I. Dünya Savaşı sırasında Romanya'dan kaçan Yahudileri ne Türkiye ne de Filistin'i yöneten İngiltere kabul etti. 73 gün boyunca tek tuvaletli gemide yaşam mücadelesi veren 780 kişiden 768'ine Karadeniz mezar oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla dünya bir başka dramla tanışmıştı. Museviler, başta Almanya olmak üzere mihver ülkelerinden kovulmaya başlamıştı. Önce sarı yıldızlı bir kolluk takmaları istenmişti, ardından seyahat özgürlükleri ellerinden alınmıştı.
Ülke dışına çıkması istenen Yahudilerin gidebileceği tek yer, kutsal toprak olarak bildikleri Filistin'di. Ancak oraya gidebilmeleri için önce izin almaları, sonra da bir ulaşım aracı bulmaları gerekiyordu. Bütün bunları sorunsuz bir şekilde halletseler bile orada ne iş yapacakları, nasıl geçinip ev kuracakları meçhuldü. Ayrıca yola çıkarken yanlarına birkaç parça küçük giysi dışında eşya almalarına izin verilmiyordu.
1939 yılından itibaren Avrupa'nın liman kentlerinden Filistin'e gitmek için yola çıkan irili ufaklı gemilere rastlanmaya başlanmıştı. Ancak hiçbir ülke, bu gemilerin yolcularının topraklarına ayak basmasını istemiyordu. Hem sorunlu gördüğü bu kişileri kısa süre de olsa barındırmak istemiyor hem de Almanya'nın şimşeklerini üzerine çekmek istemiyorlardı.
Savaşın eşiğinde ince bir siyaset yürüten Türkiye de bu ülkelere dahildi. Türkiye hiçbir şekilde kara sularına giren gemilerden Filistin yolcularının karaya ayak basmasına izin vermiyordu. Ama 1941 yılının 12 Aralık günü Romanya'nın Köstence limanından hareket eden Panama bandıralı 180 tonluk Struma gemisinin Türkiye serüveni bir trajediyle sonuçlanacaktı. Yolcu kapasitesi 150 olan Struma'ya tam 780 kişi alınmıştı. Teknik olarak uzun yolculuklara hiç de müsait olmayan gemide sadece bir tek tuvalet bulunduğu gibi mutfağı da yoktu. Yeterli gıda stokundan yoksun olan geminin yolcuları aldatıldıklarını hareketten kısa süre sonra anlamışlardı. Bütün ümitleri İstanbul'a varmaktı.
Orada geminin sorunları giderildikten ve vizelerini aldıktan sonra Filistin'e gidebileceklerini düşünüyorlardı. Filistin'e giriş vizelerini de Yunanlı bir kaptan ayarlama sözü vermişti. Geminin hareketinden önce trenle İstanbul'a gelip vizeleri alacaktı.
Köhne Struma'nın motorları daha Romanya açıklarındayken iflas etti. Sürüklenmeye başlayan geminin imdadına yetişen bir Rumen şilebi yüklü bir para karşılığı gemiyi tamir etmeyi kabul etti. Yolcular, aralarında saat, yüzük ve ziynet eşyalarını toplayarak Rumen şilebinin kaptanına teslim ettiler. Geçici bu tamirin ardından İstanbul'a zor bela gelen gemi Boğaziçi'nde yeniden arızalandı.
Gemide susuzluk ve gıda sorunu da baş göstermişti. Mevcut yiyecekler önce çocuk ve kadınlara dağıtılıyordu. Ama onlara da bir portakal, biraz şeker ve birkaç fıstık dağıtılabiliyor, bazen bunlar bile gemi içinde kavga sebebi olabiliyordu.
