1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

32. Gün'de müthiş iddialar!

Kanal D'de önceki akşam yayınlanan 32. Gün programına, Kenthaber Yazarı Feramuz Erdin'in sözleri damgasını vurdu.

Kamuoyunu bilinmeyenler konusunda aydınlatacak şekilde yanıtlar veren Erdin, programın yapımcıları Mehmet Ali Birand ve Rıdvan Akar tarafından soru yağmuruna tutuldu.

Emniyetin merkez teşkilatı ile taşra arasında kopukluk olduğunu vurgulayan Erdin, poliste akademik eğitimin mükemmel olmasına rağmen görevini layıkıyla yerine getirebilmesi için gerekli olan silah kullanma, yakın dövüş, öfke kontrolü gibi mesleki ve pratik eğitiminin eksik olduğunu iddia etti..

Erdin ayrıca, polisin aşırı çalıştırılması nedeniyle mutsuz olduğunu, daha fazla sayıda psikolog görevlendirilerek öfkelerinin kontrol latına alınması gerektiğini anlattı.

Polislerin silah kullanma olayı sonrasında adliye ve idare tarafından sahip çıkılmak bir yana, aksine, yalnız bırakıldıklarını ifade eden Erdin, konuyla ilgili kendi köşesinde de bir yazı kaleme aldı.

İşte Erdin'in o yazısı: 

Bu hafta, Mehmet Ali Birand’ın sunduğu 32.Gün programının konuğuyduk.

Konukların seçimi dolayısıyla, stüdyoya oldukça gergin bir ortam hâkimdi.

Bir yanda bizim gibi emekli polisler, diğer tarafta ise polis tarafından mağdur edilmiş olduklarını beyan eden kimseler ve avukatlar vardı.

Bunlardan bazıları gerçekten polis tarafından mesleki eğitim eksikliği sebebiyle mağdur edilmiş kimseler olmakla birlikte, bazılarının sadece polisi zan altına sokmak için orada olduğu kanaati hakimdi.

Biz ise Emniyet’in avukatlığını yapmak değil, kendi tecrübelerimizi en doğru şekilde aktarmak, halka yanlış olarak aktarılan bir takım gerçekleri anlatmak amacıyla oradaydık.

Nitekim, demokrat ve objektif tavrımızla, stüdyodakiler kadar seyircinin de takdirini kazandığımızı gelen olumlu tepkilerden anlıyoruz.

* * *

Polis kurşunuyla yakınlarını kaybedenlerin ve karşılarında ellerindeki belgelerle bu ölümlerin “haklı” olduğunu ispat etmeye gayret eden kişilerin olduğu böylesine yüksek gerilimli bir ortamda, “polisin iş kazası” tabiriyle neyi kast ettiğimiz tam olarak anlaşılamadı:

Öncelikle şunu vurgulayalım:

Silahla olan her ölüm zaten haksız bir ölümdür. Çeşitli belgeler ortaya koyarak, içinden çıkılamayan her olayı teröre ve terörle mücadeleye bağlayarak veya öleni suçlayarak bir yere varmak mümkün değildir.

Ortada bir sorun olduğu bellidir. Bu durumda gerekli olan, sonuç getirmeyecek polemikler yaratmak değil, sorunu teşhis ederek, çözüm yollarını uygulamaya koymaktır.

* * *

Ölümle sonuçlanan bir olay tabii ki en ince detayına kadar soruşturulmalı, suçu olanlar cezalandırılmalıdır. Buna kimsenin itirazı olamaz.

Bizim buradaki itirazımız, görevi esnasında görev gereği silah kullanan polisin adi suçluymuş gibi yer göstermeler yapılarak, tutuklanarak ceza evine konulmasınadır.

Görevi esnasında silah kullanan polisin medya baskısı korkusuyla, idare tarafından yapayalnız bırakılarak, daha ceza davası sonuçlanmadan tu-kaka ilan edilmesinedir.

Bazı hakim ve savcıların olayı "kanunun emrini ifa" olarak değerlendirmeyerek; görevini yaparken, çok açık olmayan bir kanun maddesi gereğince doğru ya da yanlış bir kararla silah kullanan polisi “kastı aşan adam öldürme” gibi alakasız bir suçtan tutuklama yoluna gitmelerinedir.

* * *

Kanaatimizce, nasıl ki bir doktor gerektiğinde anestezi ve neşter kullanıyor ve verilen yanlış/hatalı bir karar neticesinde bir insanın hayatı sona eriyorsa, silahla görev yapan polisin yanlış/hatalı karar vererek silah kullanması sonucunda ortaya çıkan yaralanma veya ölüm olayları da kelimenin tam anlamıyla “iş kazası” olarak nitelendirilmelidir.

Hatalı teşhis ve tedavi neticesinde bir insanı sakat bırakan veya ölümüne yol açan doktorun tutuklanması yoluna gidilmiyorsa, görevi esnasında hatalı karar vererek yaralama veya ölüme sebebiyet veren polis de aynı şekilde tutuklanmamalıdır.

Bir kovuşturma esnasında hatalı karar vererek şahsı tutuklamaya sevk eden bir savcı ile bu şahsı tutuklayan hâkim, özgürlüğü belki de 2 veya 3 yıl elinden alınan o şahsın yargılama sonucunda beraat etmesi halinde “görevi ihmal” veya “özgürlüğü kısıtlama” suçundan tutuklanmadığı halde; hakkında dava açılan polisin, PVSK “davalardan vareste tutulabilmeyi” bile öngörürken, “kastı aşan adam öldürme” suçundan tutuklanarak ceza evine konması da düpedüz adaletsizdir.

Kanunun öngördüğü silah kullanma yetkisi ifade edilirken, bunun sonucunda ortaya çıkacak olan fiili durumla ilgili olarak izlenecek yol, kanaatimizce pek açık değildir. Bu durumda görevi gereği silah kullanan polise, alelade bir suçun sanığıymış gibi muamele edilmektedir.

“Silah kullanma” bir insanın ölmesi veya en iyi ihtimalle yaralanması ile sonuçlanacağına göre, silah kullanma yetkisi ve bazı hallerde mecburiyetini öngören kanunun gereğinin yapılması neticesinde ortaya çıkan durum tamamen bir hilkat garibesidir!

Şartları oluştuğu anda silah kullanmayı emrettiğiniz polisin, silahını ateşlemesi sonucunda bir insanı vuracağı kesin iken, hem bu emri verip, üstüne üstlük bir de polisi tutuklamak sanırız sadece ülkemize has bir durumdur?

Yapılacak mahkeme sonucunda polislerin yanlış karar vererek silah kullandıkları ortaya çıkarsa zaten haklarında zaten cezai hüküm verilecek, bu şahıs meslekten ihraç edilerek ceza evine konulacaktır.

Haksız eylemle bir insanın hayatına son verdiği veya yaraladığı ortaya çıkan kamu görevlilerine ve bağlı oldukları idareye karşı, doktorlarda olduğu gibi, tazminat davaları açmak mağdurlar açısından bir başka hak arama yolu olabilecektir.

Feramuz ERDİN - Kenthaber

Kenthaber
Yayın Tarihi : 6 Aralık 2008 Cumartesi 12:44:38
Güncelleme :6 Aralık 2008 Cumartesi 12:55:37


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Gönül Aydemir IP: 85.96.230.xxx Tarih : 7.12.2008 00:17:28

Polisimizin eğitimi yetersizdir.Kendisini yetştirmesine zaman bırakılmaz.Çok okuyan polisten(her türlü memurdan)korkulur.Çalışma koşulları ağırdır.Çalışma süreleri uzundur.Normal devlet memurlarının en az iki katı çalışırlar.Ücretleri yetersizdir.Ortamları politiktir.Çoğunun yeteneği,başarısı,eğitimi göz önünde bulunudurulmaz.Bir polis memuru, ağzı ile kuş tutsa,politik damara göre şerbet vermek zorunda bırakılır.Ve de sonucu çok acı olarak hep birlikte yaşarız. Devlet memuru,değişen ikidarlara göre yelken açmak zorunda bırakılmamalı.''Devletin devamlılığı'' ilkesi bunu gerektirir.Polis memurunun çalışma koşulları modern,evrensel iş yasalarına paralel düzenlenmeli.Bilgi dağarcıklarını artırmaları özendirilmeli,yeteneği göz önünde bulundurulmalı,polis kaba, ilkel politikaların sopası durumuna getirilmemeli.


mehmet ersindigil IP: 84.62.62.xxx Tarih : 6.12.2008 18:11:10

Sayin Mehmet Ali Birand:32 gün brograminizi izledim.Ve Sayin Feramuz Erdil,in tespitleri tam yerinde bir isabettir.Bu tesbitleri dolayisi ile takdire sayandir.Evet Türk Polisimizin son bir kac yildir cok yoruluyor.Yoruldugu kadar emeginin karsiligini aldigini sanmiyorum.Ayriyeten bir cok yetkisini kistilar rahat bir sekilde görevini yapamiyordur.Polisimizin görevi tahkikati yapip sucluyu yakalayip Savciliga teslim etmektedir.Savcilarda suclunun yeteri kadar suc teskil etmedigini beyan edip serbest birakiyor.Bu tür davalarda suc terörü bir iken iki üce cikmaktadir.Buda Polisimizi cok yormaktadir,Vede piskolojik durumlara düsürmektedir.Kendi görüsüme göre Adelet Bakanligi Herhangi bir Partiye mensup olmamasi gerekir diye düsünüyorum.Yani Bagimsiz ve tarafsiz olmalidir.Bence Asker kökenli bir üst rütbeli biri olmalidir.Kim ne derse desin umurumda degil.Türk Polisi kanimca dünyada örnek gösterilecek basarili insalcil tek kurumdur.Tipki Türk Silahli Kuvvetleri gibidir.Türkiye Cumhuriyetinin Asayisini bu iki kurumdan baska kimseye emanet edilmemelidir.Tam yetki ile bu cuzide iki kurumumuz calisirsa suc orani 100,90 azalir diye düsünüyorum saygilarimla.