Bomba imha uzmanı, itfaiyeci, savaş muhabiri, savaş pilotu, ambulans şoförü, derin deniz dalgıçı, yüksek katlı binalarda çalışan dış cephe temizlikçisi, dublör, polis, madencilik yapılması en zor ve en tehlikeli meslek gruplarından. Kimi zaman hayatını ortaya koyarak çalışan bu mesleğin mensupları kelle koltukta çalışıyorlar desek yeridir. Bazıları bu işleri mecburiyetten, ekmek parası için, bazıları da sırf maceracı kişiliklerinden dolayı yapıyor.
Onlar için tehlike kimi zaman kader, kimi zaman adrenalin, kimi zaman da vatanperverlik demek. Bazıları evden çıkarken ailesiylevedalaşıyor, bazıları korkunun ecele faydası yok deyip işine dört elle sarılıyor, bazıları da herkesin yaptığı şeyi yapmanın ne anlamı var, herkes yapsa zaten biz yapmazdık diyor. Çalışma saatleri ve sigortaları diğer mesleklerden ufak tefek değişiklikler gösterebiliyor ama alınan ücret girilen tehlikeye değer mi derseniz? Pek çoğunda, hayır hiç değmiyor. Diğer meslek mensuplarıyla aşağı yukarı aynı maaşları alıyorlar. Dışarıdan bakınca hayret etmemek, hatta "deli olmak lazım" dememek kolay değil... ama onlar işine aşık, ortak görüşleri zaten bu işlerin sevilmeden yapılamayacağı.
Meyve ağacına bile çıkamazdı camcı oldu
İlkokul mezunu Zafer Çakmak, sigortalı bir iş bulma umuduyla Ordu’da kahveciliği bırakıp İstanbul’a geldi. Bir otelde çalışan dayısının vasıtasıyla dış cephe temizliğine başladı. 15 yıldır bu işi yapıyor. Şimdi Euroserve Temizlik Hizmetleri’nde çalışıyor. İşimi seviyorum, ekmek param buradan çıkıyorum diyor. Yerden metrelerce yükseklikte çalışmak herkesin harcı değil. Hele yükseklik korkusu olan biri bu işi hiç mi hiç yapamaz herhalde diye düşünüyor insan. Ama Zafer Çakmak, "Yükseklik korkusu benden fazla kimsede olamaz" deyince şaşırıyoruz. O ekmek parası uğruna bu korkusunu yenmek zorunda kalmış: "Ben meyve ağacına bile çıkamazdım Ordu’da. İstanbul’a gelip beni çalıştığım otelin dış cephesine asansörle çıkardıklarında ilk kez kuş bakışı aşağı baktım, bas bas bağırıyorum ama dayıoğlu çıkardı yine de. Elim ayağım titriyor. Ama düşsen bile çıkacaksın, bu işi ya yapacaksın ya da yapmayacaksın. En tepeye çıkınca korkunun ecele faydası yok, bu iş de yapılıyormuş dedim. Bu başlangıç noktası oldu. İlk haftalardan sonra korkuyu tamamen üstünüzden atıyorsunuz. Şimdi normal yolda yürümüş gibi hissediyorum kendimi."
Bilinçsiz ufacık bir hareket dış cephe temizlikçisinin sakatlanmasına ya da ölmesine neden olabilir, bunun örneklerini de ne yazık ki sıklıkla görüyoruz. Dış cephede önlem almazsanız tehlike yaşarsınız, emniyet kemersiz, yağışlı, rüzgarlı havalarda çalışmak mümkün değil. Örneğin dijital asansör kullanıyorsanız rüzgarlı havalarda asansör zaten yukarı çıkmıyor, yani sadece sizin karar vermenize kalmıyor iş. Dış cephe temizlikçileri standart 2 kişi yukarı çıkıp yapıyorlar işlerini. Eğer hava koşulları vs her şey yolunda giderse 18 katlı bir binayı 10 günde silebiliyorlar. Yüksek katlı binalarda dış cephe temizliği yapan personel düz temizlik yapan personelden ayrılıyor, maaşları 600 ila 750 YTL arasında değişiyor.
