1
Mayıs
2025
Perşembe
KÜLTÜR/SANAT

Türkiye'de asalet yok!

Bizde asalet geleneği yok. Satın alınması da mümkün değil. Sadece sınıf atlamaya çalışılıyor. Artık sınıflar da karmakarışık oldu zaten. Kim hangi sınıfta belli değil.

Haldun Dormen 80 yıllık ömrüne oyunculuk, oyun yazarlığı, yönetmenlik sığdırmış bir isim. 'Kibarlık Budalası'ında oynadığı karakterin aksine ne Kont olmak istiyor ne de Marki. Amacı sadece onurlu ve saygı duyulan bir isim olmak. Sanki bir yere yetişecek gibi hızlı konuşuyor. Ağızdan çıkan en ilginç cümle hiç ağlamadığını söylemesiydi. Çok sevdiği babasının ölümünde bile ağlayamamış. Gözyaşı akıtamayan o gözler kimseyi rahatsız etmeden kapanmak istiyor hayata..

Anneniz paşa kızı. Nasıl bir evde büyüdünüz?

Çok mutlu bir çocukluk geçirdim. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Amerika'ya gidip tiyatro eğitimine karar verdiğimde, babam pek itiraz etmedi, kabul etti. Ama bir şart koştu.

Neydi o şart?

Eğitimimi çok iyi dereceyle tamamlayabildiğimde ancak tiyatro yapabilirdim. Ben de bunu en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Ortaokulu Galatasaray Lisesi'nde okudum. Babam, işlerini yürütebilmem için İngilizce öğrenmemi istiyordu. Çünkü Amerika ve İngiltere ile iş yapıyordu. Ben de tiyatrocu olabilmek için bu durumu gizli emellerime alet ettim. Amerika'da eğitim görebilmek ümidi ile çalıştım. Ama babamın bundan haberi yoktu.

Ama ailede henüz tiyatrocu yoktu...

Evet. Ailede hiçbir sanatçı yoktu. Sadece annem piyano çalardı. O da profesyonel değil.

Babanız oğlunu kendi işini yürütmesi konusunda ısrarcı oldu mu?

Evet. İş adamıydı çünkü. İşlerini yürütmemi isterdi. Nitekim beni Robert Koleji'ne gönderdi ki Fransızca, İngilizce öğreneyim.

Çocukluk yıllarınızdan hafızanıza ne kazındı?

İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı. Küçük olduğum için o sıkıntıyı pek fark etmedim. Radyolardan savaşla ilgili haberler dinlerdik. Tabi çocuk kafasıyla onu idrak edemiyor insan. O zaman savaşlar daha romantik geliyordu. Ama şimdi anlıyorum insanların birbirini nasıl yok ettiğini. Yahudilere nasıl soykırım yapıldığını… Şimdi netleşiyor.

Varlıklı bir ailede büyüyüp tiyatroyu tercih ettiniz. Bu geçişte bir şok yaşamadınız mı?

Bir şok yaşamak değildi ama çok sıkıntı çektim bu doğru. Tiyatrom iki defa iflas etti. Maddi sıkıntılara girdim. Garip bir şekilde, pratik bir insan olduğum için bunu hayatın gerçeği diye algıladım.

Tiyatro sevginiz karşılıksız bir sevgi mi?

Yok karşılıksız sevgi değil. Her şey para değil zaten. Manevi olarak çok tatmin oldum. Bugün her yerde saygı gören biriyim. Herkesten saygı görüyorum. Ayakkabı boyacısından, çiçek satan çingeneye kadar. Bunların hiçbirini para ile satın alamazdım.


Bunda karakterinizin de etkisi olmalı...


Aslında evet. Ama işime çok saygı duyuyorum ve en iyisini yapmaya çalışıyorum. O yüzden ben "keşke daha çok param olsaydı" demiyorum. İyi ki bunu yapmışım diyorum.

1928 doğumlusunuz ama bugünkü kuşaklardan hiç de uzak değilsiniz. Normalde sizde bir kuşak çatışması olması gerekmez miydi?

