15
Haziran
2025
Pazar
GÜNCEL

MİNARE YASAĞI, İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ VE MARDİN

İsviçre'de yaşanan son olay bu çabalara önemli bir darbe vurmuştur. Medeniyet ve demokrasi asla azınlıkların çoğunluk tarafından ezilmesine hakların ihlal edilmesine izin vermez. Bu bağlamda Avrupa'nın ortasında yer alan ve Medeni Kanunumuzu aldığımız İsviçre'nin, seçim bölgem Mardin'deki binlerce yıllık kültürler ve inançlar arası dayanışma kültürünü örnek almasını diliyoruz

Zamanımızda bireyin ve toplumun kültür ve medeniyet seviyesi insan hak ve özgürlüklerine karşı gösterdiği özen ve saygı ile ölçülmektedir. Çağdaş hukuk sistemlerinde insan hak ve özgürlüklerinin en geniş boyutta kabul edilip korunmaya alınması asıl, kısıtlamanın istisna olduğu ilkesi ortaklaşa kabul edilmekte, yasalarda sayılan çok kısıtlı hallerin dışında kural olarak kişinin temel hak ve özgürlüklerinin sınırını ancak başka bir kişinin hak ve özgürlüğü teşkil etmektedir. Bu bağlamda İsviçre’de referandum yoluyla yeni minare yapımlarının yasaklanması da öncelikli olarak temel hak ve özgürlükler, ikincil olarak da kültürler ve dinler arası diyalog açılarından değerlendirilmelidir.

Temel bir insan hakkı olan düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne çok uzun yıllar süren mücadeleler sonucunda ulaşılmış olup, bu hak Batı’da Aydınlanma Çağı’ndan başlayarak diğer insan haklarıyla birlikte gelişmiş, zaman içerisinde demokratik anayasalarda, ulusal yasalarda ve nihayet uluslararası çeşitli bildirge ve sözleşmelerde yer alarak evrensel bir nitelik kazanmış, ulusal ve uluslararası güvencelere kavuşmuştur. Bu hak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 18’inci maddesinde herkesin düşünce, vicdan ve din hürriyetine sahip olduğu şeklinde ifadesini bulmuştur. AİHS’nin 9’uncu maddesinde evrensel bir insan hakkı olarak kabul edilen düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne ilişkin olarak 1966 tarihli Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde ve 1990 tarihli Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı’nda da yer verilmiş, düşünce ve düşünceyi açıklama hürriyetinin demokratik toplum için gerekli olduğundan söz edilmiştir.

Vicdan ve din özgürlüğü
Vicdan ve din özgürlüğüne gelince; bir defa, bir dine mensup olmanın temelinde, zorunlu olarak o dinin önerdiği dünya sistemine kişisel bir katılım söz konusudur. Bu katılım, serbest olduğu ölçüde değer ve anlam kazanan bir işlemdir. Bu yönüyle din özgürlüğü, kanaat özgürlüğünün bir biçimi, daha özel olarak vicdan özgürlüğü adı altında ifade edilen şeklidir. Bu özgürlük, bireylerin istedikleri din ve inancı benimseme, bu inancı açığa vurmak, dinin gereklerini yerine getirip getirmemek hakkını kapsamaktadır. Bu bağlamda; kimse vicdan ve dini kanaatleri konusunda açıklamada bulunmaya zorlanamayacağı gibi din ve mezheplere bağlı olma, bir din ya da mezhebin dışında kalma, ait bulunulan din ya da mezhebin gereğini yerine getirme din ve vicdan özgürlüğü sayesinde mümkün olabilmektedir.

Tarihsel süreçte, birçok toplumda ve kültürde önemli badireler atlatarak günümüze ulaşan, ulusal ve uluslararası hukuk metinlerinde güvenceye kavuşan dini ve vicdani kanaat özgürlüğünün en önemli unsuru, bireyin devlet ya da başka bir merci tarafından herhangi bir baskı, ayrım ve hoşgörüsüzlükle karşılaşmaksızın inanç ve ibadet hürriyetine sahip olmasıdır. Öyleyse din özgürlüğünün dinsel vecibelerin yerine getirilmesi biçiminde ortaya konulmasında, özellikle toplu ibadet ve bu amaca yönelik araçlara dokunulmaması gerekmektedir. İslam dini yönünden cami ve mescitler, toplu ibadet yerleri olarak öngörülmüş olduklarından bu cami ve mescitlerde ibadet etme özgürlüğü de din ve vicdan özgürlüğünün kapsamındadır.

AİHM, sözleşmenin 9’uncu maddesini demokratik toplum amacını gerçekleştirme aracı olarak değerlendirmektedir. Mahkemeye göre, 9’uncu maddede korunan şekliyle düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, sözleşmedeki anlamında demokratik toplumun temel taşlarından biridir. 9’uncu maddenin koruduğu hakkın kapsamında dinini ya da inancını tek başına veya topluca, aleni olarak yahut o inancın gerektirdiği özel şekilde ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yoluyla açığa vurmak özgürlüğü de bulunmaktadır. Nitekim Kokkinakis/Yunanistan davasında mahkeme, “Din özgürlüğü, her şeyden önce iç âleme dahil bulunmakta ise de, bunun zorunlu bir diğer gereği, dinini açığa vurmaktır. Dinini söz ve eylem halinde açığa vurmak dini inançların varlığı ile bağlantılı bir olgudur” demek suretiyle bu durumu ifade etmiştir.

