[YORUM - DR. HÜSEYİN YAYMAN] GAP Paketi çözüm olabilir mi?
"Bu program da diğer devlet programları gibi Doğu illerindeki halkın bugünkü şartlar ve vasıtalar dahilinde yaşayış ve refah seviyesini yükseltmek prensibine dayanmaktadır." Celal Bayar, Şark Raporu, 1936
Önümüzdeki yerel seçimlerde en çok merak edilen sonuçların başında Doğu ve Güneydoğu illerinde halkın hangi partileri tercih edeceği meselesi geliyor. Demokratik Toplum Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasında yaşanan rekabet, bu illerdeki seçim sonuçlarını hayli çekişmeli ve ilginç kılıyor. Bölgede güçlü konumda olan her iki parti de rakibine üstünlük sağlamak için ciddi atılımlar yapıyor ve bölge halkının teveccühünü kazanmak istiyor. Adalet ve Kalkınma Partisi, Demokratik Toplum Partisi'ne üstünlük sağladığında Kürt meselesinin çözümünde inisiyatifi ele alacağına inanıyor. Bu inancın makul sebepleri olmakla birlikte, meselenin çözümünün bu partinin sözcülerinin ifade ettiği biçimde o kadar da kolay olmadığını yeri gelmişken belirtmek gerekiyor. Başbakan'ın bölgeye özel önem verdiği ve meselenin çözümü noktasında inisiyatif almaktan çekinmediği biliniyor. Kürt aydınlarla gerçekleştirilen toplantılar, sivil toplum kuruluşlarının kabulü, bu amaçla yapılan önemli teşebbüslerdi. Bununla birlikte bölge halkının asıl beklediği, hükümetin yöreyle ilgili açacağını söylediği ekonomik ve sosyal tedbirlerdi. Tam ismi "Güneydoğu Anadolu Projesi Yeni Eylem Planı" olan ve kamuoyunda kısaca "GAP Paketi" adı verilen bu yeni açılım projesi geniş bir katılımla Diyarbakır'da gerçekleşti. Ülke gündeminin saat başı değişmesine ve yaşadığımız "akıl tutulmasına" bağlı olarak kamuoyunda maalesef pek tartışılmadı ve üzerinde durulmadı.
GAP'ın düşünce olarak tarihi daha eskilere gitmekle birlikte, 1965 genel seçimlerinde tek başına iktidara gelen Süleyman Demirel tarafından projelendirilen ülkenin ve bölgenin en büyük kalkınma yatırımı olarak planlanmıştı. Projeyle, Fırat ve Dicle'nin sularının kontrol altına alınacağı, bu nehirler üzerine bir barajlar sistemi kurulacağı, bölgedeki tarım arazilerinin sulanabilir hale getirileceği, bölgenin otoyollarla örüleceği, büyük kargo uçaklarının inebileceği hava meydanları inşa edileceği, başta Diyarbakır, Şanlıurfa ve Elazığ illerine üniversiteler açılacağı öngörülmekteydi. Geçen zaman içinde Türkiye, bu yatırımların önemli bir kısmını hem de uzun süren siyasal istikrarsızlık dönemlerine rağmen gerçekleştirdi. 1970'li yıllarda yaşanan kısır çekişmeleri, 1980'li yılların ortasında başlayan terörü ve 1990'lı yıllarda yaşanan yönetim krizlerini göz önüne aldığımızda alınan mesafenin ne kadar önemli olduğu görülüyor. Ancak yapılan bunca yatırıma ve harcanan bunca emeğe karşın projenin tam olarak tamamlanamaması ve sulu tarıma açılan yörelerde yaşanan sorunlar, GAP'ı bir çözüm olmaktan çok bir sorun yumağı haline getirdi. Ana plana göre Fırat Nehri üzerinde yapılması planlanan barajlar tamamlanmasına rağmen Dicle Nehri üzerine yapılması düşünülen barajlar ve sulama projeleri ihmal edildi. Özel sektörü bölgeye çekecek altyapı yatırımları yavaşladı ve dev yatırımlar sahipsiz kaldı. Süleyman Demirel'in başlattığı, Turgut Özal'ın devam ettirdiği GAP, açıklanan bu eylem planıyla Recep Tayyip Erdoğan tarafından tamamlanacak gibi görünüyor.
Açılım paketi ne anlama geliyor?
Türkiye'nin plan tecrübesi göz önüne alındığında ve devletin bölgeye ilişkin açtığı önceki paketler hatıra getirildiğinde ümitvar olmak için henüz çok erken olmakla birlikte bu haliyle bile projenin heyecan verici olduğu görülüyor. Eğer iktidar partisi bu vaatlerini gerçekleştirirse bölge halkının kalbinde müstesna bir yere sahip olacak. GAP paketi realize edilebilirse bölgenin kaderi değişecek ve Türkiye, bambaşka bir ufka yelken açacak. Önümüzdeki on yılda bölgedeki temel dinamikler tamamen değişecek, yöre hem sosyolojik hem de ekonomik göstergeler bakımından ciddi bir dönüşüm sürecine girecek. Bölgedeki modernleşme ve yenileşme hareketleri hızlanacak, yöre dışarıdan göç almaya başlayacak ve Batı'yla entegrasyonu tamamlanmış olacaktır.
GAP Paketi olarak isimlendirilen paketin içinde büyük yatırım hamleleri, sosyal restorasyon projeleri, önemli sulama planları var. Bölgede 1,8 milyon hektarlık alan sulanacak. Yıllardır yöredeki bereketli toprakların suya hasret beklemesi, sularının akıp gitmesi anlaşılır bir siyaset değildi. Bu ovaların sulanmasıyla birlikte Türkiye, Çukurova büyüklüğünde yeni tarım arazilerine kavuşmuş olacak, Avrupa'nın ve dünyanın sayılı tarım ülkelerinden biri haline gelecek. Bölgede bazı yıllar boş bırakılan arazilerde endüstriyel tarım yapılmaya başlanacak, getirilecek teknolojiyle birlikte bölge için yeni bir sayfa açılmış olacak. Projenin hayata geçirilmesiyle birlikte bölgenin en temel meselesi olan işsizlik sorununun çözüleceği görülüyor. Verilen sözler gibi hayal olmazsa 3,8 milyon kişiye yeni istihdam imkânı sağlanacak. Planın bir diğer önemli vaadi, önümüzdeki yıllarda bölgeye yaklaşık 30 milyar YTL'ye yakın özel ve kamu yatırımının yapılacak olmasıdır. Yapılacak santrallerle yılda 27 milyar kilovatsaatlik elektrik enerjisi üretilecek. Üniversiteler bünyesinde teknoparklar kurulacak ve bölge, Ortadoğu'nun cazibe merkezi olacak.
Ülke, uzun zamandır diğer yapısal sorunlarını çözemediği gibi Güneydoğu meselesini çözme noktasında da idare-i maslahat yapıyor. Son yirmi beş yılda açılan paketlere, verilen sözlere bakıldığında ne meseleye yaklaşım tarzı değişmiş ne de sözler yerine getirilmiştir. Bu süreçte halkın devlete olan güveni sarsılmıştır. Bununla birlikte eğer bu ekonomik paket sosyal tedbirlerle desteklenmez ve mesele basit bir iktisadiyat meselesi olarak ele alınırsa netice almak imkânsız hale gelecektir. Geçmişte hazırlanan elliye yakın raporda meselenin salt bir iktisadî geri kalmışlık sorunu olarak ele alınması resmin tamamının görülmesini engellemiştir.
Bütün bu ekonomik ve sosyal açılımlarda başarı sağlansa bile Kürt milliyetçiliğinin tamamen ortadan kaldırılacağını beklemek iyimserlik olacaktır. Bir burjuva ideolojisi olarak milliyetçilik düşüncesi bölgenin iktisadî gelişmesine bağlı olarak yoluna devam edecektir. Ancak mesele, bu düşüncenin tamamen ortadan kaldırılmasından öte Batı ile entegrasyonunun sağlanmasıdır. Türkiye eğer bölge halkının kalbini yeniden kazanacaksa ekonomik tedbirler kadar, diğer faktörleri de devreye sokarak bu zor meseleyi çözmeye talip olmalı ve tutarlı bir yol izlemelidir. Türkiye, meselenin çözümü noktasında iktisadî alanda gösterdiği kararlılığı yumuşak gücünü kullanma noktasında da gösterdiği zaman bu mesele kendiliğinden önemsizleşecek ve çözüm yoluna girecektir.
Bu meselenin eski bakış açılarıyla çözülemeyeceği geniş bir kesim tarafından benimsenmektedir. 1925 tarihli Şark Islahat Planı'ndan İsmet İnönü'nün Kürt Raporu'na, Celal Bayar'ın Şark Raporu'ndan Özal'ın meseleye yaklaşımına uzanan tarihsel birikim ve tecrübe bu meselenin çözümü için yeterli bir vasat sağlamaktadır. Gelinen nokta ve yaşanan tarih, Türkiye'yi bu meselenin çözümüne mecbur kılıyor.
DR. HÜSEYİN YAYMAN - GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