Casa Dell Arte'de birbirine yaslanarak ayakta kalmayı başaran 'melez evlerin' resimlerini sergileyen Azade Köker'e göre 'melezlik özgürlük'. Köker, melezliğin doğal hali için İstanbul'u, suni biçimi için Dubai'yi örnek gösteriyor
Cassa Dell Arte, Mısır Apartmanı’nda şu sıralar Azade Köker’in yapıtlarını ağırlıyor. ‘Hybrid Spaces - Corridors’ adını taşıyan sergi tamamı kâğıt kullanılarak yapılmış resim ve yerleştirmelerden oluşuyor. Galerinin girişinde izleyiciyi ‘Perde’ enstalâsyonu karşılıyor. Örtme, gizleme gibi kavramlara göndermeleri olan bu perde, galerinin ortasında, tavandan yere kadar uzanıyor. Sağlı sollu duvarlara yerleştirilen resimlerde de aynı gizli örtük yapı hâkim, fakat bu yalın anlatımının ardında büyük bir direncin yattığı fark ediliyor. Olumlu olumsuz tüm anlatılar adeta perdenin örtücü etkisine maruz bırakılmış. Bunu yaparken gerçekleri gizlemiyor sanatçı, ayna tuttuğu manzaranın üzerini örterek, insan doğasındaki merak duygusunu harekete geçirmek istiyor sanki. Altında yatanı görmek için daha dikkatli bakmaya yöneltiyor insanı.
Azade Köker’in bu sergide kullandığı malzeme kağıt olmuş. “Boyadan, görüntünün temsilini sunmaktan özellikle kaçındım” diyor. Farklı renklerdeki kâğıtların suyla bir araya gelmesi, suyun ardında bıraktığı iz, sergide işlenen konularla tesadüfî bir uyum yakaladığını da ekliyor.
Yapıtlarında özdeşlik, farklılık ve melezlik kavramlarını günümüz dünyasından örnekler vererek işaret eden sanatçı, “Farklılıkların nasıl oluştuğunu, yani ihtiyaç ve mecburiyetten mi yoksa özgürlükten mi kaynaklandıklarını incelemek gerekir.” diyor.
Dünyaya dalga dalga yayılan küreselleşme, sosyal platformda pek çok kavramın yeniden tanımlanması gereğini doğurdu. Geçmişte ırklara, ülkelere, milletlere yönlendirilen öznellik anlayışı gönümüzde bireysel bir olguya işaret ediyor. İçinde bulunduğumuz bu sancılı geçiş sürecinde her bireyin yalnızca kendi kültürünü temsil ettiği bir dünyanın kapıları çoktan aralandı bile. Bu kavramların çağa damgasını vurduğunu üzerine basa basa söylüyor Köker. Elbette yaşadığımız dönemde ortaya çıkmış değiller. Kökleri insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen hep yirmilerinde, hep ergenliğin evrelerinde dolaşıyor, zamanla birlikte şekil değiştiriyorlar. Yeniden tanımlanan bu kavramlar belki de insanoğlu için tarihin belleğinden beslenerek bir arada uyum içinde yaşamanın başlıca koşuludur.
Köker, Amerika ve Avrupa’da yeni bir özdeşlik anlayışının hâkim oluğunu söylüyor. ‘postkolonyalizm’ olarak adlandırılan bu anlayışın en tanınmış temsilcileri olarak Stuart Hall, Edward Said, Gayatri Spivak ve edebiyat bilimcisi Homi Bhabha’yı gösteriyor.
Melez şehir İstanbul
“Farklılık kültürlerin arasında değil kaotik tartışmaların yaşandığı yerlerdedir,” diyor Bhabha. Köker de, kültürün genetik veya tarihi olarak önceden belirlenmediği, izleyicinin öznelliğine göre bir görünüşe bürünen tasarım olduğu Bhabha tezinden söz ederken, melezliğin insanın özgürleşmesi için yeni bir alan açabilecek güçte olduğuna değiniyor. Toplumsal bütünlüğü sağlamanın, sıfırdan bir kent kurarcasına geçmişin tüm verilerini hafızalardan silerek mümkün olamadığının anlaşıldığını değinen sanatçı; yaratılacak farklılık senteziyle sosyal uyuma ulaşılabileceğini söylüyor ve Dubai-İstanbul örneklerini veriyor. Bir tarafta idealize edilerek sıfırdan yaratılmış, geçmişin hiçbir izini taşımayan yeni kent Dubai, diğer tarafta üst üste binmelerle, birikmelerle insanlık tarihinin belleğini satır satır okutan melez şehir İstanbul.
Azade Köker’in sergideki yapıtları da küf kokusu ile yaşanmışlıkların izlerini taşıyan, birbirine yaslanarak ayakta kalmayı başaran melez evleri anlatıyor. Ve bu evler üzerinden toplumun karmaşık profiline ulaşıyoruz. İnsanı anlatan insan yapısı bilge şehirler, tüm yaşanmışlığı, farklılıkları ve aynılıklarıyla melez dünyanın bir imajını sunuyor.
Köker, melezlik olgusuna değinirken bir şeye dikkat çekiyor: “İki tür melezlik var; biri dünyanın sunduğu milyonlarca kültürel veriden seçip özümseyerek karakterimizi oluşturduğumuz melezlik, diğeri ise dayatılmış politik melezlik. Kimi medya ve politik gruplar, ‘sözde’ melez ve özgür durumların imajını kullanıyorlar.” Bu da, her kavramın kötüye kullanılabileceğini hatırlatıyor. Köker’in resim ve enstalâsyonlarında hikâyelerini anlattığı kadınlar, politik melezliğin popülarize edilmiş absürtlüğünü yansıtıyor. Değişimin merkezindeki kent yaşamının sunduklarıyla beslenen, tüm sessizliğiyle varlığını örten kadınların gizli yaşamlarına bakmamız için bir perde aralıyor.
Kadınların sessizliği
Sergi katalogu yazısında Levent Çalıkoğlu, Köker’in evleri ve kadınları ile ilgili olarak şu açıklamayı yapıyor: “... Hal böyle olunca, evlerin gövdelerinde bir yara gibi biten rutubeti görmek, bir insan topluluğu gibi birbirlerine yaslanarak oluşturdukları dayanışmayı hissetmek ve içlerinde renkli hayaletler gibi dolanan kadınların sessizliğini duymak için duyargalarımızı biraz daha açmalı ve mekân fikrinin hayatın merkezini oluşturduğunu düşünen bu yaklaşımın peşinden gitmek için biraz daha zaman harcamalıyız.”
Azade Köker’in Almanya`da Braunschweig Teknik Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Mimarlık Fakültesi’nde verdiği bir konferansta, farklılık, öznellik ve melezlik kavramlarına dair söylediği “Her kişinin, her evin, her toplumun geçmişi derinlerde gizlidir ve geçmiş bugündür.” cümlesi serginin temasını da özetliyor.
Hybrid Spaces - Corridors’ adlı sergi 3 Aralık tarihine kadar İstiklal Caddesi Mısır Apartmanı’nda yer alan Casa Dell’Arte Galeri’de görülebilir.