Sahnede can çekişiyordum yönetmen ne güzel oynuyor demiş
Serdar Taşkesenlioğlu ortaokuldan sonra dövüş sanatına merak sardı, uzunca bir süre kung fu ve sokak dövüşleriyle ilgilendi. Sinema ama özellikle aksiyon sahneleri onun en büyük ilgi alanıydı. 5 yıl önce bir arkadaşı vasıtasıyla dublörlük yapmaya başladı. 2 yıl önce arkadaşı Levent Kar da ona katıldı. İkili İstanbul Stunt Team adlı bir dublörlük ajansı kurup başta Kurtlar Vadisi olmak üzere pek çok dizide ve filmde dublörlük yapmaya başladılar. Yüksekten atlama, araba çarpması, yanma sahneleri gibi kimsenin cesaret edemeyeceği pek çok aksiyonun içinde yer aldılar. Bu sürede başlarından pek çok kaza da geçti. Her ne kadar koruma malzemeleri de olsa, sahneleri kendileri de hazırlasalar bu işte de her zaman bir risk söz konusu. Bir keresinde Serdar, bir oyuncunun yanlış hareketinden dolayı 3’üncü kattan düştü ve ayağını 3 yerden kırdı. 3 ay çalışamadı ama sonra dublörlüğe kaldığı yerden devam etti. Başka bir filmde pompalı tüfekle vurulma sahnesinde kafasını duvara çarparak beyin travması geçirdi. Yerde acılar içinde kıvanırken çok iyi rol yapıyor diye yönetmenin de övgüsünü kazandı. Hastane de 10-15 gün yattıktan sonra kendine geldi.
Sette meydana gelebilecek kazalar için proje özelinde sözleşme yapılıyor ve sigortayı karşı taraf karşılıyor. Sakatlanma durumunda yatılan günün parasını da karşı taraf ödüyor. Ama sektörün ölü olduğu zamanlarda dublörler sigortamızı yapın diye direnemiyorlar. Türkiye’de önem görmemekten şikayetçi dublörler, "Biz vücudumuzla, hayatımızla para kazanıyoruz. Türkiye’de ne kadar ucuza kapatabilirsek diye bakılıyor bu işe" diyorlar. Bu meslekte kazançlar da hiç belli olmuyor, kimi zaman haftalarca iş çıkmadığı da oluyor.
Dublörlük yapabilmek için spor yapıyor olmak şart. Düşmesini, kalmasını bilmeyen birisinin dublörlük yapması zor, çünkü kas ve vücut buna hazır olmadığı için sakatlanma riski daha fazla oluyor. Yaptıkları işin çok fazla risk içerdiğini söylüyor Levent Kar: "Çalışma şartları çok ağır, sakatlanma riski çok yüksek, bu ölüm riskine kadar gidiyor. Bazen hayatınız bir çelik ipe bağlı. Ama sahnenin bitişinde büyük bir alkışın kopması, bizi daha çok şevke getiriyor."
Onlardan en çok rağbet gören sahneler atlama, kavga ve son dönemde polisiye diziler nedeniyle özel tim sahneleri. En zor sahnelerin ise araba çarpması ve yüksekten atlama olduğunu söylüyorlar. Araba çarpması iki şekilde oluyor, birinde siz arabayla bir yere çarpıyorsunuz, diğerinde araba size çarpıyor, ikisinin de vermiş olduğu etki farklı. Birinde ertesi gün ağrılarla uyanıyorsunuz, diğerinde o çarpmanın etkisiyle sarsıntılar yaşıyorsunuz, ertesi gün sarhoş geziyorsunuz. Onlar kendilerini bu kadar riske atmalarının nedenini fazla adrenaline bağlıyorlar: "Tehlikeyi göze almak, bedeni ikinci planda tutmak gerekiyor. Zamanla vücudunuz da kırıklar oluyor ama zaten güzellik kalıcı değil, bir müddet sonra yaşlanıyorsunuz, neden genç yaşta bu heyecandan mahrum kalasınız ki, biz sahneyi yaşıyoruz" diyorlar.