Avrupai yetiştirildim. Bir Alman dadım vardı. Babam Kıbrıslı, İngiltere'de eğitim görmüş. Üzerimde babamın etkisi çok oldu. Eskiden daha mesafeli ilişkiler vardı, şimdi daha farklı her şey. Globalleşmeyle birlikte herkes birbirine daha çok yakınlaştı.

Siz hangisini benimsiyorsunuz? Yakınlık mı, mesafe mi?

Bilmiyorum... Sanırım ben yakınlığı daha çok seviyorum. Talebelerimle haşır neşirim. Geçmişten çok şimdiki hayatı daha çok tercih ediyorum. Bugünkü hayat geçmişe göre çok daha dinamik...

Aslında tam tersi, mesafeli bir duruşunuz var...

Uzaktan öyle görünüyorum evet. Ukala gibi görünüyorum. Ama yakından tanıdıkları zaman anlıyorlar. 'Kibarlık Budalası'nda genç bir kadro ile oynuyorum. Birebir çalıştığımız insanlar bana "çok mütevazısınız" diyorlar.

Kibarlık Budalası'na gelmişken, bu oyun sizi tekrar sahneyle karşılaştırdı...

Aslında bir karşılaşma gibi değil. Ben bu yedi yıl içerisinde 30 oyun sahneye koydum. Hep içindeydim ama sahneye çıkmamıştım. Vaktim olmamıştı, cazip bir teklif yoktu. Ama şimdi 'Kibarlık Budalası' teklifi yapılınca kabul ettim. Bana çok uygun bir rol olduğu için tercih ettim. Moliere'i çok severim.


HİÇ AĞLAMADIM

Oynadığınız karakterde zaaflar var. Asilzade olmak istiyor ve bunun için her şeyi göze alıyor. Takdir ettiğiniz hiçbir yönü yok mu bu karakterin?

Takdir ettiğim birçok yanı var. Bir defa adam bana çok iyi niyetli geliyor. Bu yönünü çok sempatik buluyorum. Parası var, pulu var ama bir şey bilmiyor. Bilmek için çabalıyor.

Siz bu karaktere ne kattınız?

Karakteri zeki oynamaya çalışıyorum. İnsanlardan bir şeyler öğreniyor ama öğrendiği şeyleri de kurnazca tatbik ediyor. Mesela; Kont ona bir şeyler öğretiyor ama sonra o konta söylediği şeyleri yaptırtıyor. Dediğim gibi adamın sevdiğim tarafları var. Sadece para, kibarlık düşünen biri olursa sempatik olmayacak. Bu da bir komedi olduğu için her şeye rağmen sempatik oynamaya çalışıyorum.

Oyun 17. yüzyılda geçiyor. Asalet merakı şimdi de var. Aslında değişen pek bir şey yok…

Evet yok. Hatta Türkiye'de ve dünyada çok var. En güzel örnek Prenses Diana'nın müstakbel kayınpederi. Zengin bir Arap. Şatolar satın aldı İngiltere'de. Hatta asalet alacak söylentileri vardı. Ama alamadı.

Peki Türkiye'de asalet düşkünü kimler var?

Bizde asalet yok. Asalet satın alınamaz o yüzden.

Neden ?

Çünkü bizde asalet ünvanı diye bir ünvan yok. Sadece sınıf atlamaya çalışılıyor. Artık sınıflar da karma karışık oldu zaten. Kim hangi sınıfta belli değil.

Siz neye sahip olmak istediniz hayatta? Mevki, para, haysiyet… neydi öncelikleriniz?

Ben iyi bir tiyatrocu olmak istedim. Onurlu bir sanatçı olmak istedim. Kimse haysiyetsiz bir sanatçı diyemez bana. Haysiyetli bir iş yaptığımı düşünüyorum en başta. İstediğim şeyleri elde ettim. Parada, pulda gözüm yok. Kontluk ve markilik de satın almak istemiyorum. Keşke öyle sıkıntılar çekmeseydim diyorum tabi. Ama ne yapayım bu da yaptığım işin bir bedeli diyorum.

