Referans'tan Erdal Sağlam'ın röportajı
Anadolu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, küresel krizde durumun ciddi olduğunun altını çizerek, "Türkiye'nin bu krizden etkilenmemesi mümkün değil" dedi.
2008 yılı başından beri durgunluğu piyasada artık hissetmeye başladıklarını belirten Özilhan, Enflasyonla mücadeleyi ve yapısal reformları tekrar ön plana çıkaracak yeni bir ekonomik program gereğinin kesin olduğunu söyledi. "Hükümet kendi başına IMF'ye ve AB'ye ihtiyaç duymadan işleri götürürüm, diye düşünüyor ise, çok yanılıyor" şeklinde konuşan Özilhan, bu yaklaşımın mevcut küreselleşme eğiliminin mantığına ters bir yaklaşım olacağını, Türkiye'nin artık 200 milyar dolar dış ticareti olan, onun da çok üzerinde mali ilişkileri olan bir ülke olduğunu hatırlattı.
Cari açığın, mutlak miktarı olmasa bile, milli gelirdeki payının çok yüksek olduğunu, uluslararası analistlerin de bu göreli rakama baktıklarını, açığın ne kadar süre böyle gideceğinin bir kırılganlık konusu olduğunu belirten Özilhan, "Kanımca, hem orta vadeli bir makro finansal programa, hem de bir sanayi stratejisine ihtiyaç var. Rusya ve Çin ile olan dış ticaret açıklarımızı nasıl kapatacağız? Burada hükümetin bir şeyler düşünmesi ve yapması lazım" dedi.
Dünyadaki enflasyonist ortamın Türkiye'ye yansıyacağını kaydeden Özilhan, "Ama tüm dünyadaki Merkez Bankaları gibi fiyat artışlarının bir enflasyonist sürece dönüşmemesini Merkez Bankası'nın sağlaması lazım. Bu kurumun bağımsızlığı için verilmiş olan mücadelenin böyle dönemlerde işe yaraması gerektiğini düşünüyorum" dedi.
"Türkiye'nin kesinlikle IMF ile ilişkilerini kopartmaması gerektiğini" kaydeden Anadolu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, Referans'ın sorularını şöyle yanıtladı:
Küresel krizin giderek derinleştiği gözleniyor. Sizce kriz nereye kadar gider, yaşanan büyük dünya krizleriyle benzerlik kurulabilir mi, o kadar büyük boyutlara ulaşma tehlikesi var mı?
ABD'deki konut kredilerinde yaşanan sorunönce bankaları, sonra sigorta şirketlerini ve nihayet portföy yönetimi yapan mali aracı kuruluşları etkiledi. Bankalararası para piyasası işlevini görmemeye başladı ve faizler büyük ölçüde arttı. Merkez bankaları olaya önemli boyutlarda likidite enjekte ederek, müdahale etmeye devam ediyor.
Ancak, bu likidite krizinin bir solvabilite krizine dönüşme ihtimali yüksek. İngiltere'de bir banka biliyorsunuz, iflas etti ve devletleştirildi. Bu gelişmenin bankalardan kredileri yenilenmeyen şirketlere de yaygınlaşması söz konusu olabilir. Şimdilik bankalar ve firmalar zarar yazarak yollarına devam ediyorlar. Ancak, krizin faturası devamlı yükseliyor. 500 milyar dolarlardan başladık, 2 trilyon dolarlara kadar geldik. Uluslararası para sistemi bu gerilimi ne kadar taşıyabilir şüpheliyim. Belki de çıkış yolu petrol üreten Orta Doğu ülkeleriyle çok yüksek miktarlarda ihracat yapan Doğu Asya ülkelerinin biriktirmiş olduğu fonların tekrar mali sisteme bir şekilde enjekte edilmesi. Zaten şu anda tek çıkar yol, o gibi gözüküyor. Ama durum çok ciddi. Bundan emin olabilirsiniz.
Türkiye krizden diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha fazla olumsuz etkileniyor. Bunun nedeni nedir?