Manoussakis ve Diğerleri/Yunanistan davasında mahkeme bir evin ibadet yeri olarak oluşturulup kullanılmasından dolayı verilen mahkumiyet kararının AİHS’nin 9’uncu maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir. AİHM, Yunan devletinin Ortodoks olmayan bazı mezheplerin ve din özgürlüklerini çok sert ve hatta yasaklayıcı kurallara bağladığını vurgulayarak din özgürlüğünü ihlal ettiğine ve bu ihlalin demokratik bir toplum için gerekli de bulunmadığına karar vermiştir. Kjeldsen ve Diğerleri/ Danimarka davasında, Hoffman/Avusturya kararında ve diğer birçok kararda mahkeme din ve vicdan özgürlüğü gereği kişilerin ibadet özgürlüklerinin korunması gerektiğine hükmetmiştir.

İsviçre’nin yükümlülüğü
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9’uncu ve 14’üncü maddeleri gereği taraf devlet İsviçre ülkesinde düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün korunması konusunda yükümlüdür. Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü bireylerin dini sorumluluklarını inandıkları dinin usullerine uygun şekilde yerine getirmelerini de gerekli kılar. Müslümanlıkta ibadet yeri olarak kabul edilmiş camilerin bütünlüğünün bozularak minarelerin yasaklanması vicdan ve din özgürlüğünü düzenleyen 9’uncu ve ayrımcılık yasağını düzenleyen 14’üncü maddelerin ihlalidir.
Diğer yandan sözleşmenin 9/2’nci maddesinde bu temel insan hak ve özgürlüğüne yapılabilecek meşru kısıtlama nedenleri düzenlenmektedir. İlgili madde ve AİHM kararları uyarınca kısıtlama nedeni ne meşru amaca yöneliktir ne de demokratik toplumun gereğidir. Aksine, azınlıkların temel hak ve özgürlüklerinin korunması demokrasinin en temel ilkelerinden birisidir.

Üstelik İsviçre bu yasağı referandum yöntemiyle getirmiştir. Uluslararası insan hakları hukukunun en temel ilkelerinden birisi temel hak ve özgürlüklerin anayasalarla ve uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınması ve bunların kısıtlanması söz konusu olduğunda halk oylaması gibi yöntemlere başvurulmamasıdır. 1950 ve 60’larda Amerika’da Afro-Amerikalıların temel hak ve özgürlüklerle ilgili kazanımları sırasında devlet bu hak ve özgürlükleri doğrudan tanımış ve hiçbirisiyle ilgili olarak da referanduma gidilmemiştir. Seneler önce Amerika’da yapılan bu uygulamanın tam tersinin Avrupa’nın ortasında hayata geçirilmesi oldukça talihsiz bir durumdur. Referandumu doğru bir yöntem olarak kabul edersek çoğunluğun azınlık üzerindeki meşru olmayan müdahalesine de izin vermiş oluruz. İsviçre’de referandum yoluyla getirilen yasakla 21. yy’da hiçbir medeni ülkenin kabullenmemesi gereken bir durum oluşmuştur.

İlişkilere ciddi darbe
Diğer yandan minare yapımının referanduma sunulması, her şeyden önce kültürler ve dinler arası ilişkiye vurulan ciddi bir darbedir. Bu durum minare üzerinden İslam’a ve Müslümanlara karşı bir tahammülsüzlük göstergesi olarak ortaya çıkmaktadır. Kültürler ve dinler arasındaki diyalog eksikliği günümüzün en önemli meseleleri arasında yer almaktadır. Özellikle de yaşadığımız küreselleşme çağında artık milletler arasındaki duvarlar yıkılmış, birçok alanda sınırlar kalkmıştır. Buna rağmen geride hâlâ aşılması gereken engeller vardır. O da geçmişin önyargılarından beslenen psikolojik duvarlardır.

Küreselleşmenin hız kazanmasıyla birlikte toplumlar, öteki olarak gördüklerine yakınlaştıkça, birbirlerini anlamak yerine, kendi değerlerini zorla kabul ettirmeyi tercih etmişlerdir. Daha adil bir dünya için güç çatışmalarının yerini evrensel değerlerin alması kültürler ve dinler arası dialoğun geliştirilmesi için önemlidir. Bakınız seçim bölgem ve memleketim Mardin, kültürler ve dinler arası dialoğun temel değerlerini aslında yüzyıllardır benimsemekte ve dünyadaki en güzel örneklerinden birisini teşkil etmektedir. Bu temel değerlerden birkaçı nasıl sıralanıyor? Özgürlük, demokrasi ve hoşgörü... Mardin, bin yıllık tarihinde yedi dilin konuşulduğu, yedi kültürün yaşandığı, yedi ayrı dinin harmanlandığı bir kültürler kavşağı olan bir dünya kentidir. Tarih boyunca Mezopotamya üzerindeki en hoş görülü yerlerden biri hep Mardin olmuştur. Halen ezanlar çanlarla kardeşçe ve beraber çalınır Mardin’de. Mardin hoşgörü, saygı, birlik ve beraberliğin egemen olduğu, insanların birbirlerinin dinine, mabedine, giysisine saygı duyduğu bir kent. Tüm Dünya, bugün bu ruhu ayakta tutmaya, bugün bu ruhu tüm insanlara aşılamaya çalışmakta.

