1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

Kapanmanın özgürlüğü olur mu?

Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan, kadınlara yönelik en ağır baskının din baskısı olduğunu savunarak, kapanmanın özgürlüğünün olamayacağını söyledi.

Ankara Barosu tarafından 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla “Kadın Olmak” konulu sempozyumun, “Hukukta Kadın” başlıklı oturumunda konuşan Çölaşan, kadınlara yönelik en ağır baskının din adına yapılan baskı olduğunu söyledi. Çölaşan, “Hem özgürlük diyorsunuz hem de kapanmak istiyorsunuz. Kapanmanın özgürlüğü olur mu?” dedi.

Çölaşan, kapanmanın Kuranı Kerim’de yer almadığını, Kuranı Kerim’de kadın ve erkeğe iffetli olmanın öğütlendiğini, avret yerlerinin kapatılması gerektiğinin emredildiğini söyledi.

1960 ihtilalini konu alan bir belgesel izlediğini ve belgeselde ihtilalin bugünün üniversite öğrencileri tarafından değerlendirildiğini anlatan Çölaşan, öğrencilerin o dönemde bir başbakanın idam edilmesini vahşice bulduklarını dile getirdiklerini kaydetti.

Çölaşan, büyük özverilerle kurulan Cumhuriyetin belirsizliğe gittiği gören halkın, ihtilal öncesi toplumsal bir öfkeye kapıldığını anımsatarak, “Kimse idam cezasını istemez ama o dönemde bunlar idam edildiğinde toplumsal bir coşku vardı. 27 Mayıs’ı burada ihtilal olarak görmek hata olur. 1960 ihtilali aslında bir devrimdir” diye konuştu.

Her ihtilalin, darbenin mutlaka kötü sonuçlar doğurmayacağını savunan Çölaşan, şunları kaydetti:

“O dönemde, 1950 yılından önce Türkçe ezan vardı, Menderes dönemiyle ezanın Arapça’ya çevrildiğini biliyoruz. Vatan cepheleri ile ikiye ayrılan bir toplum gördük. O dönem çocuk kafamla Türkçe ezanın güzelliğini gördüm, ailemden namaz kılmayı öğrenmek istedim. O kadar çok sevdim. Neden sevdim? Çünkü çok güzel ve inadına temiz bir sesle Türkçe ezanı dinliyordum. O ses bana dini sevdirdi. Sonra birden bizden olmayan o dille, Arapça ile ezan başladı. Ben o etkiyi kaybettim. Ondan sonra da hiç düşünmedim namaz kılmayı. Aynı dönemde Ulus Gazetesi’nde, Menderes’in paçavralar içinde oturan Said Nursi’nin elini öptüğünü gösteren fotoğrafı yayınlandı. Ulus Gazetesi bunu kötü bir şey olarak gösterdi. Bunlar beni soğuttu.”

“DEVRİMLERİ YAŞATACAK KADROLAR YETİŞMEDİ”
Tansel Çölaşan, Türk kadınının modern yaşam olanaklarına Atatürk ile kavuştuğuna işaret ederek, ancak Atatürk’ün devrimlerinin günümüzde yeterince savunulmadığını ve ilkelerinden taviz verildiğini söyledi.

Atatürk’ün ölümünün ardından devrimleri yaşatacak “düzgün kadroların” yetişmediğini savunan Çölaşan, şöyle konuştu:

“Demokrat Parti’nin başa gelmesiyle ne olduysa oldu. Din adamları kaşındı. Ancak Atatürk’ün getirdiği temel kavramları, medeni devleti, milleti içine sindiremeyenler kazandı. O kazanımları içine sindirememiş kişiler, Atatürk’ün ölümüyle birlikte bugünün alt yapısını oluşturmaya başladılar. Toplum o dönemde orduya ‘yap artık bir şeyler’ demeye başladı. Tek kurtarıcı olarak ordu görüldü. Siyasiler orduyu Türk toplumundan soğutmak isteyebilirler ama Türk toplumu o oyunlara gelmez. O dönemde toplum tarafından görev verildi ve 27 Mayıs oldu. Toplumsal dönüşüm oldu. O günkü Anayasa bir daha geri gelmemek üzere değiştirildi. En özgürlükçü Anayasa geldi. Demek ki her zaman bir ihtilal darbe değildir, devrim de olabilir. İdam edilen Menderes hükümeti üyeleri çocuk ve bebek davalarından değil, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete ihanetten yargılanmalıydı. Ama öyle olmadı, tarih o noktada bu cezayı verdi. Ama cezalandırılmaları gerekirdi. Sonra ne oldu? Çok güzel bir Cumhuriyet dönemi...”

Atatürk’ün ölümüyle “halı altındaki güçlerin yukarı çıktığını” ve siyasetçilerin kolay siyaseti tercih ederek Türkiye’yi sıkıntılı günlere taşıdıklarını ifade eden Tansel Çölaşan, halkın okumamasının da siyasilerin çok kolay siyaset yapmasına, canlarının istediği gibi yaşamasına olanak sağladığını savundu.

