Halk Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın, önümüzdeki dönem faiz düşüşleri nedeniyle yeniden fiyatlanacak kredilerin faiz marjları üzerinde negatif etki yaratacağını, ancak bu daralmanın düşük faiz oranlarının yaratacağı hacim artışlarıyla önemli ölçüde kompanse edilmesini beklediklerini söyledi.
Bankalar arasında özellikle bireysel kredi alanındaki rekabetin artarak devam edeceğini belirten Aydın, önümüzdeki dönem şubeleşmenin artmasını, krediler başta olmak üzere aktif büyümesinin tekrar önplana çıkmasını beklediklerini ifade etti.
Türkiye'nin daha yüksek büyüme oranlarını yakalayabilmesi için dış kaynağa ihtiyaç olduğunu, bunun menşeinin IMF olup olmamasının değişmeyeceğini, önemli olanın makul bir maliyetle temin edilmesi olduğunu kaydeden Halk Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın, Referans'ın sorularını şöyle yanıtladı:
Bankacılık sektörü kârlı bir yılı geride bırakıyor ancak bundan sonrası için kârlılığın tartışmalı olacağı anlaşılıyor. Kârlılık açısından bankaların bundan sonra neler yapması gerekecek, hangi alanlara yönlenmesini bekliyorsunuz?
Küresel kriz sırasında Türkiye bankacılık sektörünün sağlamlığı ülkemiz için bir avantaj teşkil etmiştir. Türkiye bu süreçte bankacılık sistemine sermaye desteği vermek zorunda kalmayan birkaç önemli ülkeden biridir. 2001 krizi sonrası dönemde yeniden yapılanan bankacılık sistemimiz 2009 yılına kadar da gayet başarılı bir performans sergilemiştir. Dolayısıyla konjonktürel olarak vade uyumsuzluğunun etkisiyle faiz indirimlerinden istifade eden sektörün, bu etki ortadan kalktığında geçmişte sağladığı performansını gösteremeyeceğini iddia edemeyiz.
Önümüzdeki dönemde faiz azalışları nedeniyle yeniden fiyatlanacak krediler faiz marjları üzerinde negatif etki yaratacaktır. Ancak bu daralma düşük faiz oranlarının yaratacağı hacim artışlarıyla önemli ölçüde kompanse edilebilecektir. Türkiye'de hâlâ finansal sistem ile tanışık olmayan geniş toplum kesimleri bulunmaktadır. Veya sistem ile tanışık olmalarına rağmen bu sistemden yeterince yararlanmayan önemli sayıda firma ve bireysel müşteri bulunmaktadır. Bankacılık penetrasyon oranları gelişmiş ülkelerin oldukça altında yer almaktadır.
Bu nedenle şubeleşmenin artması, krediler başta olmak üzere aktif büyümesinin tekrar ön plana çıkmasını bekliyoruz. Hizmet kalitesi artırılmak suretiyle faiz dışı gelirlerin yükseltilmesi de hedeflenebilecektir.
Daha uygun bir kredilendirme ortamı sonucu, kredi riski nedeniyle ayrılan provizyon giderlerinin de ilerleyen dönemde görece daha düşük bir seviyede gerçekleşmesini beklemek yanıltıcı olmayacaktır.
Ayrıca, Türkiye'nin bireysel bankacılık potansiyeli hâlâ çok güçlü. Ayrıca faiz oranlarının kalıcı bir şekilde tek haneye düştüğü inancıyla yatırım bankacılığı ve özel bankacılık alanlarının cazibesinin artacağını düşünüyoruz.
Hazine faizlerinin artık dibe yaklaşması, bankaları yeni plasman alanlarına yönlendiriyor. Sizce Hazine tahvil-bono ihracında nasıl bir faiz seyir izlenecek, endeksli kâğıt ihracı ne kadar artabilir? Kamu borçlanmasında, ek kaynak bulunmadığı takdirde, faiz cazibesi azalacağı için bir sıkıntı olabilir mi?
TL cinsi Hazine bonosu ve tahvilinde faiz oranları ortalama vadeli mevduat faiz oranlarının altında seyretmektedir. Bu durum Merkez Bankası'nın faizleri daha da düşüreceği beklentisinden kaynaklanmaktadır. Artık faiz düşüşlerinde sona gelindiği iyice anlaşılırsa tahvil-bono faizleri piyasada bu yeni duruma göre oluşacaktır. Hazine'nin 12 bankayla beraber oluşturduğu gayet iyi işleyen bir piyasa yapıcılığı sistemi bulunmaktadır. Bu sistem belirli bir miktar ve oranda ihalelere katılımı ve tahvil-bono satışını taahhüt etmektedir. 12 bankanın dışında diğer bankalar, şirketler ve şahıslar da ihalelerden tahvil-bono alabilmektedir. Dolayısıyla talebe göre oluşan bir arz, arza göre şekillenen bir talep mekanizması üzerinden sistem gayet iyi çalışmaktadır.
Öte yandan, bankaların sermaye yeterlilik rasyoları gayet yüksek bir seviyede bulunmaktadır. Hazine'nin borç çevirme rasyosu yüzde 120 olsa bile, SYR için risk teşkil etmeksizin 2010 yılında bankalar kredilerini yüzde 20 oranında artırma imkânına sahip olabilmektedir. Yüzde 20 kredi büyümesi mevcut kredilerin geri dönüşleri ile beraber 100 milyar belki daha fazla bir kredi hacmi anlamına gelmektedir. Hazine borçlanma oranı yüzde 120'ye çıktığı takdirde bile likidite veya SYR açısından ciddi sorun olmayacağı düşünülmektedir. Faiz oranı ve endeksli kâğıt ihracı ise tamamen arz-talep ve piyasa koşullarına göre oluşacaktır.
Bankalar, Hazine kâğıtları yerine, bundan sonra plasman ağırlığını kredi kullandırmaya ne kadar verebilirler? Zaten güçlü olan reel sektör firmaları kredi temin edemiyor mu? Bankaların kredilerde aşırı rekabete girmesi beklenmeli mi, böyle bir eğilim ileriye dönük olarak bankalarda ve sektörde sıkıntı yaratmaz mı?
Bundan sonraki süreçte bankalar kredi plasmanlarını artırma eğiliminde olacaklardır. Çünkü genel ekonomik koşullara paralel olarak talep artışı gözle görülür şekilde canlanmaktadır. Kriz sırasında ve yılın ilk yarısında plasman tercihlerinin menkul kıymetlerden yana olmasının en önemli nedeni bankaların risk iştahındaki azalmanın yanında krediye yönelik talep yetersizliğiydi.
Bankalarda özellikle bireysel kredi alanındaki rekabet artarak devam edecektir. Devam etmelidir de. Çünkü burada yaşanan rekabetten nihai olarak tüm kesimler optimum derecede istifade edeceklerdir. Ancak rekabetin olduğu yerde ilerleme ve daha iyiyi bulma imkânı oluşacaktır. Bundan kimsenin rahatsız olmaması gerekir. Rekabet koşullarının sağlığını temin eden düzenlemeler ve kurumlar bulunduğu ve görevini yaptığı müddetçe rahat olmamız gerekir.
IMF ile anlaşma yapılması ve yüklü bir dış kaynak temini, Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektörünü nasıl etkiler? Anlaşma olmadığı takdirde sadece Orta Vadeli Program (OVP) ekonomide güvenin sağlanması için sizce yeterli olur mu?
Türkiye bu krizde kendi dinamikleri ile oldukça iyi bir performans göstermektedir. Türkiye'nin risk seviyesini gösteren CDS spread'i kriz öncesi seviyelerin de altına düşmüştür. Küresel ekonomide olumsuz anlamda çok büyük bir geri dönüş olmadığı sürece, IMF anlaşması olsa da olmasa da Türkiye'ye para girişi devam edecektir.
Türkiye'nin daha yüksek büyüme oranlarını yakalayabilmesi için dış kaynağa ihtiyaç vardır. Bunun menşei IMF olsun veya olmasın nihayetinde makul bir maliyetle temin edilen kaynak uygun bir yöntemle ekonomimize kazandırıldığında ciddi fayda sağlayacaktır. Daha uzun vadede ise Türkiye tasarruf sorununu çözmek zorundadır.
IMF ile anlaşma yapılarak ülkeye ciddi bir miktar para girişi sağlanırsa bunun parasal dengeleri bozması engellenmelidir. TL'nin değerlenmesine yol açacak yüksek meblağda bir para girişi üretici ve ihracatçının ve genel anlamda ülkenin rekabet gücünü zayıflatacaktır. Bunun sonucunda da potansiyelin altında ekonomik büyüme ve istihdamla karşılaşılmaktadır.
Bankacılık sektöründe 2001 yılında başlayan süreç sizce hâlâ devam ediyor mu? Bundan sonra sektör nasıl bir şekil alır? Yeni bir konsolidasyon süreci beklenmeli mi?
Türk bankacılık sektörü 2001 krizi sonrasında gerçekleştirdiği düzenlemelerle ciddi bir yeniden yapılanma süreci geçirmiştir. Bu süreç sonucunda Türk bankacılık sektöründe;
* Yapılan denetimler sistemdeki şeffaflığın artmasını sağlamıştır.
* Sektörün sermaye yeterliliği artırılarak, sermaye yapısı güçlendirilmiştir.
* Kamu bankaları yeniden yapılandırılarak, rekabet etmelerinin önü açılmıştır.
* Konsolidasyon sürecinden geçen sektörde devir birleşmeler teşvik edilmiştir.
* Finansal risk yönetebilir düzeye inmiştir.
Bu kriz tüm dünyada ciddi ölçüde finansal regülasyonu gerekli kılmıştır. Belki Türkiye'de de bazı düzenlemelerin yapılması gerekecektir ama bunlar nasıl daha güçlü kalınabileceğine yönelik regülasyonlar olacaktır. Her durumda sektör kriz döneminden çok daha güçlü çıkacaktır. Kriz süresinde yaşanmayan konsolidasyonun kriz sonrasında yaşanacağını düşünmüyorum. Tam tersine yabancı bankaların Türkiye'de banka satın almak istedikleri haberlerini duyuyoruz. Eğer bir değişim olacaksa bu yönde olabilir. Kriz döneminde Türkiye'de faaliyet gösteren bazı yabancı bankalar, kârlarının büyük bir kısmının Türkiye'den geldiğini açıkladılar. Küresel ekonomi rayına oturduğunda, finansal yatırımlar ve satın alma açısından Türkiye yine gözde pazarlardan biri olacaktır.
Türkiye, bankacılık sektöründe ve daha geniş anlamda finans kesiminde çok ciddi değişim ve dönüşümlerin olabileceği bir döneme girdi. Şu anda bu sürecin en başında bulunuyoruz. 2001 krizinden sonra yapılan düzenlemeler sistemin sağlıklı bir şekilde yeniden inşasına yönelik çalışmalardı. Şimdi ise piyasaların ve makroekonomik dengelerin rakip ülkelerle yakınlaştığı, "normalleştiği" bir dönemdeyiz. Türkiye çok yüksek bir enflasyon, yine çok yüksek nominal ve reel faiz ortamından tek haneli enflasyon ve faiz ortamına geçmiştir. Düşük faiz ve düşük enflasyon ortamının kalıcı olmasını sağlayabilirsek, işte o zaman tamamen farklı bir düzlemde olacağımızı, rating artışı ile beraber yüksek oranlı büyümeyi yakalayabileceğimizi düşünüyorum.
AYDIN'A GÖRE EN CİDDİ 6 RİSK
Banka bilançoları hâlâ sağlıklı bir yapıya kavuşturulamamıştır, bu durum, kredi kanallarındaki tıkanıklığın kısmen sürmesine neden olmaktadır.
Başta enerji olmak üzere emtia fiyatları yükselişe geçmiş durumda. Fiyatlardaki aşırı dalgalanma tekrar dengesizlikler yaratabilir.
Merkez bankalarının sağladığı likiditenin nasıl sterilize edileceği hâlâ açığa kavuşmamıştır. Şişen merkez bankası bilançoları sorun olabilir.
Zayıf toparlanma ve resesyondan geç çıkma tehdidi daha ağır basmaktadır. Çıkış stratejisi iyi yönetilemezse sorunları tekrar yaşayabiliriz.
Ülkeler krizden çıkış stratejilerini de gecikmeden belirlemelidirler. Bu stratejiler de küresel işbirliği ile belirlenmelidir.
Türkiye kriz sonrası güçlü bir konumda olacaktır. Ancak dış gelişmelere karşı bağışıklık kazanmamız mümkün değildir.
TÜRKİYE'NİN AVANTAJI BANKACILIK SİSTEMİNİN GÜCÜ
Türkiye'nin yaşanan krizdeki en önemli avantajlarından biri Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri ardından gelen bankacılık sektöründeki düzenlemeler ile bankacılık sisteminin daha güçlü bir sermaye yapısına kavuşturulmuş olmasıdır. Türkiye bankacılık sistemi 2008 yılında kriz başladığında yüzde 17.7 gibi çok yüksek bir sermaye yeterlilik rasyosuna sahipti. Bundan tam bir yıl sonra Ağustos 2009'da SYR yüzde 19,9'a yükseldi.
Bankalarımızın sermaye düzeyleri oldukça güçlüdür ve bununla övünmek hakkımız. Orta ve uzun vadede sermaye rasyolarını negatif etkileyecek gelişmenin çok yüksek kredi büyümelerinden kaynaklanabileceğini düşünüyoruz. Bu durum ise endişe etmemizi değil herkesin memnun olmasını gerektirecek çok ciddi anlamda ekonomik canlanma ve büyüme sonucunda gerçekleşebilecektir. Önümüzdeki üç yıl boyunca ortalama yüzde 25 kredi büyümesi sağlandığında bile SYR açısından riskli seviyeler söz konusu olmayacaktır. Ayrıca bankaların temettü esnekliklerini de dikkate aldığımızda öngörülebilir bir gelecekte bilinen nedenlerden dolayı