30
Haziran
2024
Pazar
ANASAYFA

Tüm musibet; o kayıp karede...



       Bazılarınız yazılarımı zevkle okusa da, bazılarınız hırsla ve diş gıcırdatarak okuyorsunuz hissediyorum.
       Kimileriniz nerden peydahlandı bu hatun bu köşeye diyor,kimileriniz birilerine dokundurmadan yazacağım o hiç yazılmayacak yazılarımı bekliyorsunuz değil mi?:)

      Eğer yukarıdaki gibi düşünenlerden iseniz bence gelin siz bugün bu yazımı hiç okumayın. Mazallah burada yazacaklarımı okumaktan çok daha önemli işleriniz vardır. Kaya’nın bebeği,Hülya’nın Ali ‘si,İbo’nun seherdeki turnaları,Pınar’ın aşkları, M.Ali’nin düşen slip hikayeleri vs.vs. birçok konu emin olun burada yazacaklarımdan çok daha eğlenceli.Onun için boşverin siz şimdi bu uzun kelimeleri ard arda dizip gözlerinizi şeşbeş etmeyi.Yol yakınken kapatın sayfamı, küçük kas gelişiminizi hızlandıracak o müthiş egzersiz hareketinizi yapın ve Tv denen komik kutunun yanınızdan hiç ayırmadığınız kumandasına şöyle bir dokunun.En azından sıkılınca değiştirirsiniz, o da bir 5 dk.sizi oyalamaya yeter. 

       Birazdan yazacaklarım kafa bulandıran şeyler, ufak bir ihtimal yazacaklarımdan hoşlanırsanız eğer, “tabancanız helada” olmasa da “başınız belada “ demektir.:)

       Eğer hal böyleyse, siz de düşünen , farkındalığının farkındalığını yakalayan en önemlisi boş işlere itirazı olanlardansınız.Bilmem düşündünüz mü? Tv’de bizi rahatsız edecek nerdeyse hiçbir şey yok. O tılsımlı kara kutu bizi yormuyor. Çünkü çoğu işi bizim yerimize yapıyor, bizim yerimize düşünüyor, olmak isteyip de olamadığınız birçok kahramanın yerine kendinizi koymanızı ve hayatınızın içine giren dedikodu kazanını sürekli kaynatmanızı sağlıyor. 

         Aşağıda anlatacağım satırlarda  sizlerle  bugün paylaşacaklarım sıradan bir kadının hayatındaki o kayıp kareyi keşfedişinin öyküsü aslında.

         Bu; belki yüzyıllar öncesinde yaşayan,yanlış gönderildiği zamanın burukluğunu içinde taşıyan, yel değirmenlerine karşı çıkmaya çalışacak kadar iradesini güçlü sanan , şehir keşmekeşi içinde kendini kahraman olarak görebilecek kadar da “saf” olan (aslında aptalın kibarcası) ve ismini açıklamayan bir seyircinin hikayesi...


       “Yine yarımdı…
         Yine içinde,neresinde olduğunu bir türlü keşfedemediği ya da kabullenmek istemediği o lanet eksiklik duygusu.Bu eksiklik yeni doğan güne “merhaba “ dediğinde yanı başında varlığını görmeye alıştığı objelerin ya da kişilerin yokluk hissi falan da değildi üstelik.

      Evet, sevgilisinden ayrılmıştı.O muhteşem yalnızlığı ile başbaşaydı.Üstelik başı da, yüreği de artık ağrımıyor,her telefon görüşmesinden sonra canı da sıkılmıyordu.Ama yarım kalmışlık hissi kesinlikle bununla ilgili değildi. Bir yalana gönüllü inanmış hatta yürekte başlayıp beyinde biten ihanetlere uğramış olması belki bir etkendi ama yaşadıkları öyle korktuğu gibi “jiletlik arabesk” yarım kalmışlıklar da değildi.