Bizde neden dünya çapında bir tiyatro eseri üretilemedi?

Aslında üretiliyor ve yurt dışında oynanıyor ama dezavantajı, dilinin Türkçe olması.

Sadece dil problemi mi bu?

Dil problemi biraz var. Ama Türk tiyatrosunun en büyük problemlerinden biri yazar çıkmaması. 60'lı yıllarda birçok yazar çıktı ve biz hala onlarla yetiniyoruz. Aslında yirmi, yirmi beş tiyatro yazarı gerekiyor. Çünkü Türk tiyatrosu bugün çok parlak bir dönemde. Uluslararası performanslar sergileniyor. Kostümler, dekorlar yapılıyor.

"Kolay ağlayamam" demişsiniz. Haldun Dormen neye ağlar?

Hatta hiç ağlamadım gibi bir şey.

Hiç göz yaşı dökmediniz mi?

Tabi gözümün dolduğu zamanlar oldu. Ama kolay kolay ağlayamam. Herkes filmlerde ağlar ama ben ağlayamam. 'Schindlerin Listesi' filminden çok etkilendim saatlerce kimseyle konuşmak istemedim ama ağlamadım. Birçok insan ağlıyor. Mesela; Mustafa Alabora çok yakın arkadaşım, onun kadar kolay ağlayan adam görmedim. Çocukken de ağlamazdım. Hatta bana "domuz inadın mı var? Niye ağlamıyorsun?" derlerdi.

Annenizin babanızın vefatında da mı ağlamadınız?

Babam öldüğünde kırk yaşındaydım. Babama çok güvenirdim onu çok severdim. Çok kahroldum tabi ama ağlamadım. İki ay boyunca her gece rüyamda gördüm. Ağlayamıyorum belki ama çok yıkılıyorum.


TÜRK OLMAK YURTDIŞINDA AVANTAJ

Peki kolay güler misiniz?

Çok gülemem ama eğlenirim. Espri yapmayı severim yapılmasından da hoşlanırım. Hayata biraz gülümseyerek bakıyorum. Bu hayatı çok daha kolaylaştırıyor. Bence hayata gülerek bakmayanlar, kendileriyle alay etmeyen insanlar zorluk çeken insanlar. Kendimle çok alay ederim ben.

Seksen yıllık ömre oyunculuk, oyun yazarlığı ve yönetmenlik sığdırdınız. Atladığınız, fark etmeden yanından geçtiğiniz ne var?

Sinema yaptığım dönemlerde prodüksiyon şirketim vardı. İki film çektim ikisi de ödül kazandı. Ama para kazanmadım. O yüzden sinema yönetmenliğini bıraktım. Keşke sinema yönetmeliğine devam etseydim diyorum. Bir tek boşluk bu konuda hissedebiliyorum. Yine de o kadar eksikliğini duyduğum bir şey de değil…

Robert Koleji ve Yale Üniversitesi'nde okudunuz. Bu okullar kişiliğinize ne kattı?

Alman ve Türk kültürüyle büyüdüğüm için yabancılık hissetmedim Amerika'da. Ama ben hep Türk olduğumu söyledim, Türklüğümle hep gurur duydum. Amerika'da kalmayı hiç düşünmedim. Amerika'nın bana verdiği şey daha fazla uluslararası düşünmem olmuştur.

Orada avantajlı bir şey mi Türk olmak?

Bu durum herkesle dost olabileceğimi gösterdi. Amerika'da çok yakın dostlarım var. Bu Türklükten gelen bir insani yakınlık. Sizdeki sıcaklığı gördüklerinde onlar da ısınıyorlar. Mesela İngilizler için "çok soğuk" derler. Ama çok sevdiğim, çok yakınlık hissettiğim İngiliz dostlarım var. Onlar benden dolayı açıldılar.

Yani ilişkilerde uluslararası olmanızı sağladı...