’Çok iyi şoförüm’ ’çok cabbarım’ demekle olmaz bu iş
16 yıldır ambulans şoförlüğü yapıyor. Lakabı Karizma Ali. O yaptığı işe aşık ve özgüveni son derece yüksek. Kendini tanıtırken "Merhaba ben Ali, Karizma Ali derler: siz de etkilendiniz değil mi, hissettim" deyişinden, ben bu işi biliyorum havası estiriyor. Karizma Ali, yaptığı atraksiyonlardan camiada Cımbız Ali diye de bilinir, küçükken oynadığı ışıklı, oyuncak arabalardan etkilenip, büyüyünce ya ambulans şoförü ya da polis olmayı hayal edermiş hep. İlkokulu bitirdikten sonra okumayan Karizma Ali, bu hayalini 1992 yılında gerçekleştirdi. O yıllarda International Hospital’da kuaför olan abisi ona hastaneye alınan yeni ambulanslardan söz edince Ali Baydak bir anda heyecanlandı. Çünkü hastane o yıllarda Türkiye’de olmayan o büyük Amerikan Ford ambulanslardan almıştı. Ali Baydak hemen arabaların özelliklerini araştırmaya girişti ve "Ben bu ambulansları mutlaka kullanmalıyım" dedi. "Otomatik vites, tam donanımlı, son derece artistik arabalardı" diye anlatıyor o yılların yeni ambulanslarını. 16 yıllık ambulans şoförlüğü deneyimi işte böyle başladı Ali Baydak’ın. Hasta taşıma teknikleri, takımdaşlık, ilkyardım, ileri sürüş teknikleri eğitimlerinin ardından o çok istediği aracı kullanıyordu nihayet. 5 sene International Hospital, ardından Bayındır Hastanesi, Acıbadem’de çalışan Ali Baydak, son 6 yıldır Medline’da ambulans şoförü olarak çalışıyor ve takıma yeni katılanlara da eğitimler veriyor.
İstanbul trafiğinde normal zamanlarda bile araç kullanmak işkenceyken, onlar her daim hastaları yetiştirme telaşında, büyük stres altında bu trafikte mücadele veriyorlar. Hastanın durumuna, doktordan aldıkları talimata göre gözlerini karartıp kimi zaman tam gaz gidiyorlar. Örneğin Ali Baydak, bir çocuk söz konusu olduğunda daha hızlı hareket etmeye çalıştığını söylüyor: "Yeri geldiğinde arabanın en son sürati neyse onu sağlarım. Trafik vardı, yoktu, sıkışıktı bir takım atraksiyonları var bu işin, ama belirli bir çerçevede." Ali Baydak’a hiç kaza yaptınız mı diye soruyoruz, "Hiç, ben biraz iddialı bir tipim, mesleğimde de karizma olduğum söylenir, çok aralara girip atraksiyon yaptığımız için Cımbız Ali demişlerdi zamanında. Tüm bu atraksiyona rağmen 10 binlerce vaka yaptım ama hiç kazam olmadı. Tamamen konsantre olurum işime. Hatta tanıyamazlar beni çünkü tüm dikkatimi veririm, taşıdığım hasta benim hastamdır, kendi yakınımmış gibi görürüm" diyor. Ali Baydak mesleğini çok seviyor zaten bu işin de başka türlü yapılamayacağını söylüyor: "Saniyelerle yarışılan bir durumda hele ki İstanbul trafiğinde bu sıkıntılı dönemde yaşadığınız ortamda işinizi mutlaka sevmeniz ve gereken hassasiyeti göstermeniz gerekir, yoksa yapılabilecek bir iş değil. İstanbul trafiğinde normal bir araç kullanmak bile başlı başına bir risk teşkil ederken siz kimi zaman son sürat, arabayı olabildiğince sarsmadan ne hastayı, ne ekibinizi ne de diğer araçları riske atmadan gitmek zorundasınız."
17 sene önce bu işe ilk başladığında siren çaldıklarında önlerindeki arabalardan tepki gelmediği bile oluyordu. Hatta silah çeken, el kol hareketi yapan pek çok kişiyle de karşılaştı ama şimdi insanların daha bilinçli olduğunu söylüyor.
