Ahmet Türk, Samsun'da saldırıya uğrayınca Türkiye'ye sağduyu hâkim oldu. Başta kendisi olmak üzere neredeyse tüm siyaset erbabı bu saldırının doğurabileceği sonuçları düşünerek konuştu. Hükümet gereken tedbirleri aldı, aklı başında kanaat önderleri saldırıyı kınayan açıklamalar yaptı. BDP'nin radikal kanadı eski reflekslerine sarılsa birkaç yerde tatsızlık yaşansa da beklenen olmadı, Ahmet Türk'e düzenlenen saldırı siyasi amacına ulaşamadı.
Ama ne yazık ki bazı gazeteciler Ahmet Türk'e yapılan saldırıyı kınayanları ayıplayan ve aşağılayan yazılar yazdı. Büyük bir olasılıkla popüler olmak, okunmak, üstünde konuşulmak, daha doğrusu iyi para kazanmak için aykırı olmayı seçti. Sanki birileri terörizmi ‘demokratik hak' olarak görüyormuşçasına, ‘parti liderine girişme'nin ırkçılık olmadığını söyledi.
Hatta işi daha da ileri götürüp Ahmet Türk'e yapılan saldırıyı Kasım 1996'da Budapeşte'de Mesut Yılmaz'a Ergenekon marifetiyle yapıldığı söylenen saldırıya benzetti. Baykal'a yumurta atılmasıyla Türk'e yumruk atılmasını aynı kefeye koydu. Özal'a ve Ecevit'e ateş edilmesini emsal göstererek Türk'e yumruk atılmasını meşru göstermeye çalıştı.
Dünyanın her yerinde aykırı yazılar yazanların olması doğaldır. Çokkültürlü ve çoksesli bir toplumda şiddet övülmedikten sonra en aykırı fikirlerin bile söylenmesi normaldir. Normal olmayan şiddetin övülmesi, şiddeti yerenlerin yerilmesidir. Bu tür görüşler 1950 ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesinin ikinci paragrafındaki sınırlamanın içine girer.
Şiddetin övülüp övülmediğine mahkemeler karar verir. Bizim gibi insanlar içinse ancak cevap hakkı doğar. Çünkü yapılan tüm benzetmeler talihsiz, yazının üstüne oturduğu varsayım yanlıştır. Türkiye'de kendini bilen hiçbir kanaat önderi ‘bu ülkenin çocuklarına ateş edip öldürmeyi' demokratik hak olarak görmemektedir.
Mesut Yılmaz'a atılan yumrukla Ahmet Türk'e atılanı karşılaştırmak da en iyimser yorumla cehaleti ve bilgisizliği gösterir. Çünkü Mesut Yılmaz'ın temsil ettiği ile Ahmet Türk'ün temsil ettiği aynı aidiyet ve kimlik değildir. Mesut Yılmaz Kürt kimliği ile bilinen bir siyasetçi hiçbir zaman için olmamıştır. Ona atılan yumruk Kürtlere atılan bir yumruk olarak görülmemiştir.
Bilindiği kadarıyla Yılmaz'ın seçim bölgesinin Türkiye'den ayrılmak, ayrı bir devlet kurmak gibi bir beklentisi de yoktur. 1996'da Karadenizliler tepki gösterip "Bu bize atılmış bir yumruktur" dememiştir. Zaten bırakın sıkılan kurşunları bir kenara ne Mesut Yılmaz'a atılan yumruğu ne de Deniz Baykal'a atılan yumurtayı tasvip etmek mümkündür. Türkiye'deki insanların siyasi liderlere yumruk ve yumurta atmama olgunluğuna ulaşması şarttır.
Bu da ancak kanaat önderlerinin toplumu doğru yönlendirmesi, daha önceki şiddetin sonraki şiddete meşruiyet kılıfı olarak sunulmaması ile olur. ‘Entel-dantel' diyerek sağduyulu insanlara saldırılması her toplumda ama özellikle de milliyetçiliğin şiddet yardımıyla sivrildiği Türkiye gibi yerlerde çok prim yapar. Yazınıza önem verdiğiniz insanlardan destek bile alabilirsiniz.
Fakat aldığınız destek doğru söylediğiniz ya da eleştirdiklerinizin yanlış yaptığı anlamına gelmez. Onların, sadece sizden daha sağduyulu olduğunu, şiddeti yerdiklerini, bir arada yaşama iradesini güçlendirmek için çaba sarf ettiklerini, empati yeteneğine sahip olduklarını gösterir...
bence kürt laz çerkez olup olmaması önemli değil vatana millete faydalımıydı diye sorulmalı bence değildi bu günkü ergenekon ve benzeri mahkemelerin kurulmasının en önemli sebebi tansu çiller ve bu sayın bey efendi dönemidir zira mafya ile emekli polis ve askeri aynı çartıda toplamışlar ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır