Büyükada’dan 1960-70’li yıllarda Yunanistan’a kendi isteğiyle göç eden Türkiyeli Rumların izini Atina’da sürdü Büyükadalı yazar Ahmet Tanrıverdi... Yunanistan’a göç eden 141 Rum’la konuştu; anılarını, pişmanlıklarını dinledi... Ve ‘Gitmeliler miydi?’, ‘Şimdi isteseler de dönmeleri ne kadar gerçekçi olur?’ sorularının cevabını “Bir Başka Kentte Ölümü Beklemek” adlı kitabında verdi. Tanrıverdi, birçok eski Büyükadalı’nın vasiyetinin Ada’ya gömülmek olduğunu, son günlerde Ada’ya gelen eski Rum cenazelerinde büyük artış olduğunu söylüyor.
Başbakan Erdoğan, Kürt vatandaşlara yönelik açılım paketinin detaylarını Büyükada’da açıkladı. Tesadüf bu ya yeşil gözlerinden dolayı “Fıstık Ahmet” lakaplı Büyükadalı yazar ve işletmeci Ahmet Tanrıverdi’nin Büyükadalı Rumların Ada’dan göç hikâyesini anlattığı kitabı “Bir Başka Kentte Ölümü Beklemek”te, Türkiye’nin tam açılımı konuştuğu günlerde yayınlandı. Tanrıverdi, atalarından bu yana asırlardır Büyükadalı olmalarına karşın, Yunan tabiiyetindeki akrabalarını 1964’te kovan devletin, Türk vatandaşı olan Rumları kovmadığına dikkat çekiyor: “T.C. vatandaşı Büyükadalı dostlarımız Büyükada’yı kendi rızalarıyla terk ettiler. Şimdi dönseler, eskiden yaşadıkları güzellikleri bulamayacaklarını biliyorlar. Ama Batı Trakya’daki Türkler nasıl gitmedilerse onlar da gitmeyecekti. Çünkü evleri, toprakları, annelerinin, babalarının mezarları buradaydı. Bir macera uğruna gittiler ve Ada’daki kültürel mozaiğin bozulmasına yardımcı oldular.”
Piyano akortçusunun yerine kebapçılar geldi
1960’lı yıllarda 20 bin kişinin yaşadığı Büyükada nüfusunun büyük bir bölümü Hıristiyan Rumlardan oluşuyordu. Bunların bir kısmı 1964’te Yunan tebaalı oldukları için Yunanistan’a gönderilince Müslüman Türklerle Hıristiyan Rum vatandaşlar sayısal olarak eşitlendi. Sonra hızlı bir kültürel erozyon etkili olmaya başladı. Rum nüfusu gittikçe eridi. Bugün Büyükada’da sadece 30 Rum yaşıyor. Ada’daki Rum ilkokulunda ise sadece 3 öğrenci eğitim görüyor. Tanrıverdi, Rumların göç sebeplerini şöyle yorumluyor: “Kendilerine güvenemediler. Çoğu çocuklarının geleceğini düşündü. ‘Karma evlilikler olacak’ diye korktular. Halbuki, karma evlilikler eskiden de vardı. ‘Giderek burada asimile olacağız’ diye korktular. Ama Ada’da kalanlar hallerinden memnun. Hiç kimseden şikâyetleri yok. Bir de üstüne üstlük kalanlar şimdi ‘mücevher’ gibi oldu. El üstünde tutuluyorlar.”
Fıstık Ahmet, Rumların gidişiyle, Ada’nın Ada olmaktan çıkıp kasabaya dönüştüğünü iddia ediyor: “İyiler gitti, kötüler geldi. Gelenler Ada kültürüne uyan hareketlerde bulunmadı. Ada’da evvelden Rumlar sayesinde piyano akortçusu, gitar imalathanesi vardı. Şimdi onların yerine kebapçı, lahmacuncu geldi.”
Rumlara da mahalle baskısı yapıldı
Rumların Ada’dan göç etmeye başladığı günlerde 25 yaşında olduğunu anlatan Fıstık Ahmet, mahalle baskısının da Rumların gidişini tetiklediği görüşünü savunuyor: “O gün de bugünküne benzer bir tür mahalle baskısı olmuştu. Ada’ya gelmiş, fakat Ada’nın kültürünü kabul edememiş insanlar, Ada’nın yerlilerine başka bir gözle bakıyorlardı. Rumları dinlerinden dolayı onları Türk milletinin düşmanı gibi görüyorlardı. Niko, Hristo, Lefter gibi isimleri duyunca, ‘Bunlar gâvur ismi, değil mi?’ diyorlardı. Onlara aba altından sopa göstererek, ‘Ne zaman gideceksin’, ‘Ne zaman evini satacaksın’ gibi sözlerle tehdit edip mahalle baskısı yaptılar.”
“Keşke Atina’ya hiç gelmeseydim” diyorlar
2007 yılının Kasım’ında, Atina’nın Palio Faliro semtini mekân tutmuş Büyükadalı Rum arkadaşlarımdan biriyle Atina’daki Saraylı Muhallebici’de otururken, masalarına sürpriz bir eski bir Büyükadalının geldiğini söyleyen Tanrıverdi, kitabın ortaya çıkmasına neden olan ilginç konuşmayı şöyle anlatıyor: “Senelerdir Atina’da yaşayan Büyükadalı arkadaşımın ağzından ‘Keşke gelmeseydim Atina’ya, pişmanım’ itirafı çıktı. Halen Büyükada’da oturan Rum kadın arkadaşımın cevabı ani, sinirli ve sert oldu: ‘Gelmeseydiniz. Biz geldik mi? Gelip de ne yaptınız? Hem memnun değilsiniz, hem bizi yalnız bıraktınız. Pişmanmış... İyi b.. yediniz!”