       İçinde yine o çok sevdiği denizi hissetti.Hemen bir sahil bulup yürümeli ve başladığı yere varacağını bilse de tekrar tekrar yaşadıklarının nedenlerini düşünmeliydi.Evden çıktı ve sokakta elinde bir demet papatya olan yaşlı adama rastladı.Komşusu olan yaşlı adam,eski İstanbul beyefendilerine has bir baş hareketiyle “selam “ dercesine tebessüm etti.Kadın göz ucuyla adamın elindeki papatyalara baktı ve beynindeki geçmiş karelerden yüreğine ılık birşeyler aktı...

      Söylenenlere göre yaşlı adam yıllar önce çok sevdiği halde bir türlü kavuşamadığı aşkını, hemen ardında da kendini kaybetmişti. Bakmaya kıyamadığı ama bir türlü kavuşamadığı kadın avuçlarının içinden toprağa kaydığında o da orada ölmek istemişti. Biriciğinin cennette olduğundan emindi, böylesi bir güzellik ona göre anca cennete yakışırdı.Zaten hayattayken de ona hep cennet gözüyle bakardı. İlahi ve ebedi sevgilinin davetine icabet eden, cennete yürüyen sevgilisine kavuşabilmek için hiç günah işlememeliydi. Sevdiğini özledi,özledikçe insanlara daha iyi davrandı.Sevdiğini özledi,özledikçe kimselere kötü söz söylemedi.Çünkü ne yapıp edip cennete ve kendi cennetinin dizlerinin dibindeki o muhteşem ebediyete gitmeliydi.

       Yarım kalmışlığıyla didişen kadın yaşlı adamın gözlerine baktığında kendi gözlerini ,yüreğine baktığında kendi yüreğini görüyordu.

       İşte dedi...
       Eksik olan bu!!! 
       Onun aşkı tıpkı bu yaşlı adam gibi ,yani eski insanlarınki gibiydi. Şimdikiler gibi arazi vites aşklardan ve genetiği ile oynanmış sahte aşıklardan değil.

          Kadın, böylesi bir aşk için boyuna posuna bakmadı, kadın başına dağları delmeye kalkıştı…
         Onun anladığı aşk, bugünün bilinen ve yaşananları kadar kofti de değildi üstelik.Tıpkı eski zamanlardaki gibi siyah-beyaz ama bir o kadar renkli.Eksik olan ,onu yarım bırakan buydu işte. 
       
         Asıl eksiklik kendinde değil, başkalarındaydı. Ondaki doluluğu boşaltmak istiyordu sanki inatla başkalarının eksikliği. “Artık o güzelim duyguyu hissedemiyorlar çok yazık “ dedi kendi kendine.

       Dikkatinizi çekti mi hiç? Günümüzde insanlar hep kendilerine deli gibi aşık olacak birilerini arıyor,dün gelmesi lazımken bugün hala gelmeyen “kahramanlarını” bekliyorlar. Ama her hikmetse kendileri “kahraman” olmayı akıllarından bile geçirmiyorlar. 

        Şimdi fark ediyordu gerçeği ,bugünün DNA ‘sı arızalı aşıkları kahraman olmaktan bal gibi korkuyorlardı. “Ama ben korkmuyorum” dedi alaylı bir tavırla kendine gülen kadın. Aşk kelimesinin hak edilirliği için her şeyi yapabilirliğinden emindi. Hani erkekler , kendilerini düşünen, kibar, sadık ve dürüst kadınları severlerdi.Böyle öğretilmişti ona ve onun kuşağına.Kimin öğrettiğini hatırlamıyordu,zaten kimin öğrettiği de önemli değildi,tüm gereksiz ve işe yaramayan bazı dürtüler gibi o da zamanın bir yerinde öğretilmişti işte...

       Kadın, o gece sadece sevgilisine değil,hayata ve olmak istemediği halde zorla oturtulduğu konumlara da içlenmiş,öfkelenmişti. En büyük yalanını söyledi kendisine.Sonra kendi de inandı o söylediklerine.

