Aynı konu kapsamındaki üç güncel yayın yazı dizime ara vermeme neden oldu.
Birincisi; Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu sırasında Cumhurbaşkanımızın, Vakit Gazetesi Ankara temsilcisi Arseven’in eşine, Sayın Hayrünnisa Gül’ün ise yazarın kendisine uzattığı ellerin havada kalması.
İkincisi; Millî Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi’nin: “İlâhiyat fakültelerinin lağvı ile din öğretiminin (medrese tarzı) din okullarına bırakılması önerisi”.
Üçüncüsü; Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan’ın: “Millî bayramlara itibar etmeyen çocuklarımıza, dinî bayram geleneğinin coşku verdiği” hakkındaki makalesi…
Bu üç haber arasında, ilk bakışta ilgi görmüyor olabilirsiniz ama, üçünü bir arada değerlendirmeye çalışacağım.
Ülkemizdeki tartışma konusu olan ve dinî kaygılarla kullanılan başörtüsü veya türban ile kadın-erkek toklaşma yasağı çeşitli İslâm ülkelerinde çok farklı uygulamalar göstermektedir.Kadın-erkek tokalaşma yasağı bütün mutaassıp İslamî çevreler için söz konusudur.
Meselâ, Şeriatın uygulandığı Pakistan’da hanımlar erkeklerle tokalaşmaktan kesinlikle kaçınırlar ki dini bütün bir Müslüman Hanım için bu doğaldır. Ama, Hint geleneklerini İslâmla kaynaştırmış Pencap ve Sind eyaletlerinde ben hiç başını örten bir hanıma rastlamadım.
Fazla takı kullanmayan bu hanımlar, sadece boyunlarında tuttukları “dupata” denilen uzun bir eşarp’ı ibadet sırasında ya da Kur’an okunurken, saçları tümüyle kapanmayacak biçimde, başlarına yarım örterler. Sanırım, Kur’anın Nisa Suresinin 31. maddesinin gerçek yorumu da böyle olmalıdır.
Pakistan’ın, Orta Doğu'ya yakın olan Balucistan ile Peştun kalabalığı bulunan Kuzey Batı Eyaletleri halklarının çoğu aşırı dinci olup, kadınları çoğunlukla, yüzlerinin bir deri parça ile kafeslendiği burka denilen çadır giyerler. Bu coğrafyada sefalet, cehalet ve de eşcinsellik diz boyudur.
Osmanlı Halifeliği'ne saygı duymamış olan ve kendilerinden başka tarikat mensuplarını Müslüman saymayan Vehhabîliğin, Selefîliğin hükümferma olduğu, “Kardeşlik Teşkilâtları (İhvan)” kurmuş olan petrol zengini, ABD. dostu Suudî Arabistanı bir yana bırakıyoruz. Çünkü bu diyar tam bir çelişki kumkumasıdır.
İçerde Şeriat, ülkeye geçici olarak gelmiş yabancı uyruklulara bile (örneğin ve özellikle Türklere) en acımasız biçimde uygulanırken, sapkın ilân ettikleri başka mezheplerden aşiretlere, çoğu kez Amerika baskısı ile toprak ve özerklik verirler. Hele, ülke dışında görev yapan temsilcilere ve Suud Ailesi efradı prenslerin keyiflerine hiç karışılmaz. Bunlar özgürlük ortamı buldukları dış ülkelerde kıyafet serbestîsinden yararlandıkları gibi işret alemlerinden fazlası ile nimetlenirler…!
Örneğin; Karaçi’de tanıdığım, Suudî Arabistan Başkonsolosunun Lübnanlı eşi, açık başlı, kısa kollu yazlık kıyafetli, fakat kişilik olarak çok olgun bir hanımefendi idi. Ne var ki, Başkonsolos hazretlerinin kendisi, öteki İslâm ülkeleri temsilcileri ile kapalı seanslarda işreti pek severdi. Bize göre hava hoş; özgürlüğünü kullanıyor. Ama ülkesinde neden zulüm var? Din’in bir yönetim yöntemi olduğunu açıkça göstermek için mi?
