İki kız kardeşin gittiği yoldan iki kız kardeş geldi. Celal Bayar'ın öz yeğenleri Ayşe ve Hatice 1920'de Irak'a göçmüştü; onların torunları Asil ve Hemse neredeyse doksan yıl sonra gezmek için Türkiye'ye geldi.
Çözmek zorunda oldukları iki büyük mesele var; Adapazarı'nda babaanneden miras geniş arazileri geri almak ve acilen emniyetli bir vatan bulmak...
Asil Ferman, bu topraklardan köksüz ağaçlar gibi önce Irak'a sonra Yemen'e ve ardından dünyanın dört yanına savrulmuş bir ailenin ferdi. Yerinde yurdunda bir ömür, neredeyse kıpırtısız yaşayanlar için gerçek bir serüven onun hayatı ve bütün göç hikâyeleri gibi dokunaklı.
Türkiye'den ilk göçenler babaanne Ayşe Mustafa Şevket ve kız kardeşi Hatice, üçüncü Cumhurbaşkanımız Celal Bayar'ın öz yeğenleri. 1920'lerde kızlardan biri Iraklı bir şeyh, diğeri Lübnanlı bir kadıyla evlenmek üzere Bağdat yoluna koyulurken dayıları Celal Bayar 37 yaşında, çiçeği burnunda Bursa milletvekiliydi. Bayar'ın hareketli yılları; İktisat Bakanlığı vekâleti, Çerkez Ethem'i ikna heyeti başkanlığı, Lozan Konferansı müşavir üyeliği, İş Bankası'nı kurma görevi... Bu meşguliyet içinde, iki kız yeğeninin peş peşe Irak'a göçmesi hakkında fikir beyan edecek vakti olmuş muydu bilmiyoruz. Bunu, Asil Ferman da bilmiyor. Onun bildiği; Irak'ta dışarıdan gelenlerin ya Farisi ya da Osmanî tabakaya mensup olduğu o yıllarda, babaannesinin 'Osmanî' diye anıldığı...
Kızlar için gidiş, o gidiş oluyor; ama Ayşe'nin oğlu, yani Asil Hanım'ın babası 1950'de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okumak üzere 'ana yurdu'na dönüyor. Altı-yedi yıl süren eğitimi boyunca bir Türk ailenin yanında misafir oluyor ve pek sık olmasa da büyük dayısı Celal Bayar'la görüşüyor. Bayar'ın altın yılları; genel başkanı olduğu Demokrat Parti, seçimi büyük çoğunlukla kazanmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi Bayar'ı Cumhurbaşkanlığı'na getirmiş. 1957 yılında 'baba yurdu' Irak'a dönmeden son kez görüşülen dayı, ikinci defa cumhurbaşkanı seçilmiş, gerçek bir 'dayı'dır; ama ne fayda, kader herkesin ağını ayrı iplerle örer.
Şimdi biz, babayla değil de kızları Asil ve Hemse ile görüşme imkânı bulabildiğimiz için, Irak'taki ilk yıllara ait hatıralar epey puslu. Babaanne Ayşe Hanım'ı ve kız kardeşi Hatice Hanım'ı Bağdat'ta, bir süre sonra peşlerinden yetişen erkek kardeşleri Fadıl'ı ise Basra'da Iraklı eşleri ve onlardan olan çocuklarıyla mutlu mesut yaşarken görebiliyoruz, hatta çocukların büyüdüğünü ve onların da Iraklı eşlerle evlenip yuva kurduğunu...
Ama kök, topraktan bir kez sökülmeye görsün...
Irak, tam da asıl vatan olmak üzereyken, gökten bombalar düşüyor ve Körfez Savaşı'na giren ülke, bizim mesut ve geniş aile için tekinsiz bir yer oluyor. İlk gelenler çok yaşlı artık, kaçış planı yapanlar, onların torunları; Asil, Hemse ve erkek kardeşleri... İlk Hemse göçüyor; istikamet Yemen, sonra anaç bir tavuk gibi diğer üç kardeşini alıyor yanına; ama bakalım Yemen'de nasibi var mı onların? Çok geçmeden Hemse Ürdün'e, erkek kardeşlerden biri Suriye'ye, diğeri de Avustralya'ya uçuyor ve böylece aile bir daha toplanmamak üzere dağılıyor. Bu arada hepsinin de okumuş çocuklar olduğunu hatırlatalım. Asil Hanım öğretim üyesi, Hemse Hanım mühendis, erkek kardeşlerden biri doktor, biri de yine mühendis.
Türkiye ne oldu peki? 1920'lerde iki kız kardeş, Hatice ve Ayşe bu ülkeyi terk etti diye unutulup gitti mi? Bilakis, neredeyse doksan yıl sonra başka kız kardeşler çıkageldi; onların torunları, Asil ve Hemse, yanlarında eşleri ve çocukları... İki yazdır tatillerini babaannelerinin memleketinde geçiriyorlar ve işin doğrusu, burada bir iş bulabilseler yerleşmek istiyorlar. Türkiye onlar için kendilerini evlerinde hissettikleri modern ve büyüleyici bir ülke değil sadece, burada Ayşe Hanım'dan miras geniş arazileri var. Her ne kadar sahip olamasalar da...
Evet, burası ayrı bir hikâye; fazla karışık değil hatta eğlenceli olduğu bile söylenebilir; ama yazık ki sonu görünmüyor. Şöyle ki; Asil Hanım'ın babası ve amcası bundan iki yıl önce, annelerinden kalan mirası yerinde görmek üzere Adapazarı'na geliyorlar. Ellerinde birtakım haritalar ve tapular var; ama emin olmak için bir kez de buradaki arşive giriyorlar. Hayır, sorun belgelerde değil, o belgelerin işaret ettiği arazilerde. İki kardeş o arazilerde ne gördü dersiniz; yol, okul, hastane, işyeri, ev... Nasıl bir şaşkınlığa düştüklerini tahmin etmek zor mu? Tapular ellerinde; ama uzun süredir arayıp sormadıkları için araziler kamulaştırılmış. Olması gerekeni yapıp avukat tutuyorlar; fakat yaşlı avukat çok geçmeden terk-i dünya ediyor ve hikâye işte böyle yarım yamalak kalıveriyor.
Asil Hanım, "Aslında çok zenginiz." diyor gülerek. Seksen yaşındaki babasının bu sorunu çözemeyeceğini biliyor, amcası ve halasının da... Bir ümit, biri çıkar, bu meseleyi ben halledeyim derse ne âlâ, yoksa kâğıt üzerinde Adapazarı'nın en zengin ailelerinden biri olarak yaşamaya devam edecekler. Bu önemli bir sorun; ama daha önemlisi kendilerini vatansız hissetmeleri. Asil Ferman için Irak, geri dönülmesi zor bir ülke; ama şimdi yaşadığı Yemen ne kadar emin? "Vallahi" diyor "Bizim yerimiz yurdumuz yok. Arap ülkeleri Irak vatandaşı olduğumuz için turistik vize bile vermiyor artık. Her an uzaklaştırılma, yeniden göç etme korkusuyla yaşıyoruz."