14
Mart
2025
Cuma
ANASAYFA

ACILAR KÖPRÜ DE YARATABİLİR

"Bazı değerli aydınlarımızın başlattıkları bireysel özür dileme kampanyasının tetikleyeceği bildiri/karşı bildiri savaşlarının, kamu oyumuzda sebep olabileceği verimsiz polemiklerin ve gerginliklerin, bu girişimin amacıyla ters düşebilecek sonuçlara yol açması endişesini taşıyorum. Oysa bu hassas konu, özür dileme veya dilememe zıtlaşması içine sığdırılamayacak kadar karmaşık. Bu nedenle de dikkatle ele alınmasını gerektiren unsurlar barındırmakta." Emekli Büyükelçi Özdem Sanberk'in Ermeni Techiri'yle ilgili olarak 2005'te Radikal'de yayınlanan yazısını yayınlıyoruz

Türk ve Ermeni Hükümetleri bir kaç ay önce zorlukla sürdürülen bir yakınlaşma süreci başlattılar. Bu sürecin ihtimamla sürdürülmesi ancak kamuoylarının tahrik ve tehevvüre kapılmalarının önlenmesiyle sağlanabilir. Ermeni sorunlarının tarihte geçirdiği aşamaların dikkatsizce tartışılması bugün ülkemizde yaşayan Ermeni vatandaşlarımızın ve ailelerinin huzur ve güvenliğini ilgilendirdiği kadar, tarihte Anadolu’daki Ermeni çetelerinin ve yakın geçmişte yabancı ülkelerdeki ASALA teröristlerinin katliamına maruz kalmış yurttaşlarımızın ve şehit diplomatlarımızın ailelerinin ve evlatlarının da acılarının deşilmesini gündeme getirir.

İki yıl kadar önce Radikal Yorum’da yayınlanan ‘Acılar Köprü de Oluşturabilir’ başlıklı yazımın bu meseleyi daha sağlıklı bir bağlam içinde tartışabilmemize yardımcı olabileceğini düşünmekteyim.


19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında, dağılma sürecindeki Osmanlı İmparatorluğu, geniş topraklarda yaşayan halk kitlelerini büyük acılara ve yoksulluklara gark eden sürekli savaşlara sahne olmaktaydı. Anadolu ve Rumeli toprakları ve bu toprakları çevreleyen bölgelerde bu savaşlar nedeniyle yıllarca süren sıfır asayiş, şiddet, kan ve acılar, imparatorluk ahalisinden etkilenmedik hiç kimseyi bırakmamıştı.
Üç kıtaya yayılan Osmanlı’nın, dağılması, Başkan Clinton’ın Türkiye’yi ziyaretinde TBMM’deki konuşmasında da değindiği gibi, dünyanın bugün bile hâlâ çözümlemeye çalıştığı sorunlar yumağını yaratmış ve çöküşün şok dalgaları, günümüze kadar uzanan derin bir stratejik kırılma oluşturmuştu. Dağılma sürecindeki şiddetin ‘vüsat ve şümulü’ ve bu dönemdeki insan kayıplarının yüksekliği, çekilen ıstırapların yoğunluğu, ne Amerika’da, ne Avrupa’da hâlâ tam olarak anlaşılmış değil. Osmanlı’ya dair nüfus çalışmaları yapan araştırmacılara göre, 1. Dünya Savaşı’nda Anadolu’daki Müslüman halkın kayıpları 3 milyona ulaşmaktaydı. Bu rakam Anadolu halkının o zamanki nüfusunun üçte birine tekabül ediyordu. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslüman ahalisinin dramı bunula bitmiyordu. Balkanlarda 1821’den 1925’e kadar geçen yüzyıl zarfında 5,5 milyon Müslüman tebaa öldürülmüş, 5 milyon kadarı da sürgün edilmiş ve yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan sökülüp atılarak Anadolu’ya hicrete mecbur bırakılmışlardı.

