İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı düzenlediği 28’inci Uluslararası İstanbul Film Festivali, 4-19 Nisan arasında İstanbul’da yedi salonda başlıyor.
Bu yıl festivalde 200’ün üzerinde film gösteriliyor. Festivalin programında, yerli belgeseller dikkat çekiyor. Bunlardan birisi de, gazeteci Müjde Arslan tarafından hazırlanan Ölüm Elbisesi: Kumalık isimli iki dilli belgesel. Kürtçe adıyla Kiras? Mirin?: Hewiti. Belgesel, aile içi şiddetin hem bir parçası, hem de önemli sebeplerinden biri ’kumalık’ denilen geleneği anlatıyor. Türkiye’nin birçok yerinde hálá devam eden, kadınların bedenini ve ruhunu erkeğin hizmetine sokan, küçük kızların alınıp satılmasına yol açan ’kumalık’ düzenine ’içeriden’ bakan bir belgeselle karşı karşıyayız Ölüm Elbisesi: Kumalık’ta.
1981 Mardin doğumlu gazeteci Müjde Arslan, bu ilk belgeselinde, on altı yaşında amcasının oğluna kuma giden ve kocasından gördüğü şiddet sonucu aklını yitiren, felç geçiren, konuşma yetisini kaybeden halası Emine’nin hikáyesinden yola çıkarak, sadece doğduğu yörede değil, Türkiye’nin pek çok yerinde yaygın olan kumalık sorununu anlatıyor.
Emine birçok kadın gibi kocasından şiddet gördükçe, baba evine sığınıyor. Fakat her seferinde ailesi tarafından geri gönderiliyor. İki eve de ait olmayan, hem ruhu, hem de bedeni örselenen Emine ise sessizce ölümü bekliyor.
Aile içi şiddetin bir parçası olan ’kumalık’ geleneğinin kurbanı oluyor bir başka ifade ile. Belgesel de Emine’nin hikayesine başka kadınların ifadeleriyle ses veriyor.
Festivalin, Türk Sineması: Belgeseller Bölümü’nde yer alan Müjde Arslan’ın 52 dakikalık filmi ’Ölüm Elbisesi: Kumalık’ı, 15 Nisan’da Pera Müzesi’nde izleyebilirsiniz.
Altı kadın altı hikaye
Arslan’ın belgeselinde kuma giden Gurbet (sağda) ve Avr?ş’in de hikayelerini izliyoruz.
Sinemaya bununiçin başladım
Filmin yönetmeni Müjde Arslan, amca oğluna kuma giden Emine halasının ilk oğluyla aynı yaşta. Bir gün bu yaşadıklarını anlatabilmek için sinemaya başlayan Arslan, "Çocukken de her şeyin farkındaydım. Halamın yaralar içinde babasının yani dedemin evine geldiğinde yaşananlara çok öfkeleniyordum ama yapabileceğim bir şey yoktu. Emine’nin yaşadığı şeylerin başka insanlara bir şey söyleyebileceğini düşünerek bu belgeseli çektim" diyor. "Kadınların söylediklerinin söylemediklerinden daha fazla" olduğunu belirten Arslan, yaşananların gösterilenden daha acıklı ve derin olduğunu anlatıyor aslında.