarihi misyonu da bunu sağlamak olmuştur.
4- Sosyal demokrasinin sınıf temelinde “yeni orta sınıf” niçin öne çıkıyor?
Sosyal demokrasi deyince akla öncelikle bir işçi hareketi ve bu kesimin çıkarlarını savunan bir kitle partisi gelir. Ancak Türkiye’de bu tabana ilişkin önemli sorunlar var; solu yeterince tanımıyor olması, işçilerin muhafazakarlaşması, zayıf örgütlenme ve 12 Eylül’ün yarattığı sarsıntılar. O nedenle sosyal taban üzerinde etkili olmak için bu tabanda meydana gelen değişiklikleri iyi anlamak gerekiyor:
a) Sanayi toplumunun en büyük kesimini oluşturan örgütlü endüstriyel işçi sınıfı artık oldukça küçülmüş durumda.
b) Türkiye’de çalışanlar arasında ciddi bir çeşitlenme ve farklılaşma var. Bunların çok büyük bir bölümü topraksız köylü, tarım işçisi ve kayıt dışı çalışanlar. Hastanelerde, bürolarda, şirketlerde, okullarda, otellerde, AVM’lerde çalışan milyonlar var.
c) Etnik ve dini yani kültürel temelli farklılıklar.
Bu nedenlerle beyaz yakalıların oranı ve önemi artıyor. Avrupa’da sosyal demokrat taban esas olarak bu kesime döndü yani yeni orta sınıfa. Bu bilgi ekonomisinin gelişmesinin sonucu. Bu gelişmeyi büyük bir dikkatle izlemek şart. Karşımızda hızla değişen ve bize özgün bir yapı var. Bir ülkede sosyal demokrasinin başarısı da öncelikle değişim süreçlerinin ve özgün yapıların iyi kavranmasına bağlıdır.
5- Solun çıkış momentumu ne olmalı?
Türkiye’de yaygın bir yoksulluk var. Gelir dağılımında ciddi bozukluklar var. Coğrafi dağılımda aşırı bozukluklar var. Sosyal güvenlik sistemi güçsüz.
Refah hizmetleri, sağlık, yiyecek, eğitim yardımları önemli ölçüde dini misyonlara bırakıldı. Ancak tüm bu olumsuz koşullara rağmen sol yoksulluk, eşitsizlik ve toplumsal dışlanma ile kararlı mücadeleyi öncelikli politika hedefi yapmıyor. Halkın sıkıntılarını çözme kararlılığı, böyle bir öncelliği yok gibi. Oysa sosyal demokrasiyi liberalizmden ve muhafazakâr demokratlıktan ayırt eden onun eşitlikçilik idealidir.
Bunun için de öncelikle işle, okulla, hastaneyle ilgilenen ve bu kurumların hizmet alanını ve kalitesini genişletmeye ve yükseltmeye çalışan bir sosyal demokrasi anlayışı gerekiyor. Sosyal demokrasi halkın gözünde AKP’ye karşı ancak bu sayede etik ve moral bir üstünlük sağlayabilir. Çünkü eşitsizlik ekonomik büyüme üzerinde öyle olumsuz sonuçlar doğuruyor ki, önümüzdeki dönemin en başta gelen konusu bu olacak. Unutmayalım ki günümüzde üretkenlik ve verimlilik artışı sağlama, yani büyüme ve zenginleşme, öncelikle eğitim ve sağlık koşullarının geliştirilmesine bağlı. Bu nedenle siyasi istikrar sağlamanın ve ekonomik büyümeyi hızlı ve sürdürülebilir hale getirmenin başlıca aracı sosyal adalet ve sosyal devlet. Yeni Türkiye modeli mutlaka bu sosyal anlayış üzerine oturmalı.
Sosyal harcamalar için kaynak çok yönlü olarak sağlanabilir. Yalnızca vergi yükünü üstlenen kesime yeni ve ek vergiler getirmek gerekmez. İstihdam seviyesinin yükseltilmesi, ekonominin daha fazla kayıt altına alınması, yolsuzluğun ve israfın önlenmesi, kamu tasarrufları ve bütçe ayarlamaları hep bu kapsamda değerlendirilebilir.