Ekonomik yavaşlamanın hem ABD'yi, hem de Avrupa Birliği'ni etkilediği bir ortamda Türkiye'nin bu krizden etkilenmemesi mümkün değil. Zaten 2006 ortasında yaşadığımız mini finansal kriz sonucunda artan faizler Türk ekonomisini önemli boyutta yavaşlatmıştı. 2007'nin 3'ncü çeyreğinde büyüme yüzde 1,5 oldu. Son çeyrekte bir toparlanma oldu diye düşünebiliriz ama 2008 başından beri bu sefer durgunluğu piyasada artık hissetmeye başladık. Diğer taraftan yüksek büyüme hızlarımızın yarattığı cari açığın da finanse edilmesi lazım. Orada bir 2007'de stabilizasyon oldu ama gene de önemli miktarlarda sermaye girişi gerektiriyor.
Sizce Türkiye'nin küresel krizi daha ucuz atlatma imkanı var mı? Bunun için neler yapılmalı? Yoksa artık önlem almak için zaman geçti mi?
Yukarıda belirttiğim likidite sıkışıklığı Türkiye'ye sorun yaratabilir. Ama tabii uluslararası ölçülerde açığımız mutlak olarak çok büyük değil ama göreli olarak son milli gelir rakamları ile birlikte yüzde 8'den yüzde 6'ya gerilemekle birlikte, gene yüksek. Türkiye kaç yıl süreyle milli gelirinin yüzde 6-7'si kadar açık verebilir. Bunu tahmin etmek zor. Bir sürü iç ve dış koşula bağlı. Hükümetin de son dönemlerdeki gündem tespiti tarzının bu işleri kolaylaştırmadığı kanısındayım.
Hükümetin özellikle mali disiplini ve enflasyonla mücadeleyi gevşettiği gözlenmeye başladı. Makro ekonomik istikrarın korunması açısından böyle bir tercih hangi sonuçlara yol açar?
Mali disiplinin bir miktar bozulduğu doğrudur. Orada da yeni milli gelirle yüzde 1,8 bütçe açığı düzeyindeyiz. Ancak, daha önemlisi Merkez Bankası'nın enflasyon hedeflemesi 2007'de iki misli şaştı ve enflasyonumuz da yüzde 9'larda. Yıl sonu hedefi olan yüzde 4'ün tutturulması biraz zor gözüküyor. Özellikle, dünyada petrol fiyat artışlarına paralel olarak çok önemli miktarlarda gıda fiyatı artışları var. Dünyadaki enflasyonist ortam da Türkiye'ye yansıyacak. Ama tüm dünyadaki merkez bankaları gibi fiyat artışlarının bir enflasyonist sürece dönüşmemesini Merkez Bankası'nın sağlaması lazım. Bu kurumun bağımsızlığı için verilmiş olan mücadelenin böyle dönemlerde işe yaraması gerektiğini düşünüyorum.
Sizce Hükümetin ekonomide gevşemesinin sebepleri nelerdir? Neden yoğun taleplere rağmen gündemin baş sırasına ekonomiye koymuyor, ya da koyamıyor?
Kanımca, hükümet burada önemli iki hata yapıyor. Birincisi, Türkiye'de çok etkili olan birinci çıpa olan IMF'den uzaklaşması ve ikincisi de ikinci çıpa olan AB ile olan müzakere sürecine yeteri kadar ciddiyetle sarılmıyor olması. Bu iki çıpadan yoksun bir Türkiye'nin ekonomi politikalarında daha evvelki yıllardaki performansını sürdürmesi çok zor. Hükümet "kendi başına IMF'ye ve AB'ye ihtiyaç duymadan işleri götürürüm" diye düşünüyor ise, çok yanılıyor. Bu yaklaşım mevcut küreselleşme eğiliminin mantığına ters bir yaklaşım olur. Türkiye artık 200 milyar dolar dış ticareti olan onun da çok üzerinde mali ilişkileri olan bir ülke. Büyümek zorundayız ve siyasi ve ekonomik istikrarımız için bize sunulan imkanları kompleks yapmadan kullanmamız gerekir.