Lideri Kaddafînin Kur’anı Anayasa ilân ettiği Libya’ya gelince; benim, Tripoli (Trablusgarp) kentinde ikamet ettiğim bir ay boyunca (çöllerdeki bir diyardan ziyarete gelmiş burkalı bir hanım haricinde) hiç ama hiç İslamî tesettürlü bir hanıma rastlamak şöyle dursun, aksine, askerî eğitim (mudaraba) alan, saçlarını bellerine kadar uzatmış yığınla genç kız gördüm. Ki; böyle bir saç modeline 1930’ların Cumhuriyet İstanbul’unda bile hiç iyi gözle bakılmazdı.
İslâm’ın çıkış yurdu Arabistan Yarımadasındaki diğer bir çok ülkenin (Suriye, Ürdün, Filistin, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri) ve Mısır’ın tesettürsüz “First Lady”lerinin çağdaş, fakat bizim türbanlı aristokrat hanımlarımızın şıklık ve zerafetlerine ulaşamayan görüntülerine medyada hepimiz rastlıyoruz.
İslam ülkelerindeki erkek giyimlerine gelince iyice curcuna…
Malezya’da, Endonezya’da, Afrika devletleri, Pakistan gibi İslam’a girmeden önceki geleneksel giysileri ile İslâm’ı kaynaştıran kıyafetler yanında İran’daki pantolon ceket giyilmesi ama kravat takılmaması, Fas’daki gibi entari, ya da maşlahla örtünüp, kemali itina ile kravat takılması uygulamaları var. Bir de, İslâm’a had derecede bağlı bir zatın İslam’la nasıl bir alâkası olduğu bilinmeyen kıyafeti…
Bu zat ki; Millî Gazete’deki köşesinde “İslâm’da Tevhidi “ ve bu nedenle, sosyolojik bir olgu olan din’in kıyaslamalı biçimde öğretildiği İlahiyat Fakültelerinin ilgasını ve yerine tek bir gerçek İslâm’ın tedris edildiği “medrese” sistemini savunur (28.10.2008);
Galatasaray ve Mülkiye (Siyasî Şube) çıkışlı Mehmet Şevket Eygi Hoca Efendi; (anlaşılan “Allah”la şirk koşan şeyh, sultan vs. din bezirgânlarının prestiji ile oynadıkları, “ruhban” aristokrasisi engellemeye çalıştıkları için) İlahiyat hocalarına verip veriştiriyor.
“İslâm’da tesettür yoktur, tesettür Yahudilikten gelmiştir” diyen, Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü perdesi altında İslâm’ın tek hak din olduğunu reddeden, diğer Ehli Kitabın da Cennete gidebileceğini söyleyen ilâhiyatçılar olduğuna, hatta bazılarını içki içtiklerine, namaz kılmadıklarına işaret etmektedir.
Sağlam icazetli, muttaki (itikadı bütün) hocaların, din âlimlerinin eksikliği yüzünden, İlâhiyatçı kadrosunun fitne, fesat, fetret devri açtığını; cahil halkın da bu sapıttırıcıları kurbanı olduklarını anlatmaya getiriyor.
Zaman zaman kendi çelişkilerini itiraf etmek zorunda kalan, bir zamanlar, İzmir’e demir atarak Amerikan hegemonyasını temsil eden 6.filoyu protesto’ya kalkışan gençleri tenkil için yobazların yarattığı “kanlı Pazar”ın mimarlığını yapacak kadar can siperane savunduğu ABD. ve Suudî Arabistan icazetli Sabetaycı avcısı Eygi: sinek kaydı traş olmuş, Frenk gömlekli, kravatlı, pantolonlu, ayakkabılı, takvimli, saatli ve ruhlu İlahîyatçı takımının “Kur’an Müslümanlığı” diye bir mezhep çıkardığını, sünneti ve hadisleri, fıkıh ve şeriatı inkâr etmelerinden yakınmaktadır.
A benim muttaki hocam, bütün cûş-u hüruş, bütün kaynaşma, karmaşa da, İslâm’ı Kuranın dışına taşırmaktan geliyor ya! Kaç adet sünnetin, kaç adet hadisin sahih olduğunu kim biliyor?
Fıkıh ve şeriata esas olan “tefsir” çeşitlemelerinden en inanmış Müslümanlar da müşteki. Onun için yüzlerce mezhep, tarikat ortaya çıkıyor da kan gövdeyi götürüyor.
Ümmet-i Muhammed de ne kılık kıyafet giyeceğini şaşırıyor. Hangi müçtehide inanalım da onunla amel edelim?
Her tarikat, kendi dışındakini “kâfir” ve “sapkın” ilân ediyor. Hatta bu isimde bir tarikat ya da dernek de var: “El Tekfir v’El Hicra” (Tekfir ve Ayrılma).
