2006 yılında Viyana Karlplatz’da açıkhavadaki yerini aldığında tartaklanarak saldırıya uğrayan bronz ‘Türk Lokumu’ heykelinin sanatçısı Olaf Metzel, Avrupa sanat çevrelerinde ‘entelektüel holigan’ olarak anılıyor.
2010 yılının Ocak ayında, her beş yılda bir, daha önce Joseph Beuys, Sigmar Polke gibi sanatçılara verilen Alfred Lichtwark ödülünün sahibi olacak. Berlin Kreuzberg’de doğup büyüyen Metzel’in, Türk kültürüyle ilgili asla oryantalist olmayan ilk ve tek işi ‘Türk Lokumu’ değil. 4. İstanbul Bienali’ne, Christoph Daum’la birlikte kurguladığı ‘Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ başlıklı, bugün Köln’deki Ludwig Müzesi tarafından satın alınan 1995 tarihli yerleştirmesiyle katılmıştı. 1982 tarihli ‘Türkler Yaşıyor’ başlıklı işinde ise bir odanın beton duvarına Nazi işareti kazıyarak çocukluğu ve ilk gençliği sırasında Türklere yapılan ırkçı ayrımcılığa dikkat çekmişti. Ayrıca Rudolp Belling’in Türkiye eğitim macerası ve şiş kebabın formundan esinlenerek ürettiği işleri bulunuyor. Münih akademisinde hocalık yapan Metzel, 35 öğrencisiyle İstanbul Bienali’ni gezmek üzere şehirdeydi. Metzel ve öğrencileri, ayrıca Daum’un özel misafirleri olarak Fenerbahçe’nin Bükreş’le oynadığı maçı izlemek üzere Rüştü Saraçoğlu’ndaydı.
Fenerbahçe-Steaua Bükreş maçına gittiğinizi biliyorum. Nasıl geçti?
İlk kez Fenerbahçe stadında maç izledim. Atmosfer tamamen farklıydı. İzleyici daha coşkulu Avrupa’dakinden... Burada izleyici sahaya yakın, oyunculara, kaleye... Bu çok şeyi değiştiriyor. Atmosfer sağlıyor bir bakıma... Çok sevdim doğrusu.
Christoph Daum, iyi arkadaşınız, nasıl bir teknik adamıdır?
Tekniği en büyük özelliği... Fikri var ne yapacağına, oyuna, oyunun kurgusuna dair... Bir fizikçi gibi oyun üzerine düşünür ve oyunu çözer. Tabii bence bir de, Almanya ve Türkiye’yi hiçbir sanat projesinin ya da siyasetçinin yapamayacağı kadar bir araya getiriyor, yakınlaştırıyor.
Futbolla ilgili işleriniz var. Mesela George Best’le ilgili... Douglas Gordon ve Philippe Perrone’nin ‘Zidane’ını gördünüz mü?
Douglas Gordon iyi arkadaşımdır. Epey bir zaman önce Berlin’de karşılaşmıştık. Ve futbol konuşmuştuk. Ona George Best’ten... Best, İrlandalıdır ve Douglas da İskoç... Ona Best’le ilgili Alman deneysel bir filmcinin, Costart’ın, 1970’lerde, altı kamerayı kullanarak Best’i maç boyunca çektiği filmden bahsetmiştim. Bu filmin varisinden haklarını satın almıştım. Best’le ilgili bir yerleştirmemde kullandım. Best, büyük bir oyuncu ve büyük bir hayat yaşama delisi... Ona soruyorlar futboldan kazandığınız onca parayı ne yaptınız diye... “Şampanyaya ve kadınlara harcadım, geri kalanını da dağıttım” diyor... Mükemmel cevap. Yataktan maça gelmesi için yalvarırlarmış. Öldüğünde cenazesi, Lady Diana’nınkini aratmadı. Bugün Belfast havalimanı George Best havalimanı.