Ali Baydak bu işi fiziki güç de gerektirdiği için maksimum 5 sene daha yapmayı ardından, hikayelerini bir kitapta toplamayı planlıyor. Alkol komasına giren, intihar eden, kendini yakan, karı koca kavgası veya hayvanı hastalandığı için ambulans çağıran pek çok kişiye tanık olmuş Ali Baydak, en unutamadıklarından birisi de 300 kiloluk bir kadını tek başına sedyeye taşıması. "Kadın kilolarından dolayı yatıyor, vücudunda yaralar çıkmış. Canını acıtmadan onu sedyeye taşımak gerek, ben tek başıma aldım kadını, kadın ağlıyor onun haline ben de ağlıyorum. Kadın hiç konuşmadı, aşağı indirdiğimizde bana onun için çok değerli bir şeyi, Tevrat’ını verdi. Bunun gibi binlerce unutamadığım vaka var." Peki bu işi yapmak için iyi şoför olmak yeterli mi? "Çok iyi şoförüm, şöyle cabbarım böyle cabbarım demekle yapılmaz bu iş. Aklı başında mesuliyetlerinin farkında, seri araba kullanabilen olağanüstü durumlarda psikolojisi bozulmadan hareket eden, soğukkanlı şoför arıyoruz. Bunu da işe girmeden test ediyoruz."
Nasıl çalışıyorlar
Ambulans şoförleri 24 saat çalışıp, 48 saat dinleniyorlar. Alarm merkezi onları her mesai başında bir noktaya yönlendiriyor, A Hastanesine, B Hastanesine veya herhangi bir yerdeki vakaya. Günde ortalama 7-8 hasta taşıyorlar bazen bu sayı 15’i de buluyor. Hastayı taşıdıktan sonra ekibin konuşlandığı yere dönüp, kendilerine tahsis edilen yerlerde sosyal ihtiyaçlarını karşılayıp beklemeye geçiyorlar. Araç içinde ise aynı zamanda ekibin de sorumlusu olan ekip doktoru, teknisyen ve ambulans şoförü yer alıyor. Ekip olarak işe birlikte başlayıp 24 saat sonra birlikte bitiriyorlar. Sektörde en yüksek maaş 1.000 YTL civarında ama ortalamaya bakıldığında maaşlar 500-600 YTL’lerde.
En cesur bomba uzmanı, ölü uzmandır
24 yıl bombalarla geçen bir hayat onunki. Maddi imkansızlıklar nedeniyle YTÜ İnşaat Mühendisliği 2. sınıftan ayrılmak zorunda kalınca önce inşaatlarda kalfa ve müteahhitlik yaptı, ardından Etiler Polis Okulu’nda 6 aylık bir kurstan sonra polis oldu. Önce İstanbul Emniyet Müdürlüğü Toplum Zabıta’da, şimdiki adıyla Çevik Kuvvet’te, ardından Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğü bünyesinde çalıştı. 81’de bomba kursuna gönderildi. Siz mi istediniz bomba imha uzmanı olmayı sorusuna "Öyle karambolden ismimizi yazmışlar" diye yanıt veriyor. Ankara’da gördüğü 70 günlük kursun ardından Türkiye’nin ilk sertifikalı bomba uzmanlarından oldu. Kurs bitince İstanbul’a gelip şimdiki ismi Terörle Mücadele o zamanki adıyla 1. Şube’de bomba uzmanı olarak görev yapmaya başladı. Ardından Siirt, Çanakkale ve tekrar İstanbul’da görev aldı. 2004’e kadar İstanbul Bomba İmha Büro Amiri olarak çalıştı. 2004’te Kars’a tayini çıkınca emekli oldu. Şimdi polislere eğitimler veriyor, bazen dizi filmlere gidip patlama sahneleri için düzenek kuruyor.
Bir bomba imha uzmanı nasıl çalışır? Bomba imha uzmanı devamlı dinlemede kalıp, telsiz merkezinden gelen anonsla filan yerdeki şüpheli pakete en kısa sürede ulaşmaya çalışır. Eğer bomba patlamışsa uzman nasıl bir bomba olduğu, hangi örgüte ait olabileceği konusunda araştırma yapar. Eğer henüz patlamamışsa insanları oradan uzaklaştırır, düzeneği olay yerinde çözmeye çalışır, çözemezse fünye ile patlatır. Çalışma saatleri genelde 12 saat çalışma, 24 saat dinlenme şeklindedir.
Belki de en tehlikeli mesleklerin başında geliyor bomba imha uzmanlığı. Ölme riski çok yüksek. O nedenle bu işi yapanlar telsiz anonsu geldiği andan itibaren görev yerine korku ve heyecanla giderler, acaba ölecek miyim, yaralı mı kalacağım soruları akıllarında. Nazmi Nuri Çelik, "Oğlum 4-5 yanındayken uyanır hep ’baba kendine dikkat et bizi yetim bırakma’ derdi. O tarihlerde ben de korkardım ölürsem çocuklar yetim kalır diye. Her uzman arkadaş zaten evden çıkarken çoluğu çocuğuyla helalleşir çıkar, patlayıcıyla ölen uzmanın diğer ölenler gibi vücudu sağlam kalmaz, her bir uzvu bir yerden toplanır, poşete koyulur, yıkamadan, kefene sarılmadan mezara konulur. Ölen tüm uzman arkadaşlarım, memurlarım böyle gitmiştir. Çok arkadaşımı kaybettim. Mesela benim uzmanlardan biri 92’de patlamada öldü, sadece ayağını bulabildik başka hiçbir şeyini bulamadık. Kolunu, parmağını, gözünü kaybedip malulen emekli olan çok arkadaşım var" diyor ve ekliyor: "Ama bu iş bir heves, vatanperverlik işi. Elbet bir işi bir yapan çıkar. Bir kurs açılır, mali şube, narkotik, trafik kursu vs 1.000 polis memuru müracat eder ama bir bomba kursu açıldığı zaman 10 kişi zor çıkar."
Kemal Sunal filmine benzemez
Nazmi Nuri Çelik, bu işi sabırlı kişilerin yapabileceğini söylüyor: "Bu iş pek cesarete gelmez. En cesaretli bomba uzmanı ölü bombacıdır. Öyle Kemal Sunal’ın filmleri gibi, kırmızı kabloyu mu keseyim, yeşili mi diye bir sistem yok."
Çelik, İstanbul’a ayda 3.000 ihbar geldiğini bunlardan yüzde 1’inin dolu, yüzde 99’unun boş çıktığını söylüyor: "Çünkü bombayı koyan kişi ihbar etmez, zamanı geldi mi o kendi patlar. Ama mesela bir adam restoranda yemek yer, hesap kabarık gelince çıkar telefon edip bomba ihbarı yapar ya da imtihana girecek öğrenci derslerine çalışmamıştır ihbar yapar, uçağı kaçıracak yolcu yetişmek için ihbar eder."
24 yılını bombalarla geçiren Nazmi Nuri Çelik’in çevresinde bilinen adı "bombacı". Röportaj için gittiğimizde küçük çocuklar, kendinden yaşça küçükler ona "bombacı baba" ya da "bombacı amca" diye sesleniyorlardı. Kendi de bu duruma alışmış, telefon çaldığında "bombacı" diye yanıtlıyor. O da gelen misafirlerine veya eğitimlerde öğrencilerine bombalı şakalar yapmaktan geri kalmıyor. Çikolata kutusunun içine çocukların oynadığı torpillerden yerleştirmek gibi.
Mesleğin tüm risklerine rağmen bomba imha uzmanlarının maaşları oldukça düşük. Çelik, "2 katı maaş ödeseler yine de az gelir" diyor ve tek ekstra haklarının lojmanda istedikleri kadar oturabilme olduğunu söylüyor. Çelik’in tahminine göre 81 ilde 250 civarında bomba uzmanı görev yapıyor. Bazı illere ise komşu illerden çağrılıyorlar.