O nedenle bana sosyal demokrasinin geçmişteki en büyük ihmali nedir derseniz eşitlikçilik idealini ihmal etmiş olmak derim. Yeniden canlanmak için en sıkı tutunmaları gereken ip hangisidir derseniz eşitlikçilik mücadelesi derim.
6- Sosyal demokrasi, “devlet” aygıtını nereye koymalı?
Doğru, artık sadece devlet aracılığı ile toplumu dönüştürmek mümkün değil. Devlet büyük işveren olmaktan da çıktı. Bununla birlikte küreselleşme devletin önemini bir zamanlar iddia edildiği gibi ortadan kaldırmadı. Sosyal demokratlar için devletin piyasa güçlerini yönlendirme işlevi çok önemli. Temel bir denetim ve düzenleme çerçevesi. Fakat bu işlev yasakçı ve kısıtlayıcı değil, inisiyatif yaratıcı olarak algılanmalı. Devlet yönetir, düzenler, hizmet sunar, ama bilim ve teknolojiyi de geliştirir, vasıflı işgücü yetiştirir, ihracat pazarları bulur, yoksulluğu azaltmaya çalışır. Keza unutulmaması gerekir ki dünyaya açılmanın, uluslararası işbirliğini geliştirmenin en önemli araçlarından birisi yine devlettir. Uluslararası işbirliği amaçlayan kuruluşlara katılım öncelikle devletin işi olmaya devam ediyor. Ve sosyal demokrasi için belki de en önemlisi yalnızca devlet değil, ama genel olarak kamu eşitlikçiliği geliştirmenin başlıca unsurlarından birisidir. Yani sosyal politikaları yönlendirme… Eğitim, sağlık ve sosyal politikalar ne ölçüde farklı kurumlar tarafından yürütülürse yürütülsün öncelikle yine kamunun işidir.
7-. Sosyal demokratların çıkışı yoksulluk üzerinden olacak, ya peki altın formülü?
Sosyal demokrasi aslında ekonomik dinamizmi artıran ve toplumun zenginliğini hem işçilerin hem de işverenlerin yararlanacağı şekilde geliştiren bir sistemdir.
Uzlaşmanın temel dayanağı ise herkesin ekonomik büyümeden kazançlı çıkacağı inancıdır. Bizim siyasi kültürümüzde böyle olmasa de sosyal demokrasi özünde bir üzüm yeme işidir, bağcı dövme değil. Küresel piyasa koşullarında, özellikle gelişmekte olan ülkelerde böyle bir uzlaşma mümkün mü? Ben bu konu üzerinde bazı çalışmalar yapıyorum. Belki ileride bunları paylaşma fırsatı olur. Bu uzlaşma sürecinde iş ve çalışma koşullarının iyileşmesi ve eğitim, sağlık ve sosyal güvence hizmetlerinin sağlam bir zemine oturtulması çalışanların beklentisidir.
8- Ekonomi ve piyasayla nasıl bir ilişki kurulmalı?
Solun ekonomiyi yönetme iddiasında ciddi bir gerileme var. Ben elbette “Cumhuriyet solcu idi” demiyorum, ama savaş yıllarına kadar Türkiye’nin en parlak ekonomik büyüme dönemlerinden birisini gerçekleştirdi. Birçok temel ekonomik kurum bu dönemde oluşturuldu. İkincisi, hem sosyal demokrat hem de Marksist sol, 1960 ve 1970’lerde tamamen ekonomistik bir bakış açısından hareket ediyordu. Onların tasarladığı büyük ekonomik dönüşüm projesi devlet veya hiç değilse Ecevit için kooperatifler aracılığıylaydı. Ne zamanki devletin dönüştürücü rolü kısıtlandı, sol ekonomiden çekildi. Şimdi ekonomi yönetimi tamamen girişim dünyası ve piyasa merkezli hale geldi. Sosyal demokrasi işte bu ilişkide bocalıyor. Bir yandan emeğe yakın olmamız lazım deniyor, ama arada büyük bir kopukluk var. Böyle bir ilişki olmadığı için de “sermaye partisi olarak görünürüm” diye girişimciden uzak duruyor. Piyasanın iyi ve kötü, yeterli ve yetersiz olduğu yönler vardır. Ama güçlü ve sağlıklı işleyen bir piyasa büyümenin başlıca kaynağıdır. Teknolojik ilerlemeyi körükler, üretimi artırır. İstihdam da sosyal adalet için kaynak olacak vergiler de böyle artar. Sosyal demokrasi ülkenin girişim ve innovasyonu kapasitesini artırma konusunda en iddialı siyasi hareketi olabilir. Bu hedefe ulaşmanın en başta gelen araçları bilim, teknoloji ve sanayi politikalarının güçlendirilmesidir. Bu özünde bilgi ekonomisine geçiş tartışmasıdır. Bunun için sosyal demokrasinin kamuoyuna verimlilik, üretim ve innovasyon artışını temsil eden siyasi hareket olarak sunulması ve sosyal demokrat siyasetin buna göre yönlendirilmesi gerekir.
