Büyük gün sonunda gelip çattı… Türkiye’nin yazgısını belirleyecek, her zamankinden çok daha önem taşıyan bu seçimde oy kullanacağız... Kaba tabirle takke düşecek, görünen görünecek…
Klişeleşmiş sözcüğü yineleyeyim; memlekete millete hayırlı olsun…
Seçim sonuçlarını herkes gibi merak ediyorum; bence bu seçim bir başka ayrıntıyı ortaya koyacak; kaç kişinin miting meydanlarında liderlerin birbirlerine hakarete varan konuşmaları arasından adeta cımbızla çekip çıkardıkları projelerine göre oylarını kullanacaklar. Bazılarının şu veya bu taraftan olan yayın organlarından ne kadar etkilendiklerini göreceğiz… Aylardan seçime odaklanmış köşe yazarlarından etkilenen olacak mı?
En önemlisi söylenenler, yazılanlar neyi değiştirecek?
Felsefe’nin ve mantığın neden, nasıl, niçin sorusunu kendilerine soranlar çıkacak mı?
Kısacası düşünce özgürlüğünden ne anladığımızı da göreceğiz…
Ünlü düşünür ve lider M.Gandi yedi ölümsüz günah listesi düzenlemiş ve bu yedi ölümcül günahı şöyle özetlemiş,
—İlkesiz siyaset…
—Emeksiz zenginlik…
—Vicdansız haz…
—Niteliksiz bilgi…
—Ahlaksız ticaret…
—İnsaniyetsiz bilim…
—Özverisiz ibadet…
Böylesine önemli bir günde fincanları taşıyanları ürkütmeden yazı yazmanın zorluğunu da biliyorum. Çoğu köşe yazarı fıkralarla, sohbetlerle birkaç gün durumu idare edecekler…
Kadınları aşağılayan bağnaz düşünce, bazen onları mal olarak niteler!.. Bakalım mal olmayı kadınlarımızın ne kadarı içerisine sindirecek?
Sokaklarda çöp bidonlarını karıştıranların hallerinden memnun olup olmadıkları da ortaya çıkacak…
Boş zamanlarında ikinci bir işin peşinde koşanların mutlu olup olmadıklarını da göreceğiz…
Yaşam standartları yüksek, sol görüştekilerin ne yapacaklarını doğrusu çok merak ediyorum. Türkiye’nin kaderini tatillerine değişmeyenler de bu memlekette yaşıyor… Acaba onlar ne yapacak; oylarını kullanmayı boş verip yine tatillerine devam mı edecekler?
Okuyucularımdan biri mail göndermiş, sizlerle paylaşmak isterim;
“Ecevit öldü hepimiz solcu olduk...
Barış Akarsu öldü, hepimiz rockçı olduk…
Hrant Dink öldürüldü, hepimiz Ermeni olduk…
Muhsin Yazıcıoğlu kazaya kurban gitti, hepimiz ülkücü olduk…
Türkan Saylan öldü, hepimiz laik olduk…
Allah, Bülent Ersoy’a uzun ömür versin!..”
Kuşkusuz, en büyük dayanağımız olan duanın gücünü de göz ardı etmemeliyiz…
Bununla ilgili bir öyküyü yeri gelmişken sizlerle paylaşacağım; Öykü bu ya; Küçük bir kasabada caminin karşısında arazisi olan bir adam tutmuş, orada bir genelev yaptırmaya başlamış… Bunu gören caminin imamı ve cemaati şikâyet etmişler… Ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerinde nasıl bir iş yeri açacağı konusunda yasal bir işlem yapamamışlar. Bunun üzerine, imamın önderliğinde yapılmakta olan genelev için hergün beddua etmekten başka çare bulamamışlar.
Genelevin yapımı ilerlemiş, açılışına birkaç gün kala her nasılsa yıldırım düşerek genelevi yerle bir etmiş.
Cemaat bu doğa olayından duydukları memnuniyeti saklamaya gerek duymamışlar… Ne var ki, arsa ve genelev sahibi cemaat ve imamı sorumlu tutarak tazminat davası açmış… Bunun üzerine imam ve cemaat savunmalarında doğa olayından sorumlu olamayacaklarını ileri sürmüşler. Uygun evraklar tamamlanmış ve sonunda hâkim önündeki dosyayı incelemiş ve taraflara dönerek şöyle demiş; “Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum… Ancak dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada bir tuhaflık var. Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir genelev sahibi, diğerleri ise duanın gücüne kesinlikle inanmayan bir imam ile cemaati…”
Şimdi gelin de çıkın işin içinden…