Tehlikeli meslekler bundan ibaret değil
Tehlikeli meslekler bomba uzmanlığı, dalgıçlık, dublörlükle vs ile sınırlı değil. Askerlik, polislik, itfaiyecilik... daha çok meslek sayılabilir. Hatta en güvenli sanılan mesleklerin bile, tehlikeleri vardır. Mesela foto muhabiri arkadaşımız Fatih Yalçın, 18 katlı plazanın çatısından sarkarak dış cephe temizliğinin fotoğrafını böyle çekti.
Kafanızı suya soktuğunuz an risktesiniz
Lise mezunu olan Nurhan Tersakyan, 1986 yılından bu yana aktif olarak dalış yapıyor. Adada yaşamasının da etkisiyle hobi olarak başlayan bu tutkusu daha sonra mesleğe dönüşmüş. Bunda, Kaptan Cousteau’nun, TV’de yayınlanan su altı belgeselinin de etkisi yok değil. Tersakyan, 10 yıl önce dalışın yöneticilik kısmına yani süpervizörlüğe geçmiş. Şimdi kurucularından olduğu Deep Offshore firmasında dalış operasyonları müdürü olarak Marmaray projesinde yer alıyor. 23 senedir ticari dalgıç olarak çalışan Tersakyan, liman inşaatlarında, batık gemilerin çıkarılması veya kurtarılmasında, su altı inşaatlarda, tüp geçitlerde, petrol ve doğalgaz boru hatlarının çekilmesinde, montajında, büyük kütlelerin vinç yardımıyla çekilmesi gibi pek çok projede görev aldı. Kısaca su üstünde yapılan her işi o suyun altında da yaptı. Hint Okyanusu’ndan Atlas Okyanus’una, Batı Afrika’dan Karadeniz’e, Rusya’dan Hollanda’ya, Akdeniz’e kadar dünyanın her yerinde çalıştı. En son Akçakoca’da bir doğalgaz çalışması sırasında 80 metreye kadar daldı. "Derinlik arttıkça risk de artıyor. Hoş kafanızı suya soktunuz zaman risktesiniz. Çünkü bambaşka bir atmosfere geçiyorsunuz, risk faktörü her zaman var. İnsanın doğasında olmayan bir ortam sonuçta."
En büyük risk vurgun, aşırı efor sarf etmekten kaynaklanan bir diğer risk de azot narkozu. Yapılan işle doğru orantılı kazalar da var. Mesela sistemde arıza oldu diyelim kaynak yaparken cereyan çarpabilir veya oksijen kaynağıyla kesim yapıyorsunuz, oksijen patlayabilir ya da vakumlu bir ortamda çalışırken bir nesnenin kapağını açarken kendinizi, kolunuzu bacağını kaptırabilirsiniz. Tüm bu risklere rağmen bu mesleği yapıyor olmalarının nedeni en başta denizi sevmeleri ve maceracı bir ruha sahip olmaları.
Dışı sizi içi bizi yakar
1990’da vurgun yiyip belden aşağısı felç olan Tersakyan, 1 ay fizik tedavi görüp, 4 ay sonra tekrar dalmaya başladı. Bu meslekte ölümle sonuçlanan kazalara sık rastlanıyor. Bir çoğu tedbirsizlikten ve gerekli mercilerin olayın üstüne gitmemesinden kaynaklanıyor. Tersakyan mesleği için "İnsanlara su altında çalışıyoruz dediğimizde ne kadar zevkli mesleğiniz var diyorlar. Ama öyle değil dışı sizi içi bizi yakar, madalyonun bir de diğer yüzü var, risk açısından bazı şeyler göz önüne alınırsa son derece dikkatli ve bilinçli yapılmalı. Bu işi yaparken kişinin kendine bakması, fiziksel ve ruhsal sağlığına dikkat etmesi de şart. Denizle şaka yapılmaz. Ne yediğinize, içtiğinize, gece hayatınıza dikkat etmek, spor yapmak zorundasınız. Çünkü su altında efor sarf ediyorsunuz, ağırlık kaldırıyorsunuz. Suyun altından 30 dakikalık bir çalışmadan nefes nefese çıkıyorsunuz, terlediğinizi hissediyorsunuz."