Hükümetin böylesine bir dönemde siyasi kriz konularını gündeme getirdiği iddiasına katılıyor musunuz? Bunun nedeni nedir, halkın bir kesiminde büyüyen rejim tedirginliği iş alemi olarak sizi rahatsız etmiyor mu?
Burada gerçekten bizim de çözemediğimiz bir olay var. İşler iyi giderken özellikle seçimlerden sonra hükümette bir yenilenme olmadan yola devam edildi ve birdenbire kendimizi yeni anayasa konusu ile karşı karşıya bulduk. Arkasından türban meselesinin anayasa değişiklikleri ile ortaya gelmesi çıktı. Sonra Kuzey Irak harekatımız gerçekleşti. Bütün bu gelişmeler sırasında hükümetin ekonomi yönetimi ve ekonomik reformlar konusunda geri planda kaldığını görüyoruz. Sanki gündemi din ve terör konularına kilitlediler. Oysa, Türkiye şimdiye kadar ekonomiyi ön planda tutarak, demokratikleşme ve AB'ne tam üyelik süreciyle yol alıyordu. Kamuoyunda da bu gelişmeler kafalarda çok soru işaretine yol açıyor. Bizim de kafamızda bir sürü soru işareti türedi. Demek ki, kamuoyunda da hükümetin gündem tespiti sorunu ile ilgili olarak çok soru işaretleri mevcut.
Yeni bir ekonomik program gereğine siz de inanıyor musunuz? Eğer inanıyorsanız yeni programın temel noktaları ne olmalıdır?
Yeni bir ekonomik program gereği kesin. Enflasyonla mücadeleyi, yapısal reformları tekrar ön plana çıkarmak lazım. Ayrıca, Türkiye'nin Rusya ve Çin ile her biriyle 10 milyar dolara yakın dış ticaret açığı var. Türkiye'nin sektörel ve bölgesel önceliklerini yeniden gözden geçirmesi lazım. Büyük yatırımların teşviki, Ar-Ge teşvikleri gibi konuların gündemimize çok daha hızlı girmesi gerekir. Mal ve işgücü piyasalarındaki katılıkların giderilmesi meselesi var. Ve nihayet özellikle enerji alanındaki yetersizliğimiz ve özelleştirmelerin gerçekleştirilmesi gerekir. Belki hükümet ekonomiyi yeniden birinci gündem maddesi yapmaya karar verse, bu konular tekrar gündeme gelecek. Ama şimdilik bu iradeyi göremiyoruz.
Türkiye IMF'le yeni bir stand-by anlaşması yapmalı mı? Böylesine kritik bir dönemde makro istikrarı korumak için böyle bir yola gidilmesi yararlı olur mu? Sizce IMF'le ilişkiler konusunda Hükümetin tavrı ne olacak?
Türkiye kesinlikle IMF ile ilişkilerini kopartmamalı. Yukarıda dediğim gibi, bir komplekse kapılmaya gerek yok. Oluşturulacak bir gözetim mekanizmasının sadece dönemsel raporları bile ekonomi yönetimini uyarıcı ve bilgilendirici etki yapacaktır.
Yüksek cari açık krizle birlikte yeniden yoğun olarak konuşulmaya başladı. Siz de cari açığı tehlikeli görüyor musunuz? Kritik dönemlerde gündeme gelmesini neye bağlıyorsunuz?
Cari açığın mutlak miktarı olmasa bile milli gelirdeki payı çok yüksek. Uluslararası analistler bu göreli rakama bakıyorlar. Türkiye'nin şu anda yüzde 6 cari açık vermesi söz konusu. Ama bu açığın ne kadar yıl bu şekilde gideceği bir kırılganlık konusu oluyor. Çok büyük cari açıklar vermeden ekonomimizi yüzde 6-7 büyüyecek bir yapıya getirmemiz lazım. Aslında tüm problem de bu. Hem kısa vadeli iktisadi kararlar, hem de orta ve uzun vadeli ekonomik önlemler gerekiyor. Burada özel sektörle diyaloğun da eksik olmaması lazım.