       Hayatı elele tüketmek istediği “kahraman” olmak istemedi, tıpkı diğer korkaklar gibi.:) Halbuki kadın, ona verdiği “helal” duygular için savaşacağını, gerekirse onu tüm dünyaya göğsünü gere gere savunacağını sanmıştı,aptal olduğu için.:)

      Tüm bu düşünceler yüreğinde ihtilal yaparken , o düşünceleriyle birlikte vuruşa vuruşa çok sevdiği arkadaşının iki sokak ötedeki evine geldi. Günün o saatinde istenebilecek en abuk içeceği istedi.Koca bir bardak   b i r a   rica etti en köpüklüsünden.

      Sonra arkadaşına bakıp,birasındaki köpükten feyz alıp eski aşkların güzelliğinden bahsederek ; ”Neden artık bira köpüğü gibi herşey” dedi cevap alacağını umarak.Oysa arkadaşının hayatı elindeki biradan da köpüklü ve ruhu ondan da yarımdı.
Öyle ya;kör sağıra laf anlatamazdı.

       Kafasını sağa doğru çevirip giriş katındaki salonun penceresinden sokaktan geçen kadınlara baktı.Kimi kör, kimi topal, kimi sağırdı.
İşte o an , hiçbir kadının tam olmadığını anladı.Toz şeker misali dağılan kafasını, moleküllere ayırmak istercesine televizyonun kumandasına tıkladı.

       Kadın neden böyle olduğunun, neden eski aşkların kalmadığının ve neden insanların zora gelince dört nala kaçtığının sebebini işte o kumanda darbesiyle buldu . Bir film şeridi gibi aktı beyninden eski Türk filmleri.Hani şu yazlık sinemalarda gösterilen,arada alaska frigo yenen,film başladığında perdede gördükleri aşıklar için milletçe top yekün olarak gözyaşı dökülen eski sinema filmleri.

       "Yani Miladi Televizyon Öncesi........ :)"

         Sinema karelerinde teknik olarak saniyede 24 kare görüntü perdeden kayar demişti Radyo Televizyonculukta okuyan bir arkadaşı, televizyonda ise bu sayı 25 idi. Yani bu teknik detaya göre televizyonda hep sinemaya oranla “1” kare fazla görüyorduk işin erbabına göre.

        Bize ne olduysa , işte bu “1” kare yüzünden olmuş olmalı. Birileri o “1” karenin içine tıkıştırdı belki beynimizi uyuşturan ve aslında bir halt olmayan herşeyi.Ve hep o tek kareyle zehirlediler düşüncelerimizi diye düşündü.

        Öyle ya, eskiden aşkı için dağları delen aşıkların yerine,artık tele-vole aşklarını yedirir oldular her kanalda ısıtıp ısıtıp bize. Renkli hayatlar ve paparazzilerde yaşanan aşkları serdiler önümüze alın size aşk diye...

       Hayatlarımıza mantık evliliği adı altında yapılan , mantıksızlık örneği evlilikler girdi.Duygular kenara çekilirken ,meydan duygusuz mantık abidelerine terkedildi..Her birimiz reklam aşklar yaşama hevesine kapıldık sonraları. Normal, sıradan ve gariban hayatlarımızda tıpkı orada yansıtılanlar gibi reklam aşklar yaşamaya debelendikçe de elimize yüzümüze bulaştırdık.

       Kadın, 24 saniyede bunları düşünüp,24 .kareye yetişmek için oturduğu yerden hızla kalktı. Koşa koşa evine giderken içinde tıkanan ne varsa o tempoyla ile bir bir attı,dağıttı…..” 






       Eğer hala inatla ve sabırla yazdıklarımı okuyorsanız ,bu akşam o klinik kutunun kumandasına dokunduğunuzda eğer “24. kareyi” hatırlarsanız; televizyonun neden esiri olmamanız gerektiğini kavramışsınız demektir.

       Ve hatta,artık hiçbir erkeğin sizin için dağlar delmeyeceğini, çöllere düşmeyeceğini ve o ”1” karenin “bizi nasıl değiştirdiğini de öğrendiniz demektir. :)

      İkazımı kaale alıp, yazının uzunluğunu görüp kaçanlar ,bu akşam bir paparrazzi programında yine hayallere dalıp o süslü alemden kendilerine sahte kahramanlar,prensesler yaratacaklar.