Osmanlı’nın, Balkanlar’da yaşayan Müslüman tebaasının çektiği ızdıraplar bu gün pek az hatırlanıyor. Oysa 1990’lı yıllarda Bosna ve Kosova’daki Müslümanlara reva görülen etnik temizlik uzun bir tarihi trajedinin son perdesini oluşturmaktaydı. Bu perdenin nihai olarak inip inmediğini de maalesef henüz kesin olarak söyleyemiyoruz.
Anadolu ve Rumeli’de yüzyıl önceki şiddetin Müslüman kurbanları, onların ıstırapları Batı dünyasında hemen hiç hatırlanmazken, o zamanlar Anadolu’daki Ermenilerin çektiği acılar Amerika ve Avrupa’da bugün neden hâlâ gündemin ön sıralarında yer alıyor?

İki zıt tutum


Bu sorunun aslında basit bir yanıtı var. Osmanlı’nın gayrimüslim göçmenleri, imparatorluğun çöküşü sırasında yaşadıklarını hiçbir zaman unutmak istemezken, Balkanlardan Anadolu’ya kaçan Müslüman tebaa, o zaman yaşadığı acıları kendilerinin ve çocuklarının hafızalarından silmeyi tercih etti.

İmparatorluğun dağılmasıyla Anadolu’dan Yunanistan’a, Suriye’ye, Lübnan’a, Fransa’ya, Amerika’ya, Arjantin’e giden, buralarda yerleşen Ermeni ve Rum göçmenler çektikleri çilelerini, ıstıraplarını bir nevi duygusal kültür haline getirdiler. Bu kültürü geliştirdiler ve özenle korudular. Kendi kimliklerini geçmişte ve bu ıstıraplarında buldular.
Her biri bulunduğu yerde, kendi acılarının canlı tanığı oldular. Acı deneyimlerini çocuklarına, çevrelerine ve sonraki kuşaklara anlattılar. Bunları yaşadıkları ve saygın ve nüfuz sahibi haline geldikleri ülkelerin kamuoyları ile paylaştılar.

Buna mukabil, Girit’ten, Bulgaristan’dan, Makedonya’dan veya Rumelinin başka yörelerinden sökülüp atılan ve Anadolu’ya kaçan Müslüman tebaa, acılarını geride bırakmayı tercih etti. Onlar kimliklerini geçmişin düşmanlıklarında değil, geleceğin dostluklarında aramayı tercih etti. Çünkü Rumeli’den kaçarak Anadolu’ya gelen Türkler, yabancı diyarlara göç eden Hıristiyan tebaadan farklı olarak, kaybettikleri toprakların yerine koyabilecekleri yepyeni bir şey buldular.

Bu, yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğan modern Türkiye Cumhuriyeti idi. Yeni Türk Cumhuriyeti’nin yurttaşları geçmişe değil, geleceğe baktılar.
Uzaklara göçen Hıristiyan tebaa ise, tam tersine geçmişlerine sıkı sıkıya sarıldı. Onlar yaşadıkları acı olayları belgelendirdiler. Kitaplar yazdılar, filmler çevirdiler. Müzeler yaptılar. Geçirdikleri tecrübelerin edebi külliyatını meydana getirdiler. Yeni vatanlarında ve dünya kütüphanelerinde bu külliyatı geniş halk kitlelerinin erişimine başarıyla açtılar. Bu yetenekli insanlar, her yerde ulaştıkları siyasi, ekonomik, ticari, bilimsel, sanatsal, entelektüel mevkilerde, seçildikleri parlamentolarda, üyesi oldukları hükümetlerde kendi etraflarında dayanışma yumakları oluşturdular. Hatırlamak ve unutmak. Her ikisi de, hiç şüphesiz travmaya verilebilecek meşru yanıtları oluşturuyor. Hiç kimsenin kimseyi, geçmiş acılarını canlı tutmak veya bunları unutmak istemesinden dolayı kınamaya hakkı olamaz. Ama travmayı doğru teşhis etmek istiyorsak, bunu yaşamış olan tüm aktörlerin çektiği sıkıntıları birlikte düşünmememiz ve hele hele birinin acısının diğerinin acısına nazaran daha fazla veya daha az olduğu zehabına kapılmamamız gerekiyor.
Biz de Rumeli’den Anadolu’ya kaçan Müslüman tebaanın çocukları olarak acaba şimdi, her birimiz kendi çapımızda, analarımızın, babalarımızın, dedelerimizin, ninelerimizin, yerlerinden koparılıp, sürgün edilirlerken çektikleri çileleri, tabii abartmadan ve çarpıtmadan belgelendirmeye çalışsak, hepimizin evinde kenarda, köşede kalmış sararmış fotoğrafları, mektupları, kartpostalları, bulabildiğimiz kalıntıları ve hatıraları, gelecekteki araştırmacıların yararlanacakları tarihi malzeme olarak bir araya getirmeye çalışsak iyi mi olur kötü mü olur? Doğrusu karar veremiyorum. Belki de bunları yapmak için çok geç kaldık.