Ticari dalgıçlar yani bu işi hobi olarak değil de meslek olarak yapanlar günde ortalama 1 saat suyun altında çalışıyorlar. Çalışanlara normal sigorta yapılıyor, işin pozisyonuna göre bazen özel sigorta da yapılabiliyor ama işveren genelde ek masraf çıkarmak istemiyor. Aldıkları ücretler ise çok değişken. Tecrübeli dalgıçlara verilen ortalama ücretler aylık 2.500-3.000 YTL, ama yabancılarla yapılan bazı projelerde yevmiyeli olarak çalışıyorlar, o zaman aylık gelir 6.000 doları buluyor. Tersakyan’ın tahminine göre Türkiye’de 200 - 300 civarında ticari dalgıç var, bu rakamlara sırtına tüp geçirip, limandan taş çıkaran dalgıçlar da dahil.
Mücadeleci olmak şart
Yaygın olmadığı için bir meslek sayılmasa da, bir kadın söz konusu olduğu için "rallici" Burcu Çetinkaya’yı da listemize kattık. Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Burcu Çetinkaya’nın arabalara olan ilgisi otomotiv şirketlerinde üst düzey yöneticilik yapan babasının da etkisiyle çocukluk yıllarında başladı. Babasının ofisine gittiğinde arabalarının tepesinde gezinen Çetinkaya, rallici olmaya 1993 yılında izlediği bir ralliden sonra karar verdi. Sonrasında sık sık yarışları takip etti ve 2005 yılında eğitimlerini alarak bu işe ilk adımını attı. İlk yarış otomobiline de 2005 yılında Renç Koçibey eğitim seminerlerinde bindi. 2006’da Castrol Fiesta Rally Cup’a katılan ilk 10 pilot arasına girmeyi başardı. İlk sezon o ve co-pilot’u için oldukça zorlu geçti, yarışan tek kadın ekip onlardı. Diğer ekipler onlardan daha tecrübeli olduğu için, onları yakalamak adına pek çok hata ve dolayısıyla kaza yaptılar. 2007’de Serdar Bostancı ile yurt dışına açılma imkanı buldu. Hem Türkiye’de daha iddialı hem de Belçika Ralli Şampiyonası’nda Türkiye’yi temsil etti. Bu yıl ise Dünya Ralli Şampiyonası’nda Türkiye adına yarışan 3 ekipten biri. Bu yıl aynı zamanda Türkiye Ralli Şampiyonası ve Belçika Ralli Şampiyonası’nı da kovalayacak. Yani bu yıl onu bekleyen 16 yarış var. Açık hava koşullarında kondisyonu sağlayabilmek için bir rallici günde en az 2 saat olmak üzere haftada 4 saatini spor yaparak geçiriyor. Riski en aza indirmek için araçlarda tüm önemler alınıyor ama sonuçta bu ralli ve bazen üzücü kazalar yaşanabiliyor. Burcu Çetinkaya, en büyük kazasını geçen yıl yaptı. Asfalt zeminde 4-5 takla attı ama ciddi bir yaralanma geçirmedi. O heyecanını kontrol edemeyen kişilerin bu işi yapamayacaklarını ve mücadeleci bir kişiliğe sahip olmanın şart olduğunu söylüyor: "Ralli her yönüyle mücadele gerektiriyor. Yarış esansında pek çok aksilik olabilir, her şey çok güzel giderken hiç beklemediğiniz bir şey karşınıza çıkabilir, güçlü olmak lazım. Çok keyifli bir sürü anımız oluyor ama zor yanı biraz yorucu olması. Bir hafta boyunca dağlarda tepelerdesiniz."
Ralli yapmak oldukça masraflı bir iş, sadece dünya şampiyonasında yarışan pilotlar bu işten ciddi paralar kazanıyorlar. Çetinkaya: "Ralli bir sevda, bir tutku, birçok kişi tutkusu için yapıyor ama bu işi çok sevip, her şeyi göze alanların biraz da şansları yaver giderse para kazanabiliyorlar. Birçoğunun genelde ikinci planda götürdükleri işleri oluyor" diyor.