Kemiklerini Büyükada’ya getirmek istiyorlar
Eski Büyükadalı Rumlarla Atina’da karşılaştığında, arkadaşlarının gözlerinin dolduğunu söyleyen Tanrıverdi, Rumların kendisine sarılıp “Ada kokuyorsun, oranın kokusunu bize getirdin” dediklerini anlatıyor. Tanrıverdi, “Hâlâ dönmek isteyenler var. Çoluk çocuğunu okutmuş, torun sahibi olmuş birkaç kişinin burada evleri var. Yazın birkaç gün kalıp gidiyorlar. Buradaki anılarından bir türlü kopamıyorlar. ‘Öldüğümde Ada’da gömülmek istiyorum’ diyen çok kişi var. Ada’ya son aylarda eski Rumlardan aşağı yukarı 4-5 cenaze geldi. En son 9 Nisan’da Büyükada Belediyesi’nin eski doktoru Yorgo Kiropulos’un karısı vefat etmişti. Cenaze buraya getirildi. Hâlâ babasının veya annesinin kemiklerini Ada’ya getirip gömmek isteyenler var.”
Türkiye’de ‘kefere’; Yunanistan’da ‘Türk dölü’
Tanrıverdi, Türkiyeli Rumların Yunanistan’a göç ettikten sonra yaşadığı arada kalmışlık duygusunu şöyle anlatıyor: “Ne orada, ne de burada dik duramadılar. Eğreti durdukları için kitabın kapağına koyduğum pasaportu eğri koydum. Biz eksiden ‘Adalar Kulübü’ olarak maçlara gittiğimizde, ‘Adalı’ demek, ‘kefere’ demekti. Yani, ‘kâfir...’ Her maçta bize ‘kefereler’ diye bağırırlardı. Rumlar gitti, biz burada kaldık. Şimdi de maçlara çıkıyoruz, aramızda hiç Rum yok. Hâlâ bize ‘kefere’ diyorlar. Rumlara Atina’ya ilk gittiklerinde de ‘Türk dölü’ diye bağırdılar. Halbuki, Türklükle tek bağlantıları nüfus kâğıtlarıydı...”
Rumların ağzından Büyükada’dan göç...
Ahmet Tanrıverdi, Atina’da 141 eski Büyükadalıyla yaptığı görüşmelerde, kimliklerini gizli tutarak, Ada’dan göç etme nedenlerini dinledi. İşte kendi ağızlarından göç eden bazı Rumların hikâyeleri...
İstanbul’da kalmadığıma pişman oldum
“...İstanbul benim cennetimdir Ahmet. Atina’ya geleli 35 sene oldu. Kendi rızamla geldim. Hâlâ Türk vatandaşıyım ve her yaz 1 ay Türkiye’ye geliyorum. Yunan tebaalıların 1964’te gönderilmesinden sonra giden arkadaşlar mektuplarında Atina’yı ballandırarak anlatıyorlardı. Sanki, Amerika idi Atina. İstanbul’da azınlık olmanın sıkıntısını gelen göçlerle hissettik. Onlara göre biz gâvurlar düşmandık. Her şey üst üste gelince gitmeye karar verdim. Seneler sonra Yunanistan AB’ye üye olunca, Amerika gibi bir Atina gördüm ama Özal zamanında Türkiye de liberal ekonomiye geçince, İstanbul’un Atina’dan bir farkı kalmadığını gördüm. İşte o zaman İstanbul’da kalmadığıma pişman oldum.”
Ecevit’i annem için ikna edemedim
“Annem İstanbul’da kalan Rumlardandı. Hastalanmıştı; yaşlıydı da... Onu ziyarete gittim. Durumu iyi değildi. Vizem bitiyordu. Yanında kalmak için izin istedim; verilmedi. Kalktım Ankara’ya gittim. Ecevit’le konuştum. Annemin durumunu anlattım. ’Annemin yanında kalmam lazım’ dedim. Vizemin uzatılmasını rica ettim. Ecevit ’Veremem’ dedi. Annem hasta olmasa izin istemezdim. O izni alamadım, Yunanistan’a geri döndüm. Kısa süre sonra annem öldü. Cenazesine gitmedim. Tekrar vize istemedim. İnsan sevgisiyle ülke sevgisini bu adam mı yazıyor şiirlerinde, meydanlarda? Gülerim. Sevginin nasıl kaybedildiğini, yok edildiğini ben Ecevit sayesinde öğrendim. Ecevit’i affetmem.”
Ecevit'in izni vermediği tarih Kıbrıs Barış Harekatı'nın olduğu dönemlere rastlamıştır kesinlikle. O tarihte Kıbrıs'ta soydaşlarımız canlu canlı toplu mezarlara gömülerek katledilirken, kim olsa (hatta siz bile) o izni veremezdiniz.Olaylara geçtiği dönemin şartlarıyla bakmak lazım.teşekkürler