     Ve eminim, o programları izleyen bazıları , kavga ettikleri yada ayrıldıkları sevgililerinin “özür dileme” hediyesi olarak kendilerine Robin Sharma’nın kırmızı Ferrasinden hediye etmesini umacak ya da kendilerini Reina’ya götürebilecek ,cebi geniş yeni kurbağa prensler(yada prensesler ) bulma hayaliyle yanıp tutuşacaktır. 


                                                                                                                                                                            selinanil@yahoo.com
Yayın Tarihi : 29 Ağustos 2006 Salı 16:29:11
Güncelleme :29 Ağustos 2006 Salı 17:16:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Hasan Sayın IP: 88.241.157.xxx Tarih : 29.08.2006 20:44:09
Kahraman olmak doğru aslında Nilgün ben olmak istedim, fakat insanlar bunu tam anlayamadığı için bir daha kahraman olmak gibi bir niyetim yok. Kahraman olmak aynı zamanda içinde bir çok acı da demek

Hakan KAYACAN IP: 212.175.130.xxx Tarih : 6.09.2006 10:24:13
sizin yazdıklarınıza inat yazınızı okudum, yazdıklarınızda haklısınız,elinize yüreğinize sağlık, sizin yazınızı yeni okudum ama devamlı okumaya gayret gösterecem, hakikaten uzun yazıları okumak biraz zor geliyor bu aslında çok fazla kitap okumadığımızdan kaynaklanıyor,eğitici, öğretici ve bilgilenrici yazılar ne kadar uzun olursa olsun bence okunmalıdır. başarılarınızın devamını dilerim.

erdal geyikçi-köçek IP: 81.215.4.xxx Tarih : 4.09.2006 12:20:58
ACI ÇEKMEK ÖZGÜRLÜKSE ÖZGÜRÜZ İKİMİZDE.ne güzel yazmış.ŞAİR....özgür olmak için acımı çekmek lazım?ben yıllardır!acı çekiyorum....!ALLAH BİLİYOR.ama özğürlüğün ne olduğunu halen anlamış değilim!kahramanlığı yapanları.filmlerde görüyoruz.onlarında açılar çektiğini görüyoruz.kahramanların.hiçmi rahat yaşamaya ihtiyacı yok.ya hep birisini sevmek istedim.sevdim.....!seni seviyorum.sözlerine kulak tıkadım.sensiz yaşamakmı ölürüm diyenlerin.bensiz başkalarıylada yaşadıklarını gördüm.ya NİLGÜN ABLA.sen hiç gerçekten sevene rasladınmı?ben rasladım.gerçeek aşklar.sevdalar.yaşıyorlar.hepsi şimdi mezardalar.leylası,mecnunu,keremi aslısı vs vs.!O KAFESTA BİR KANARYA BENSE ÇALI KUŞU....!ben sokak kedisi o ev kedisi misali.davul bile dengi dengine çalıyor.bizim buralarda.....!ne yatım var nede katım.bankada,paramda yok.bir koyda yatımda yok.hep rüzğara karşı yelken açmışım.dalğalara karşı kulaç atmışım.kendimi okyanuslarda bulmuşum.iyiki yüzme biliyorumuşum....!yüzme demişken antalyayada selam olsun konya altında 8 yılım geçti arkadaşlar.beni hiç yüzerken görmediler.....!gece mehtapta,yada sabah güneşin doguşunda beni yüzerken bir kaç tane arkadaşım görmüştür.herkese tavsiye ederim.sabahı ve geceyi yüzmek için denizin.en temiz olduğu saattir.dalgasıda yoktur......!okumaya devam edecem sizi.saygılarımla NİLGÜN abla.erdal geyikçi-köçek.......!

Sevgi Öner IP: 85.102.254.xxx Tarih : 1.09.2006 16:49:23
yazınız çok güzel, çok haklısınız... bu zamanda kahraman olmakta zor bulmakta ama herşey gerçektende yürekten istemekten geçiyor diye düşünüyorum, elinize ve yüreğinize sağlık :)