Avrupa Komisyonu’nun önerisiyle 2008 yılının ‘Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı’ olması kararlaştırılmıştı. Alınan kararda, Avrupa’da giderek artan kültürel farklılıkların kültürlerarası diyalogu daha çok gerekli kıldığı vurgulandı. Sayın Başbakanımızın eşbaşkanlığını yaptığı Medeniyetler İttifakı Projesi’nde ülkeler önyargıların ve diyalog eksikliklerinin kültürler arası uçurumları derinleştirdiği bilincine varmış ve bunun için önlemler almaya başlamıştır. Ancak İsviçre’de yaşanan son olay bu çabalara önemli bir darbe vurmuştur. Medeniyet ve demokrasi asla azınlıkların çoğunluk tarafından ezilmesine hakların ihlal edilmesine izin vermez. Bu bağlamda Avrupa’nın ortasında yer alan ve Medeni Kanunumuzu aldığımız İsviçre’nin, Mardin’deki binlerce yıllık kültürler ve inançlar arası dayanışma kültürünü örnek almasını diliyoruz.

Aslında hükümetimizin üzerinde çalıştığı demokratik açılımın da en büyük amaçlarından birisi budur. Yurdun her köşesinde, birini diğerine ötekileştirmeden, ayrıştırmadan, barış içinde, milli birlik içinde yaşayan yarınlar yetiştirmek. En önemli konulardan birisi de temel hak ve özgürlüklerin devletçe garanti altına alındığı, kişilerin kendilerini demokratik ve özgür bir ortamda gerçekleştirebilmelerinin sağlanması. Demokratik açılım ülkemizde yaşayan herhangi bir etnik gruba yönelik hiçbir ayrımı kabul etmeden eşitlik prensipleri çerçevesinde temel hak ve özgürlüklerin kullanım sahasını genişletmektedir. Avrupa’nın orta yerinde kendini medeni ve demokrat bir ülke olarak tanımlayan İsviçre’de böylesine bir insan hakları ihlaline verilen tepkiler de demokratik açılım konusunda hükümetimizin ne kadar doğru bir projeyle yola çıktığının göstergesidir.

Bundan sonra diğer Avrupa ülkelerinde benzer referandumların yapılmaması için demokrasi, hak ve özgürlükler adına elimizi çabuk tutmamız gerekmektedir. İsviçre kanunları ve uluslararası hukuk gereği hakları zarar gören gruplar, kantonlar, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve bunlar gibi topluluklar öncelikle İsviçre Yüksek Mahkemesi’nde yasanın iptali için dava açmalıdırlar. İç hukuk yolları tüketildikten sonra karar AIHM götürülebilir. Bununla birlikte yasanın tekrar referanduma sunulması da iptali için mümkün bir yoldur.

İsviçre Avrupa’da minare yasağı getiren ilk ülke olurken, bu sonuca olumlu tepki verenler yalnızca Avrupa’daki aşırı sağcı partiler olmuştur. Danimarka, Avusturya, Fransa, İtalya ve Hollanda’da da aşırı sağcı partiler benzeri bir yasağı gündeme getirmeye hazırlandığına dair haberler çıkmaktadır. Belli oluyor ki bu olaydaki asıl sorun Müslümanlara ve hatta azınlıklara karşı ön yargıdır. Eğer İsviçre halkı ve yetkili makamlarıyla birlikte diğer çağdaş ülkeler de konuyla ilgili tepki gösterip gereğini yapmazlarsa Dışişleri Bakanımızın dediği gibi olay çığ gibi büyüyerek kültürel soğuk savaş dönemini açabilir. Medeniyet güçlü olana zayıfı daha fazla ezme olanağını sağlama aracı değil, güçlü ile zayıf arasında insanca yaşama hakkı konusunda denge sağlama aracı olmalıdır. İnsanoğlu tarihte azınlıkların çoğunluk karşısında ezildiği oldukça acı olaylara şahit olmuştur. Böyle olaylara mahal vermemek için temel hak ve özgürlükler ve demokrasi adına küresel dünya duyarlı olmalıdır.

Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Yüksel: Mardin Milletvekili, Ak Parti Siyasi ve Hukuki İşler Başkan Yardımcısı

 

Radikal
Yayın Tarihi : 5 Aralık 2009 Cumartesi 19:32:49


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?