“TÜRK TOPLUMU KENDİ MENFAATİNE DÜŞKÜN”
“Türk toplumu kendi menfaatine düşkün. Kolaycı bir yapımız var, sorgulamaya asla yatkın değiliz” diyen Çölaşan, “Tehlike kapımıza kadar gelmeden, bir başkasının tehlikesine yardım etmiyoruz. Atatürk boşuna ‘Türk Milleti uludur, güzeldir’ demedi, Türk Milleti’ne vasıf kazandırmaya çalıştı” şeklinde konuştu.

Çölaşan, 1950 yılından sonra eğitimin durma noktasına geldiğini, Cumhuriyetin kazanımlarının birer birer yok edildiğini, din okulları açıldığını söyledi.

Çölaşan, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde de Fransa, İngiltere gibi Avrupa ülkelerinin üniversiteleriyle denklik anlaşması yapılmazken, bunun yerine Suudi Arabistan, Mısır, Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerin üniversiteleriyle denklik anlaşması imzalandığını kaydetti.

Dini motifli üniversitelerde eğitim gören öğrencilerin diplomalarının dönemin YÖK Başkanı Prof. Dr. Mehmet Sağlam tarafından onaylandığını ve bu diplomalara denklik verildiğini anlatan Çölaşan, din eğitimi alan kişilerin denklik belgelerinin sınıf öğretmeni olarak verildiğini kaydetti.

Ajanslar
Yayın Tarihi : 9 Mart 2008 Pazar 03:13:19
Güncelleme :9 Mart 2008 Pazar 15:48:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Mehmet Tezel IP: 88.242.119.xxx Tarih : 9.03.2008 17:50:54

İki şey midemi korkunç bulandırıyor. İlki adını soyasını yazamayan yüreksizlerin bir şeyler karalayıp yorum yapma gayreti. Kardeşim bunun utanılacak yanı yok. Medeni insanın kimliğidir isim ve soyadı. İkincisi biryandan kimliğiyle ilgili tereddütler içersinde olup diğer yandan dini dogmatizmi savunanlar. İslam'ın adının geçtiği yerde özgürlükten bahsetmek abesle iştgaldir. Çünkü islam inananlarına başta inaçları olmak üzere hiç bir alanda özgürlük tanımayan tehlikeli bir dindir. İslam, bireyin ve toplumun tanrı ile ilişkilerini düzenlemekle yetinmez, tüm sosyal yaşamlarına, eğitimlerine, hukukuna ve yönetimine müdahele eder. Onları hiç bir şeyi sorgulama izni vermeksizin kendi dini şartları ve kuralları ile teslim alır. İslam'ın vahşeti kabile ya da devlet yönetimini ele geçirmesi ile daha da artar. Artık kendinden olmayanlara ve kendisi gibi düşünmeyenlere gerekirse kendisi gibi giyinmeyenlere de tahammül göstermez. Mustafa Kemal Atatürk bu çarpıklıkları 80 sene önceden görebilmiş ve çıkarttığı devrimler ve kurduğu laik cumhuriyet ile Türk ulusunun geleceğini aydınlık tutmayı seçmiştir. Yobazların iddia ettiği gibi dinsiz birisi değildi, aksine dinimizin siyasi bir malzeme olarak kullanılması önlemeyi amaçlamıştı. Türban özgürlüğünü, kişinin dini inancının gereği gibi yaşam hakkı ve laikliğin bir sonucu olduğunu iddia edenler, yüzyıllarca cahil bırakılmış müslümanları kandırma gayreti içindelerdir. Laiklik, dinin kendi konusu dışına taşması önleyen bir yönetim modelidir ve beğenseniz de beğenmeseniz de asli görevi dini denetlemektir


Yilmaz IP: 91.67.47.xxx Tarih : 9.03.2008 15:18:34

iyi güzelde sende biraz abartma kapanma deyince,önce kendi kiyafetini göz önunde al ve halka hitap ettigin zaman gercek bir suclama yapki ne dedigin belli olsun.Sen kapanmayla özgürluk olmayacagini kadinlarimiza önerdigin gibi daha dogru anlatilmasini öner, cikpta anlattigin sekilde olursa benim gibi cok insan demezmi ,su kadina bakin kendisi acik dolasmiyor ama kadinlara kapaliligin özgülük oldugunu öneriyor.Lütven makamin itibari ya söyledigin kelimeyi düzelt yada cikar üstündekileride öyle politika üret,ve o zaman seni anlar kadinlarimiz.


Remzi CANGÜVEN IP: 88.229.67.xxx Tarih : 9.03.2008 17:31:07

SAYIN TANSEL ÇÖLAŞAN HANIMEFENDİYİ TEBRİK EDİYOR VE KUTLUYORUM.ÖRNEK VE MODEL ALINACAK BİR TÜRK KADINI.AYDIN VE ÇAĞDAŞ TÜRK KADINLARI,ZOR KAZANIM OLAN HAKLARINIZA SAHİP ÇIKINIZ!SAYGILARIMLA