Üzülmemek mümkün mü?


Muhakkak olan bir şey varsa o da Osmanlı’nın son yıllarının korkunç şiddet ve katliam dönemlerine sahne olduğu ve bu kıyımların, kanlı gözyaşlarına ve kitlesel göçlere yol açtığıdır. Bu şiddet ve gözyaşlarının bütün kurbanlarının ve hiç şüphesiz Ermenilerin yaşadıkları derin ıstıraplar karşısında üzüntü duymamaya imkân var mı?
Özellikle bu şiddete maruz kalan Ermeniler o zaman çektikleri büyük acıların paylaşılmadığı duygusunu taşıyorlar. Bu duygu onları, aslında büyük çoğunluğunun aşmak istediğine inandığım kırgınlık ve dargınlıklara ve hasmane tepkilere sevk etmekte.
Ben bu üzüntüyü nasıl duyuyorsam, eminim ki Türkiye’deki Ermenilerin büyük çoğunluğu, o yıllardaki Türklerin ıstıraplarını ve bilhassa yakın tarihte şehit edilen diplomatlarımızın ailelerinin acıları-nı paylaşmaktalar. Hatta yalnız Türkiye’deki Ermeniler arasında değil, Ermenistan’da, Amerika’da, Fransa da ve başka yerlerde yaşamakta olan Ermeniler arasında da benzeri duyguları duyanların sayısı tahmin ettiğimizden daha fazla. Paylaşılan acılar karşılıklı anlayış doğurur. Geçmişteki bu ıstırapların beraberce paylaşılması mümkün olabilseydi, Türkler ve Ermeniler arasında bugün dayanışma ve güven bağlarının güçlü şekilde kurulduğuna tanık olabilecektik. Çünkü zulüm yıllarını birlikte yaşadık. Birbirimizin acılarını bizden daha iyi anlayacak hiç kimse olamazdı.

Uçurum yerine köprü


Paylaşabilseydik acılarımız, aramızda uçurumlar değil, köprüler yaratacaktı. Aslında geç kaldığımıza hâlâ inanmıyorum. Ortak travmalarımızın somut birer sembolü olarak, bugün eski Osmanlı topraklarının, atalarımızın hayatlarını kaybettiği çeşitli yörelerinde ortak anıtlar dikemememiz için bize engel olan ne? Çanakkale’de hayatlarını kaybeden işgal kuvvetleri askerleri için, Atatürk’ün “...Onlar artık bizim de evlatlarımızdır.” şeklinde Şehitler Abidesi’ne nakşedilmiş sözleri, bu tür soylu bir davranış için hepimize güçlü bir esin kaynağı oluşturuyor.

Ama geçmişi gözeten bu insani davranışın ötesinde, Türkiye’nin belki bugünü göz önünde tutarak yapabileceği bir atılım daha var. Bu atılım tarihe yönelik bir jest değil, bu günkü siyasi tıkanıklıkla ilgili bir açılım. Bu gün Azerbaycan’da bir milyon dolayında insan kamplarda yaşıyor. Bu insanlar Ermenistan’ın 1989’dan itibaren silahlı güç kullanarak topraklarını genişletme emellerini gerçekleştirmek istemesi sonucu yerlerinden, yurtlarından sökülüp atılmış Azeriler. Kamplarda doğuyorlar, kamplarda büyüyorlar, kamplarda evleniyorlar, kamplarda ölüyorlar.
Bu tarih değil. Halen şu anda yaşanan bir gerçek. Onların davasını savunan kimse yok. Şimdiye kadar teröre başvurdukları da görülmedi. Ankara’ya tarihi sorumluluğunu hatırlatanların aklına, Erivan’a dönüp, dün değil bugün, silah gücüyle işgal altında bulundurduğu yabancı toprakları neden terk etmediğini sormak gelmiyor. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Aralık 1999’da bu sorun dahil, Kafkasya’daki tüm anlaşmazlıkların ele alınmasını hedefleyen Kafkasya İstikrar Paktı önerisini ortaya attı. Bölge ülkeleri (Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Rusya) devlet başkanlarına ve aralarında BMGK üyeleri de olan bölge dışı büyük ülkeler (ABD, Fransa, İngiltere, Almanya) devlet başkanlarına, ayrıca BM ve Avrupa Konseyi genel sekreterleri, AB Komisyonu ve Avrupa Birliği Dönem Başkanı’na, AGİT Başkanı’na bu önerisini anlatan mektuplar gönderdi. Muhataplarının büyük çoğunluğundan cesaret verici yanıtlar aldı. Öneriye açıkça karşı çıkan olmadı.