Sizin işlerinizi genel olarak çok atak işler olarak tanımlamak istiyorum. Tepkiyi seven, çoğu zaman tepki alan, Turbokapitalismus gibi... Nürnberg’deki stadyum oturaklarından oluşan ve yine tepki alan heykeliniz gibi...
O heykele önce çok tepki geldi sonra ama sevildi. Hatta belediye daha uzununu Dünya Şampiyonası için yapmamı istedi. Yapmadım. Yapmam. Sanat ikna etmez. Ben hele hiç etmem. Kamusal alanda heykel yaptığınız zaman o bir fikirdir, birçok insana ulaşan... Gazeteye yazı yazmaya benzer. Yazı yazar fikrinizi tartışmaya açarsınız ve biter.
Kamusal alan gerçekten kimi temsil eder?
Sanatçı için kamusal alanda proje demek daha çok ve daha farklı insana ulaşmak demektir. Kamusal alanda projelerimi ben kamuya açılan işler olarak tanımlamayı doğru buluyorum. Kamu nerede başlar nerede biter? Facebook, twitter kamu mudur yoksa özel mi? Sanatçı estetikle birlikte kamuyu tanımlamalı. Müzedeki insanla sokaktaki insan asla birbirine benzemez ve birbirini tanımaz. Çoğu zaman tanımaz. ‘Türk Lokumu’ tartışma yarattı. Kimileri evet dedi, kimileri hayır. Sanat eğer bir tahrik yaratmıyorsa o zaman sanat olmaz.
Özel ve kamusal alan arasındaki sınır öte yandan her kente, her ülkeye göre değişiyor. Lizbon’dan Rio’ya farklı şehirlerde iş yapan biri olarak ikisinin arasındaki sınırları nasıl çiziyor ya da yok etmeyi deniyorsunuz?
Coplarla kamuflaj bezi kullanarak Sao Paolo Bienali için yaptığım ‘Noch Fragen’, Almanya’da da, Brezilya’da da hemen algılandı. Benim yapmak istediğim sonuçta bir resim yapmaya benziyor ama üç boyutlu, önden ve arkadan farklı algılanan... İçinde yaşadığımız toplumun imgelerini yapmaya inanıyorum ben. Resim oradadır, insanlar ona bakar ve onu tartışır. Çağdaş sanat, müzik ya da edebiyat gibi değil, herkese ulaşma imkanı taşıyor. Görselliğinin avantajını kullanarak... Bir klasik müzik konseri çıkışında kolay kolay müzik bilmiyorsanız yorum yapamazsınız ama bir çağdaş sanat işini gören herkesin bir fikri olabiliyor. Kulaklarıyla görmüyorlarsa tabii.
Kulaklarla görmek?
Çoğu zaman sanat dünyasında insanlar gözleriyle bakmayabiliyorlar. En büyük sorun da buradan kaynaklanıyor. Eğer biri bu bienal güzel diyorsa güzel oluyor. Kimse bakarak karar vermiyor, herkes duyarak karar veriyor.
Günümüzde sanat giderek politik olmuyor, politik olarak doğrucu oluyor. Çağdaş sanat değil, muhafazakâr sanat... Sanatın en son olması gereken şey politik olarak doğrucu olmak değil mi?
Ben işin sadece politik iş olmasını istemiyorum, sanatın estetik boyutunun da en hünerli örneği olmasını istiyorum. Benim için günümüzde bu bir sorun teşkil ediyor. Bu İstanbul Bienali’yle ilgili sorunum bu oldu. Sanat ideoloji olarak kullanılıyor. Kendini kendini keşfetmiyor, imkanlarını izleyiciyle birlikte çoğaltmayı denemiyor. Bu bir problem. Bu İstanbul Bienali geleceğe değil, geçmişe bakıyor. Bu bir yanlış anlama. Siyaseten doğru olanı söylemek sanat açısından her zaman işi yaramaz. Sıkıcı olur her şeyden önce. Bienalde video, video, video, video...
Bir anlamda belgeleme evet ilginç ama sanat bu değil. Buna sanat denmez.