9- Sosyal demokrasi, kalkınma meselesine hangi temelden yaklaşmalı?
Günümüzde sosyal demokrasi için ana hedef ekonomik zenginliği artırırken sosyal adaleti geliştirmektir. Adil bir toplum düzenini ekonomiyi büyüterek yaratmaktır. Sola girişimciliğin dinamizmini, girişimciliğe de refah devletini ve sosyal adaleti katmak işte politikanın öncelikli hedefi olmalıdır. Bunlar zaten sosyal demokrasiye özgün kalkınma anlayışının temel taşlarıdır. Gelişmekte olan bir ülkede sosyal demokrasi aynı zamanda kalkınmacı-büyümeci olmalıdır.
10- Etnik ve dini eksendeki gerginliğe ilişkin sosyal demokratlar topluma ne önermelidir?
Türkiye’nin en önemli çatışma ve gerilim eksenleri din, mezhep, laiklik, ve etnik sorunlarla ilgili. Hepsi kendi içinde önemli, ama aslında bu sorunlar arasında sıkı bağlantılar da var. Örneğin din ve etnisite veya mezhep ve laiklik gibi. Madem sosyal demokrat bakış açısı ve politikalar üzerinde konuşuyoruz tümüne ilişkin birkaç genel değerlendirme yapabiliriz. Türkiye’de siyaset çoğu zaman dar bir alana hapsediliyor. Toplumsal ve ekonomik bağlamdan kopartılmış bir demokratikleşme veya laiklik tartışmalarına sıkıştırılıyor. Siyasi alanın sıkışmasının önemli nedenlerinden birisi de sosyal demokrasinin güçlü bir program ve harekete dönüşememesi. Kendi özerk siyasi söylem ve gündemini oluşturamaması. Oysa amaç etnik ve dini çatışmaları barışçı yöntemlerle yumuşatmak olmalıdır. Bunda da ben sosyal politikaları en güçlü araç olarak görüyorum. Yani etnik ve dini uçurumları yumuşatmak, çatışma eksenlerini müzakere alanlarına dönüştürmek ancak güçlü sosyo-ekonomik reformlarla, sosyal politikalarla, yani yoksulluğu ve eşitsizliği azaltacak ve sosyal adaleti geliştirecek politikalarla mümkün olur. Etnik ve kültürel gerilimler ve çatışmalar ancak büyüyen, ama paylaşan bir toplumda yumuşatılabilir. Elbette sosyal adalet insanların dini kimliklerini, etnik kimliklerini ortadan kaldırır demiyorum. Tabii ki kültür, ekonomi gibi önemli bir güçtür. Ayrıca bir etnik sorun, örneğin Kürt sorunu, ekonomik olduğu kadar kültürel, yerel olduğu kadar uluslararasıdır da… Ama Türkiye bu tür çatışmaları makul limitlere çekmekte önemli rol oynayacak sosyo-ekonomik tedbirlerden yararlanmakta çok hem de çok geri kalmıştır. Aynı şekilde laik rejimin sağlam bir toplumsal ve siyasi temel üzerine oturtulabilmesi de ortalama yurttaşın güçlendirilmesine ve onun özerk birey haline gelerek düşünce ve davranışlarını baskı altında tutan toplumsal ortamlardan kurtulmasına bağlıdır.