Sadece Ermenistan bu girişime İran’ın da katılmasını teklif etti. Ancak Demirel Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrıldıktan sonra Türkiye bu girişiminin arkasında durmadı. Böylece bölge istikrar ve barışı-na yönelik olarak, Türkiye tarafından başlatılan önemli bir atılım dünya gündeminden düşmüş oldu. Türkiye’nin, Azerbaycan’daki bir milyon yerlerinden edilmiş göçmenin geleceği dahil, bölgede uluslararası meşruiyetin iadesini öngören yeni bir Kafkasya İstikrar Paktı önerisini şimdi tekrar gündeme getirmesi ve aynı zamanda Ermenistan’la doğrudan ticaretini başlattığını dünyaya ilan etmesi ve bu girişimini güçlü bir kamuoyu diplomasisi ile destekleyerek, ikili düzeyde ve uluslararası kuruluşlar çerçevesinde bu önerisini enerjik şekilde, inançla öne sürmesi, bugün bu konuda Türkiye’ye baskı yapılmasını hedefleyen siyasi denklemi tersine çevirir.
Türkiye’nin bu konuda, şu sırada ihtiyacı olan diplomasi savunmacı ve hırçın yaklaşımlardan esinlenen değil, son iki üç yıldan bu yana, aynen Kıbrıs ve Avrupa Birliği tam üyeliği hedefine kilitlenen ve uluslararası siyasi ve moral üstünlüğü ön planda tutan yaratıcı, yapıcı ve pro-aktif diplomasidir.

Türk diplomasisinin bu açılımları gerçekleştirebilecek kapasitede olduğunu biliyoruz. Yeter ki siyasi irade daha fazla geç kalmadan bu yönde tecelli etsin.
Özdem Sanberk: Emekli büyükelçi, 23/03/2005’te Radikal’de çıkan yazı.

Emekli büyükelçi Özden Sanberk - Radikal
Yayın Tarihi : 19 Aralık 2008 Cuma 16:27:01
Güncelleme :19 Aralık 2008 Cuma 16:32:50


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
yusuf atay IP: 88.254.199.xxx Tarih : 22.12.2008 11:07:14

yahu bizim ermenilerlen bir işimiz yok şunu niçin anlamak istemiyorlar bunları dün olduğu gibi bugünde yaptıran küresel güçler abd.ingiliz fransız rus vede daha niceleri derken içimizdeki sözde aydınlar insanların meşru savunma diye hakları var arkamızdan vurulduk evimizde soyulduk yatak odalarımızda tecavvüze uğrarken kendimizi savunduk suçmu bazı miletlerin dediği gibi yoksa bizdeki satılmışlar da en iyi türk ölü türktür diye salyalarını akıtıyorsalar teslimmi olacagız (BOYUN EĞMEDİK EYMİYECEĞİZ ZALİMLERİN ZULMÜNE KARA SEVDALIYIZ HAKKIN NURUNA KÖKÜMÜZ DALIMIZ MEVLADAN GELMİŞ MEVLAYA GİDER)ama son zamanlarda gazetelerde okuyoruz teslim olan pkk lıları iade edenler bu gün ermenileri haklı çıkaranlar yatak odasına kadar giren hırsıza dokumayın diye kanun çıkaranlar daha nicelerini bu gidişle yapmaya muktedir olacaklar haksızmıyım