Böyle bir dönemde reel sektörün yüksek dış borçlarını önemli bir risk olarak görüyor musunuz?
Özel sektörün dış borç yükü son yıllarda arttı ve yeni milli gelirin yüzde 24'ü düzeyinde. Bu borçlanmanın belirli projeler ve karlılık oranlarına dayandığını düşünürsek, iktisadi açıdan sorun olmaması gerektiğini düşünüyorum. Devletin bütçe açığının dış borçlanma ile kapatılması daha büyük riskler ortaya çıkarıyor. Bunu da zaten 2001'deki banka krizinde açıklıkla gördük.
Dışarıdan kaynak akışının yavaşlaması bekleniyor. Bu durum ekonomiyi nasıl etkileyecektir? Kredi faizlerinin artması reel sektöre büyük sekte vurur mu?
Kaynak akışında bir yavaşlama olur ise, zaten cari işlemlerimizi finanse edemeyiz ve ekonomi daha da daralır. Ama 2006'nın ortasındaki mini kriz zaten faizlerin yükselmesi ve ekonominin yavaşlamasıyla sonuçlandı. Cari işlemler açığı stabilize oldu. Dolayısıyla, kaynak akışı daha da yavaşlarsa elbette faizler artır ve ekonominin gelişme hızı da düşer.
Türkiye'nin yüksek ve istikrarlı büyümeyi sürdürmesi için nelerin yapılması gerekiyor? Türkiye'nin öncelikleri neler olmalı?
Kanımca, burada hem orta vadeli bir makro finansal programa, hem de bir sanayi stratejisine ihtiyaç var. Rusya ve Çin ile olan dış ticaret açıklarımızı nasıl kapatacağız? Burada hükümetin bir şeyler düşünmesi ve yapması lazım. AB ile ilişkilerimiz gümrük birliği çerçevesinde belirli bir pazar mekanizması mantığı ile yürüyor. Ama Rusya ve Çin ile daha farklı bir strateji lazım. Ayrıca, son TÜSİAD raporunda belirtildiği gibi, Türkiye'nin dış ticaretinde hem bir "ithalatlaşma" ve "Asyalaşma" süreci mevcut. Yani ihracatınızı artırmak isterseniz, ithalatınız da artıyor. Bence hükümetin ekonomi yönetimi, sektörel ve bölgesel önceliklerin belirlenmesi ve dış ticaret politikasını bir arada koordineli bir şekilde yürütmesi lazım. Özel sektörün de elbette görüşlerinin alınması lazım. Burada maalesef koordineli bir çaba görmüyoruz.
Türk özel sektörünün gelmiş olduğu aşama konusunda genel olarak neler söyleyebilirsiniz? Sizce dünya markası Türk şirketlerinin sayısı ve etkinliği, önümüzdeki dönem artabilir mi? Özel sektörün etkinliğini artırmak için siyasi otorite nelere dikkat etmeli?
Küresel piyasalarda başarının sırrı firmanızın büyüklüğü, finansman olanaklarınız ve inovasyon kapasiteniz. Küresel piyasalarda başarılı olabilmek için pazarda yer tutmanız, yeni yatırımlar için kaynaklarınızı yaratmanız ve ürünlerinizi devamlı geliştirmeniz lazım. Bu dinamizmi yakalayan firmalar piyasa şartları değiştikçe bu şartlara uyum göstererek büyürler. Yoksa, piyasa şartlarındaki değişikliklerin kurbanı olursunuz. Kanımca, Türk özel sektörü artık bu dinamik yapının bilincine vardı ve elinden gelen çabayı gösteriyor. İhracattaki artış bunun önemli bir göstergesi ama özellikle yurtdışı piyasalarda pazarlarda yer tutmak için ülke sanayicisi ve işadamının hükümeti arkasında hissetmesi gerekir. Daha henüz, İstanbul ve Ankara arasındaki 400 kilometrelik farktan mıdır nedir, bu konunun bilincine bir türlü varılamadı.