Bu sezon, 70'e yakın Türk filminin vizyona gireceği açıklanınca tartışmalar başlamıştı. Kimi bu filmlerin pek çoğunun niteliksiz olacağını söylemişti, kimiyse gişe yapamayacağını...
Nitekim öyle de oldu. Eylül ayında vizyona giren yerli filmlerin yedisi de gişede hüsrana uğradı. Bunlar, öyle hiç tanınmayan oyuncuların ve yönetmenlerin filmleri de değil. Mesela 11'e 10 Kala filminin başrollerinde Nejat İşler, Mithat Esmer ve geçen yıl Altın Portakal'da En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'nü alan Tayanç Ayaydın yer alıyor. Üstelik, yönetmen koltuğunda Pelin Esmer'in oturduğu film, 16. Uluslararası Altın Koza Film Festivali'nde; En İyi Senaryo ve En İyi Film ödülünü alırken İstanbul Film Festivali'nde de Jüri Özel Ödülü'ne layık görüldü. Bunlara rağmen 11'e 10 Kala, ilk dört günde sadece 3 bin 472 kişi tarafından izlendi. Madem senaryolar ödüllü, oyuncular tecrübeli; o zaman sorun ne?
Sezonun ilk yerli filmi Hayatın Tuzu'nun yapımcısına pahalıya patladığını söylemek mümkün. Yönetmenliğini Murat Düzgünoğlu'nun yaptığı, başrollerini 'Hallederiz Kadir' tiplemesiyle tanınan Levent Ülgen'in ve usta oyuncu Güzin Çorağan'ın paylaştığı filme 4 Eylül'den bu yana sadece bin 518 kişi gitti. Sarı Saten filminin de Hayatın Tuzu'ndan pek bir farkı yok. 25 Eylül'de gösterime giren film, ancak bin 882 kişinin ilgisini çekebildi. 18 Eylül'de gösterime giren ve oyuncu kadrosuyla dikkat çeken Çıngıraklı Top filmi ise henüz 9 bin 465 kişi tarafından seyredildi.
Durumu, kötünün iyisi olan filmler ise Sonsuz, Sizi Seviyorum ve Kanımdaki Barut. Sonsuz ilk 10 günde 77 bin, Sizi Seviyorum 75 bin, Kanımdaki Barut ise 9 günün sonunda 21 bin 346 izleyiciye ulaştı.
'Bir filmin kalitesini gişede elde ettiği başarıyla ölçmek' her zaman eleştirilen bir tavır. Zira Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem gibi usta yönetmenlerin filmleri de gişede 100 bini ya görüyor, ya görmüyor. Ama seyircinin büyük çoğunluğu salondan iyi bir film izlemenin keyfiyle ayrılıyor. Fakat bu durum, yukarıda bahsettiğimiz filmler için geçerli değil. Sinema salonlarından çıkanlar filmi yapana da, yaptırana da, oynayana da, oynatana da sitem ediyor: "Biz mi sinemadan anlamıyoruz, yoksa yönetmenler mi?" diyorlar. Bu sorunun cevabını vermekse sinema eleştirmenlerine düşüyor. s.kara@zaman.com.tr
***
Vizyondaki Türk filmleri 'ortalama' bir film bile değil!
Atilla Dorsay (Sinema eleştirmeni): Mevsim başından beri gösterime giren Türk filmleri oldukça kötü gidiyor. Ama bunu hak ediyorlar. Ben bu yıl, dört başı mamur biçimde tatmin olmak bir yana, ortalama bir film bile görmedim. Buna Çağan Irmak'ın Karanlıktakiler filmi de dâhil. Daha da ötesi, vizyona giren filmler, sinema seyircisinin beklentilerine hiçbir karşılık veremiyor. Üstelik bunlardan bazıları bizim arkadaşlarımızın ayılıp bayıldığı, çok övdüğü filmler oldu. Benim kişisel kanaatime göre bunlar, filmden ziyade deneme! Son derece az seyirci çekmeleri doğal. Türkiye'de aklı başında bir seyirci yavaş yavaş oluşuyor. Bugün bir Nuri Bilge, bir Reha Erdem filmi 100 bini aşıyor. Bunlar fena rakamlar değil. Ama bazı filmler hakikaten ne ticari film kalıbına uyuyor ne de beklediğimiz anlamda sanatsal. Bu durum Türk seyircisini yeniden sinemadan uzaklaştırabilir. Ne derler, sel gider kum kalır. Hem 'ticari' hem de 'sanatsal' sinemada kötü olanlar elenecek, iyi olanlar kalacak.
***
Sinemacılar ve eleştirmenler seyirciyi eğitmeli
Murat Özer (Sinema Yazarları Der. Bşk.): Sen Kurtlar Vadisi tarzında bir film çekersen çok rahat bir şekilde geniş kitleye ulaşabilirsin. Ama çok özel bir hikâye anlatıyorsan bu zaten kitleleri peşinden koşturacak bir film olmaz. 11'e 10 Kala, Hayatın Tuzu ve Çıngıraklı Top gibi filmler belli kitleleri, belki de çok küçük kitleleri çekebilecek filmler. Recep İvedik, Güneşi Gördüm, A.R.O.G çok geniş kitleler tarafından seyredilebilir; ama Pelin Esmer'in anlattığı hikâye, öyle çok kolayca içine girip takip edebileceğin bir konu değil. O filme adapte olmak için biraz kendini zorlaman lazım. Seyirci de sonuçta profesyonel sinemacı değil. Kendini bu kadar da zorlamak istemeyebilir, onu da haklı bulurum. Seyirci iyi vakit geçirmek için sinemaya gidiyordur, karşısında böyle zorlayıcı bir hikâye görünce de sıkılabilir tabii, çok doğal. O anlamda da seyirciye söyleyebilecek bir şey bulamıyorum. Belki seyirciyi eğitmek gerekebilir bu anlamda. Bunu da sinemacılar yapacaklar tabii; belki biraz da sinema yazarları!