Struma gemisindeki 780 Musevi için 'umuda yolculuk' giderek 'ölüm yolculuğuna' dönüşmek üzereydi. Bir Türk şilebi tarafından Sarayburnu açıklarına çekilen Struma, karantinaya alındı. Hiçbir şekilde bir yolcunun dahi karaya inmesine izin verilmiyordu. Geminin esaslı bir tamir olmadan yoluna devam edemeyeceği belli olmuştu. Yolcuların bütün ümidi dünya kamuoyunun ve özellikle Amerika'da bulunan nüfuzlu Yahudilerin devreye girmesi ve İstanbul'a inmelerine izin verilmesiydi. Ardından Filistin'e trenle gidebileceklerdi. Bunun için gemideki etkili kişiler bazı önemli isimlere ulaşmaya çalıştı. Ancak pek sonuç alınamadı.
YİYECEK KAVGASI VE DİZANTERİ
İstanbul'daki Yahudi cemaati de teyakkuza geçmişti. Bütün ilişkilerini kullanarak Struma'dakilere yardım eli uzatmaya çabalıyorlardı. Nihayet gemiye sağlık ve yiyecek yardımı yapılmasına izin verildi. Ancak getirilen yiyecekler yeterli olmadığı için yeniden kavgalar çıkmaya başladı. Sağlık sorunları had safhadaydı. Dizanteri baş göstermişti. Tek bir tuvaletin olması üzerine yolcular tuvaletlerini geminin güvertesine yapmaya başlamıştı.
Yolcular kendi aralarında bir komite kurarak gemiye gelen gıdaların dağıtımını daha adil yapmaya çalışıyordu. Türk yetkililere taleplerini de bu komite aracılığı ile duyuruyorlardı. Ancak çıldırma noktasındaki yolcuların hırsızlıklarına engel olmak pek mümkün olmuyordu. Bir portakal çalan bir mühendise -önce idam edelim dense de- bir daha portakal vermeme cezası verildi.
Yolcular geminin güvertesinden sahile bağırarak yardım istemeye başladı. Ancak aynı anda geminin bir tarafına yüklenilince gemi defalarca alabora olma tehlikesi atlattı.
Tüm bunlar olurken Türk hükümetine ve Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu'na derin bir sessizlik ve çaresizlik hakimdi. Çünkü Romanya'dan kovalanmış bu topluluğa İngilizlerin bakışı da pek sıcak değildi. Geminin Türk karasularına girişini tam beş gün sonra İngiliz elçiliğine bildiren Türk Dışişleri, gemidekilerin Filistin'e girmelerine izin verilmesi halinde elinden gelen yardımı yapacağını bildirmişti. Ancak İngiltere Büyükelçisi Hugessen, İngiltere'nin bu mültecileri Filistin'de istemediğini duyurdu. Filistin, İngiliz yönetimindeydi.
Struma'nın yolcuları arasında önemli isimler vardı. Bunlardan biri de Standart Oil Company'nin (Mobil) Romanya Direktörü Martin Segal ve ailesiydi. Onları kurtarmak için çok sayıda hatırlı kişi devreye girmişti. Şirketin Türkiye Temsilcisi Mr. Walker, siyasiler nezdinde temasta bulunması için Ankara'nın ticaret dünyasındaki en etkili ismini bulmuştu: Vehbi Koç!
VEHBİ KOÇ DEVREDE
Mr. Walker, Vehbi Koç'a basında pek yer bulamayan bu trajediyi ve gemide bulunan Martin Segal'i anlattıktan sonra ondan ilişkilerini kullanarak yardımcı olmasını istedi. Vehbi Bey durumun hükümet nezdinde nazik olduğunun farkındaydı ama elinden geleni yapmak üzere Emniyet Müdürlüğü'nde şube müdürü olan arkadaşı İhsan Sabri Çağlayangil'in yanında aldı soluğu. Çağlayangil bu konuda çok sayıda istek aldıklarını hatta çok yüklü rüşvet de teklif edenler olduğunu söyledi. 'Bu işi çözerse İçişleri Bakanı çözer' diyerek, arkadaşı Koç'a yeni adres gösterdi.