bu ülkede gercektende sol artık gercektende cıkışını arıyor cünkü solcu olmak artık bu ülkede sanki suç olma noktasına geldi buda neden yılardan beri iktar görmüyor gelen sag iktarlarda her gelen kadrolaşma yolunda kurumlarda solcu bulmak cok zor solcu vatandaş kamu kurumlarında bir işi olsa o kurumda acaba soldan varmıki yokmuki demeye başladı çünkü yok diyecek kadar azaldı kamuda işciler dagil ben solcuyum demekten cekinir hale geldi solu savunan işci kesimine son zamanlarda sol sahip cıkmyor solcunun bir cogu yoksul insanlar sol sahip cıkmıyor bu da insanları soldan kayma sebebi sayın baykal son yılarda cumhurbaşkanı secimlerine kadar bana göre siyaset yapmadı cumhurbaşkanı secimlerinden sonra siyaset yapmaya başladı ama buda yetmiyor artık çünkü sayın baykal ve yönetim kurulu ve il başkanları cok iyi ve cok temiz olabilir vatan sever olbilir ama halka yakın degil hele il ve ilce yönetim kurulu üyeleri hic halka yakın degil halktan kopuk bir cok üyelerimiz yönetim kurulu ve başkanları kendilerini cok yüksekten bakma sebebiyle cogu üyelerimiz CHP ye ugramaz oldu cünkü halık yüzü sıcak insanlar arıyor artık güler yüzlü insanlar arıyor bunun kaynagıda CHP nin tüzügü üye kayıt devterinden ilerde ve ilcelerde haber bile etmeden delege secimi yamılıyor bu da sosyal demokrat bir partiyi karalıyor bidigim ilerde ne mahale komitesi var ne komüsyon var o yüzden nifüsün artması bile oyumuzu artırmıyor düşüyor gençlige önem verilmiyor CHP nin yaş sınırı nerdeyse 40 yaşın altında yüzde beşi zor bulur bu cok büyük kayıp gencligi olmayan bir parti sonu cok kötü bunları yazmak bile istemezdim ama solun iktar olmasını ben bir CHPli olarak cok istiyorum iyi olmamızda gerkiyor cünkü artık bıcak kemige dayanmaya başladı gecenlerde benim cocugum bana soruyor ya baba siz CHPli OLARAK COK CALIŞKAN VE HALIKTAN YANASINIZDA BEN CHP nin İKTİDAR OLMA TARİHİNE BAKTIM YILARDIR OLMAMIŞSINIZ DİYOR KENDİ COCUGUMA DİYECEK KELİME BULAMIYORUM ARTIK HÜKÜMET OLMA ZAMANI BİZDE GELMELİ UYSAL DARCIN BARTIN SAYGILARIMLA
Ülkemizde sol,1950 iktidarı ile birlikte yasadışı ilan edildi resmen olmasa bile.ABD de komünist avının başladığı yıllarda bizde de paralel hareketler gözlemlendi.Hükümet resmen müdahale edemediği için önce Ülkü ocakları sol un üzerine salındı ki arbede çıksın.Sonra ---vurun komüniste-- durumu oldu.Bu hep ABD ve müttefiklerinin oyunudur.Dünyayı küreselleşme adı ile aslında açık köleliğe sokmak için verilen mücadeledir.Buna mukabil enternasyonal sol da aynı amaca yöneliktir ve aslında Emperyalist Batı'nın emrindedir.Ama Türkiye'deki gerçek sol internasyonal değil Nasyonaldir(Ulusal).Bunun yanında elbette internasyonalci birkısım da vardır ama o kesim o kadar etkin değil.Sahip çıkılması gereken Ulusal Sol dur.
evet iktidar olmak istiyoruz artik bu yazismalari artik bir yere toplayip birlik olma zamani geldigini dusunuyorum bunu chp catisi altinda olmasi daha iyi cunku vakit yok bir sene beklemeye kimsenin takati kalmadi ama birlik ve beraberlik icinde iktidara yuruyecegiz hadio zaman ne duruyoruz
selam ben sayın avukat sezgin tanrıkulunu tebrik etmek istiyorum çok demokrat biri başbakan şimdide aydın doğana yüklenmiş ama iş demokrasiye gelince başbakan biz demokrasiyi getirdik diyor ben asla akp demokrasi bir parti olacağına inanmıyom onlarında gün gelir bu halk ampulünü söndürücek şimdi diyarbakırı istiyor sandığa gömülecek diyarbakırda saygılar
Kimse kendini birleştirici saymasın. Eğer birleşme var ise ki o da CHP ve o da DENİZ BAYKAL dan başkası olamaz.