Gerçek İslâm biliminin kaynak kurumu hangisi olacak?
El Ezher mi?
Ohooo!..
Onun içinde de o kadar fraksiyon var ki; oradan ayrılıp çeşit çeşit din derneği, tarikat kuran kurana…
“Kur’an Tarikatı” diye (sümme hâşâ) aşağıladığı şeyin Hrıstiyancası, zannederim “Evanjelizm-İncilcilik” (tek kitaba bağlanma)…
Reform’u anımsattığı ve Atatürk’ün, inanan yurttaşlarımıza saygı göstererek, Elmalılı Hamdi Yazır Hocaya Kur’anı tercüme ettirmesinden, akıl yolu ile yorumlatmasından tarikatları yasaklamasından teneffür ettiği için böyle bir kavrama karşı.
Üstelik, Mekteb-i Nuvvab’dan kadılık icazeti almış olan Hamdi Hocanın çeviri ve tefsiri itikad’da “ehli sünnet” ve amelde (Hazret-i Muhammed’in, Peygamberlik nüzul etmeden önce bağlı bulunduğu ve ona tek din formasyonu kazandıran İbrahim inancından, (Hanif’den) gelme “Hanefî Mezhebi” esas alınarak yapılmış.
Niye Eygi Hoca ve Dinde TSE markası görmek istemem diyen Abdurrahman Dilipak tatmin olmuyorlar? Başka türlü “tevhid” nasıl sağlanır? Ayrı ayrı yollara (tarikata) özgürlük adına izin verirsen işte böyle curcuna olur.
Eygi Hocaya da “Cihad”ı düşünmek dışında bir şey kalmaz. Ulemanın yazdığı tefsir kitaplarını okuyun; bilgi kaynakları (onların deyimi ile) “tevatür”dür. Tevatür de (rivayet) öylesine çeşitlidir ki… Tıpkı, Musa Peygamberin getirdiği, sadece temel ahlâk kuralları olan “10 Emir”e, 9 asır boyunca, kendilerini Peygamber diye niteleyen Yahudi teologlarca yapılan ilâveler gibi…
Eygi Hoca Taraf gazetesini de taraf bulmuş; 1.Kasım.2008 tarihli köşesinde naklettiği, Neşe Düzel’le röportajı dehşet yaratıyor. Ona naklettiklerine göre sadece (kendi tarifine giren) Müslümana özgürlük, başkalarına “Cihad” ve “Cehennem” var. Yani kavgalı bir İslâm’a inanıyor ki; bu dönemde, aklını fikrini peynir ekmekle yemiş Müslüman da çok az bulursunuz.
E, bu kadar akıl ve mantık sapkınlığı, kafa karmaşası karşısında, kıyafet ve görenek karmaşasının lâfı mı olur? İhanet ettiği Cumhuriyet rejiminin verdiği bursla Frenk usulü “diplomasi” öğrenimi alan; tek etkinliği Amerikan 6. Filosunun fedaîliği ile İzmir’i birbirine katan; cenneti esirgediği Hrıstiyanlardan bazı Polonyalı din adamlarına (Devletlerine karşı geldikleri için) hayranlığını ifade ederek onlarla insanlık da değil yobazlıkta dayanışma gösteren; Hazret-i Muhammed’in hiç tanışmadığı kalpağı giyerek sünnet dışına çıkan; kendisi medrese çıkışlı olmadığı hâlde Din adına fetvalar veren Eygi Hocanın kişiliği bu topyekûn karmaşayı simgelemiyor mu?
Müttefiki olduğu liberallerin de çelişkilerine de değinmek isterdim. Ama makale boyutunu geçiyoruz; bu iş başka zamana kaldı. Şimdilik, liberallerimizi, Eygi Hocanın Millî Gazetedeki makalelerinin olanak elverdiğince tümünü okumaya davet etmekle yetineyim. Bizde yasaklama yok.
Tüm Dünyadaki sayısız ve birbiri ile kavgalı “İslamcı Örgütler’ hakkında daha geniş bilgi için Faik Bulut’un aynı isimdeki, 1993 ve 1994 yıllarında yayınlanmış eserini öneririm.
”İnanç karmaşasının ve hoşgörü yokluğunun daha nasıl evrensel felâketler yarattığını anlatan dizi’mizi izlemeye devam ediniz.