beyza çiçek IP: 78.174.12.xxx Tarih : 20.12.2008 11:05:37

bütün sorunun kendisinin alt kimliğini gizleyen ve T.C kimliği altında eziklik hisseden ve halen ben ermeniyim deme cesaretini gösteremeyen ve kendisini iki edebi kalemle aydın olduğunu zanneden esasen karanlığa kurşun sıkan ahmakların rüyası olduğunu bunun yanında gerçek ermeni kimliği ile bu durumdan Türkiye ermenilerinin dahi rahatsızlık duyduğunu düşünüyorum. Sizce haksızmıyım


Abdullah KAPLAN IP: 88.232.116.xxx Tarih : 24.12.2008 11:40:38

Ermenilerden özür dileme yarışına girenler,Acaba ermenilerin kalleşce kaç tane Türk Millerini kestiklerini mezalim yaptıklarını biliyorlar mı?.Yurt içinde ve dışında kaç tane Büyük elçileri Türkleri o ermenilerin kalleşce öldürdüklerinden haberiniz yok mu?.Ermenileriden ançak beyni sulanmış işe yaramaz insanlar özür dilerler. Hiç bir Türk Milletinin ermenilere özür borçu yoktur. Tarih de yaşananlar tarih de kalmıştır bu tarihsel olayları yeniden kaşımanın kimseye faydası yoktur.Fazla kaşır iseniz şimdi ki oluşacak barışa engel olursunuz. Şimdi ki çağı yaşamaya bakınız fosilleşmiş olayları deşmenin gericiliktir geri geri ancak korkaklar gider. Özür dileme kampanyasını başlatmış olan sözüm onlara entel sahte aydınlar acaba Ermenilerin beş yüz atmış üçTürkü kestiklerini toplu mezarlara gömdüklerini bir milyon Türkleri yerinde kovarak göçe zorladıklarını yollarda öldüklerini ve otuz dört Büyük elçimizi ve diplomatımızı öldüklerinden haberleri yok mu?. Bunları öğrenin sonra kampanyanın ne kadar gerçek yanı olduğunu anlarsınız. Asıl özrü Ermeniler dilemelidir. Sahte özür dileme ile küçülmeyiniz kedinizi küçük duruma düşürmeyiniz. Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk Milletinin kimseye bir özür borcu yoktur. Türk Milleti asildir kimseden gerekmediği takdirde özür dilemezler. Özür dileyecekler birileri var ise onlarda Bu Güzel Cennet Vatana ihanet eden nankörlerdir. Bu vatana ihanet edenler akıllı olun. Türkler çok tarih yazdılar bir tarih de sizin için yazarlar. Türk Milletine sevgiler saygılar. Dünya da Türk Milleti On dört Büyük İmparatorluk ve yüz on dört devlet kurmuş bir yüce Milletir. Dünyada bu unvan a sahip başka bir millet yoktur. Siz sahte aydınlar bu Büyük Türk Milletini hiçe sayarak mezarım yapmış bir devlete özür dilemek için zorlayamasınız. Var olan bu günkü barışa baltalamış olursunuz. Tarih yaşanmış bitmiş geçmiş fosil olayların bu güne hiçbir faydası yoktur. Siz özür dileyenler Bir de Madalyonun öbür tarafını çevirerek bakınız Ermeniler tarih boyunca Türk milletine neler yapmışlardır. Asıl gerçeği o zaman göreceksiniz. Abdullah KAPLAN 24.12.2008


berulmedı gorulmezde bır takım ulkeler kendı yaptıklarını bızım uzerımıze yıkmaya calısıyor ama nafıle hıc bır ermenıde IP: 193.255.38.xxx Tarih : 22.12.2008 16:07:17

aydın gecınen ermenıler!... hıc bı ermenıden asla ozur dılemem dılemıyorum dıleyelım dıyenlere de yuhh yanı bız kıme ne yaptıkkı ozur beklıyorlar bu ulke yıllardır bu tur olaylarla bolunmek ıstenıyo ama kımsenın bunu basarabıldıgı gorulmedı bunca ıftıra attınız bıze sız bızden ozur dıleyın