Gercekten SOL cikisini aramali, gec kaldigimizi düsünmüyorum akp tekrar iktidar olusu Aydillari dahada aydinlatmisdir ic yüzü tamemen ortaya cikmisdir. yanliz Sol parti olarak gördügümüz Partilerin hepside SOLUN düsüncesini yansitmiyor. Cok ama cok üzülerek söylemek gerek dogdugumuzdan bu yana CHP li olmamiza ragmen artik Hizipci, oturdugu yerden kalmak istemeyen, yerini hep baskalarinin alacagi endisesini tasiyan baskanlarla deyil gercek sosyal demokirat baskanla iktidar olacagimiza inaniyorum. Hic düsündünüzmü biz solcular hic karsilik beklemeden partimizi desdekliyoruz CHP kac kez iktidar veya iktidar ortagi veya Muhalefete kalmasina ramen bakiniz ne Polis teskilatinda nede Devlet kurumlarinda cok ama cok az raslayabilirsiniz.Buna ramen biz Devletimizin Özgürlüklerden yana, Hasizliklara karsi, Iscinin Köylünün Cifcinin Refahindan yana vede Yolsuzluklara dur Diyecegine Inandigimiz icin Baykala ramen yinede CHP liyiz ama nezamana kadar.... Bence Baykalla deyil yeni bir Partiylede deyil CHP nin kendisine Gelmesiyle Sagi Solu Dinlisi Dinsizi (dinsiz olduguna inanmiyorumda.) herkesi kucaklayip Tüzügünü Sosyal Demokirasiye yakisdirarak bu firsati degerlendirmeliyiz. Herkese Akgüvercinli Yarinlar diliyorum.
ben avukatım ama şu uysal arkadaşımı tanmak isterim gözlerinden öpmek isterim inanın yazıları hem gercekci hemde gönülden yazmış tebrik ederim bu arkadaşımız gercek solcu mefat icin oraya buraya gecenlerden biri degil yazılarından anladıgım kadarıyla kutluyorum tebrik ediyorum
gün gelir onlarında ampülü söner kimler geldi kimler geçti sadece kalan CHP
Allah baykali ve chp ye zarar vermesin.chp catisinda birlesin ve baykal basinizda oldukcada iktidari ruya olarak gorursunuz.ben devamli dua ediyorum cunku baykal gibi sahte Ataturkculer chp nin basinda oldukca akp herzaman iktidar.
Artık Sosyalist Enternasyonal'den istiskal gören CHP'nin gerçekden, sırtını zinde kabûl ettiği güçlere dayayıp "nasyonal sosyalist" bir söylemle demokratik yolu bağdaştıramayacağı ve partiler yelpazasi içindeki şimdiki payından bir adım öteye gidemeyeceği kesinlikle anlaşılmıştır. Ancak ve ancak, taze bir önderle, İnsan Hakları kavramını iyice irdeleyip içine sindirip, çeşitli etnik kökenden insanlarla empati kurup, sağlam ve tutarlı bir sosyalist felsefe ile programını revize ettikden sonra, öteki sosyalist partilerimize ağabeylik yapma, onları etrafında toplama olgunluğuna erişebilir. Böyle bir devrim yapmayı göze alabiliyorsa ulu Atatürkün partisini kurtarabildiği gibi, gerçek sosyalizmi halka kabûl edebileceği biçimde tanıtabilir. Diğer sosyalist partilerin kendileri geniş halk kitlelerine kendileri tanıtmadaki yetersizlikleri karşısında sosyalizmin çıkış yolunu açacak olan CHP'nin böyle bir fedakârlığıdır.
Türkiyede sol uzun süredir çıkışını beklemektedir fakat yumurta kapıya dayanana kadar bizim millet çözüm arama ihtiyacında bulunmaz. Bence yapılması gereken yeni bir yapılaşma değil yerine chp'nin alt yapısının değişmesidir. Çünkü yeni bir yapılaşma yapacak kadar zamanımız olduğunu düşünmüyorum.Sayın Baykal elini ayağını çeksin artık bu siyasetten yoksa yapılacak işlem sadece solun oylarını bölmek olur.