Bu sözlerinizden 11. İstanbul Bienali’ni didaktik bulduğunuz mu çıkıyor?
Evet, kesinlikle ve şunu da eklemeliyim. Brecht, büyük bir yazar ama kavramı ondan seçmek ve işlerini ona göre yerleştirmek, ona göre açmak sonra da çok çok fazla sanatçı Batı dışından, çok çok az sanatçı Batı’dan demek... Doğumuz yok, Batımız da yok. Güneyimiz de kuzeyimiz de yok. İyi iyidir.
Akademide hocalık yapıyorsunuz. Sanat yapmak öğretilir mi?
Hayır, sanat yapmak öğretilebilen bir şey değil kesinlikle. Öğretemezsin ben her zaman şuna inanırım: sanatın ne olduğunu bilmediğin anda dünya önünde açılır. Öğrencilerime sordum, Venedik mi İstanbul bienaline mi gitmek istersiniz. Herkes İstanbul diye yanıtladı. Koleksiyonları gezdik, bienale baktık ama en çok galiba şehirle ilgilendik. Berlin ve İstanbul, bence şu anda bir sanatçının yaşaması gereken, en dinamik, yaşayan iki şehri dünyanın. İstanbul’da sanat yapmak için her şey var.
Sizin için gündelik hayat çok önemli hem büyük ilham kaynağı hem bir savaş alanı. Öğrencilerinize müzeden çok sokakta dolaşın mı diyorsunuz?
Benim sanat üretimim sabah gazeteyi açtığımda başlıyor. Bir sürü fikrin olur TV’ye bakarken... Elbette atölyesinde herkesten kopuk resim yapan sanatçılara da çok saygım var ama ben alışveriş isterim, kalabalık isterim, sokak isterim. Öğrencilerimin ödevi, İstanbul’da dolaşırken en çok neden etkilendiklerini iki sayfalık bir yazıyla anlatmaları...
‘Türk Lokumu’nun çıkış noktası politik değil’
‘Türk Lokumu’nu konuşmalıyız elbette. Saldırıya uğradığı sırada yine hararetle tartışıyorduk türbanı. Gerçi biz neredeyse bir yüzyıldır tartışıyoruz türbanı... Bu tartışmalar dışarıdan size nasıl görünüyor, bir Avrupalı olarak?
Ben kendimi Avrupalı ve dışarıdan buraya bakan biri olarak görmüyorum. Türkiye’yi de dışarıda görmüyorum. Türkiye kesinlikle Avrupa’da. Kültürü, geçmişi, tarihiyle Avrupalı, coğrafi olarak büyük bir kısmı Asya’lı olabilir. O yüzden türbana ya da diğer politik krizlere dışarıdan içerinden fark etmez, bakmıyorum. Benim için ‘Türk Lokumu’ tarihsel bir çıkış noktasına sahiptir. Politik bir krizin üstüne gitmeyi düşünmez. Ya da ondan hareket etmez. ‘Türk Lokumu’, tamamen 19. yüzyıl oryantalist resim geleneği üzerinden bugün bir söz, bir imge üretme çabasını içerir. Eski bir hikayeyi güncelleştirme derdi vardır. Eski bir hikayeyi yine eski bir araçla bronz bir heykelle gündeme getirmek istedim. Aslında çocukluğumda Kreuzberg’de gördüğüm başı kapalı Türk kadınları, erkeklerin bir adım gerisinde yürüyen, ‘Türk Lokumu’nun arkasında onlar vardır. Kadına büyük bir saygı var dolayısıyla... Bir yılda modelledim. Heykelin o yüzyıllardır sahip olduğu tüm imkanları taşıyor içinde. Kamusal alanda bir heykel yaptığınız zaman mutlaka tepki alacaktır. Nitekim ‘Türk Lokumu’ da aldı. Türklerden çok ilginç tepkiler aldı. Bu çok normal tepki almazsa olmaz zaten.