Vehbi Bey, İçişleri Bakanı Faik Öztrak'ın kapısını çalarak yardım istedi. Ankara'daki etkin nüfuzunu da kullanarak Segal ailesinin bu ölüm gemisinden kurtulmasını sağladı. Struma'dan Segal ailesi ile beraber Filistin'den vize almayı başaran beş kişinin daha İstanbul'a inmesine izin verildi. Segal ailesi ile şanslı beş kişi ertesi gün trenle Filistin'in yolunu tuttu. Ayrıca hamile bir kadının da gemiden inmesine izin verilmişti.
Diğer talihsiz yolcular ise ortada kalmışlardı. İngiltere sadece gemideki 70 çocuğu Filistin'e kabul edebileceğini söylese de, Türkiye pazarlığa oturma niyetinde değildi. Gemiyi geldiği yere, Karadeniz'e geri salma düşüncesi giderek ağır basıyordu. İngiltere, çocuklar gemiden indirilmeden geminin Karadeniz'e tekrar geri salınmasını istemese de Başbakan Refik Saydam bunu kabul etmedi. 'Kimsenin istemediği kişilere burası yurt olamaz' diyerek bu talebi sert bir dille reddetti.
Büyükelçi Hugessen ise Saracoğlu'na ani bir ziyaretle bu durumun orta yolla hallini önerdi. Yani 'Önce çocukları Filistin'e yerleştirelim ardından gerekeni yaparız' dedi. Ancak Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu da hükümetten farklı düşünmüyordu: 'Bu işte pazarlık olmaz! Ya hepsine giriş izni verirsiniz ya da hiçbirine!'
Koç batIĞI bulmak İçİn sponsor oldu
VEHBİ Koç o gün Segal ailesinden başka birilerini de Struma gemisinden kurtardı mı bilmiyoruz. Vizeleri olduğu için gemiden inen ve İsrail'e yerleşen 5 kişinin kurtulmasında Koç'un bir payının olup olmadığı soru işareti. Batık Struma'yı bulmak üzere 2000 yılında kurulan uluslararası araştırma ekibinin sponsorunun Koç Vakfı ve Rahmi Koç Müzesi olduğunu biliyoruz. Bu büyük insanlık dramından sağ kurtulmayı başaran David Stolair ise uzun yıllar İsrail'de sağlıklı ve mutlu bir hayat sürdü. Birkaç yıl önce yaşamını yitirdi.
KARADENİZ'DE KADERLERİNE TERK EDİLDİLER
TAM 68 gündür öylece Sarayburnu açıklarında bekleyen Struma gemisi için sonun başlangıcı 23 Şubat 1942 günü oldu.
Geminin demiri çözüldü. İki Türk römorkunun eşliğinde Karadeniz'e doğru çekilmeye başlanan gemide yolcular başlarına gelen akıbeti anlamışlardı. Ama yine de en büyük korkuları Romanya'ya iade edilmekti. Bunun olmayacağını hissettiklerinde derin bir nefes alsalar da onları bekleyen son daha hazindi. Motoru olmayan gemi iki römork tarafından çekilerek Karadeniz açıklarında öylece bırakılmıştı.
Başıboş bir vaziyette saatlerce sürüklenen Struma, bir Sovyet denizaltısının gönderdiği torpille Karadeniz'in simsiyah sularına gömüldü. Gemiden denize saçılan yolcuların çoğu geminin batışıyla beraber çığlıklar arasında boğuldu. Kalanlar denizin içinde dondurucu soğuğa teslim oldu.
Yalnızca iki kişi kurtulmuştu. Geminin ikinci kaptanı ve genç bir yolcu. Geminin kopan bir parçasına tutunmayı başarmışlar, Karadeniz'in çelik gibi sularında bütün gece birbirlerini tokatlayarak donma tehlikesine karşı ayık kalmaya çalışmışlardı. Sonunda ikinci kaptan da dayanamayıp soğuk sulara kendini bırakınca genç David, cebindeki çakı ile bileklerini keserek intihara kalkışmış ancak donmuş parmakları ile çakıyı açmayı becerememişti.
Sabah olduğunda Şileli balıkçıların yardımıyla bu tüyler ürperten trajediden sadece David Stolair sağ olarak kurtuldu. Karadeniz, 768 Romanyalı Musevi'ye mezar olmuştu.