Evet. Türklüğümüzden gelen bir sıcaklık var. Bunu düzgün kullandığınızda çok işe yarayan bir şey.

Ne kadar özgürsünüz?

Kendimi özgür hissediyorum ama şu şekilde; tanınmış bir insan olduğum için hareketlerime dikkat etmem gerektiğini düşünüyorum. Ben içki içen bir insanım ama hiçbir zaman sarhoş görünmek istemem. Ağız dalaşı yapmamaya çalışırım. Orada kendimi kısıtlıyorum.

Kısıtlamak zorlamıyor mu sizi?

Hayır. Bunun yararı olduğunu düşünüyorum. Kendimi rahat hissettirdiği için böyle yapıyorum.

Haldun Dormen karakterini kimle özdeşleştirirsiniz. Robin Hood gibi zenginden alıp fakire veren mi yoksa Donkişot gibi kahraman mı?

Bunu hiç düşünmedim. Hepsinden azar azar vardır. Ama benim gibi bir insan olmak zor.

Neden?

Çünkü ben çok enerjik bir insanım. Süper bir enerjim var. Allah'a şükrediyorum bunun için. Bu yaştayım ama gençler bana yetişemiyor. Az uyuyorum çok iş yapıyorum, hiç boş vaktim yok. Ama sanıyorum Robin Hood'un özelliğini aldım. Belki zenginden alıp fakire vermiyorum ama her şeyimi paylaşıyorum insanlarla. Bu benim hayatta en çok sevdiğim şey. Bir mum yakmak dünyayı aydınlatmaktır. Ben mum yakıyorum.

Çok hızlı ve akıcı konuşuyorsunuz. Bunun altında da acelecilik yatıyor herhalde...

Evet. Vakit kazanmak için hızlı konuşuyorum.

Hiç emekli olmayı düşünmediniz mi?

Hayır. Sahneden gitmek niyetinde de değilim. Başkaları tiyatro yaparken ben oturursam kıskanırım. Allah bana sağlık verdiği sürece çalışacağım ve insanlara yararlı olmaya uğraşacağım. İki önemli özelliğim var. Biri çok aceleci olmam, ikincisi ise paylaşımcı olmam.



Evde sessizce ölmek isterim


Shakespeare "vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni" der...

Ben vazgeçemedim dünyadan. Vazgeçmeyecek gibi çalışıyorum ve öyle yaşıyorum. İleriye dönük planlar yapıyorum. Bir gün ölecek miyim, ölmeyecek miyim diye düşünmüyorum. Ama tabi zaman zaman insanın aklına geliyor. Hele bir yaşa geldiğinizde daha çok geliyor. "İnşallah bir gün beraber çalışırız" dedikleri zaman "o kadar vaktim olacak mı" diyorum ama bütün planlarımı da sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yapıyorum.

Bu beden hiç mi yorulmuyor?

Ben seyahat ederek dinleniyorum. Çok seyahat ediyorum.

En çok nereye gittiniz?

New York'a ve Londra'ya gittim. New York'a 50 defa Londra'ya da 45 defa gittim. Şimdi de değişik yerlere gitmeyi seviyorum. Varşova, Amsterdam, Dubai… Böyle seyahat etmeyi seviyorum ben.

Hayatta vazgeçemeyeceğiniz bir şey var mı?

Müzik çalan hiçbir şeyden vazgeçemem. O ne olursa olsun.

Ne tür müzik seversiniz?

Klasik müziği çok seviyorum. Pop, Türk Sanat müziğini çok seviyorum. Arabeskten hiç hoşlanmıyorum. Marşlardan hiç haz almıyorum. Sabahtan akşama kadar klasik müzik dinlerim.

Nasıl ölmek isterdiniz? Evde, sahnede, uyurken...

Romantik geliyor bu. Herkes çok telaşlanırdı herhalde. Sahnede ölmek istemem. Sakin ölmek isterim. Bir sabah uyanmamış olarak. Kimseyi ve kendimi de rahatsız etmeden.

Yeni Şafak
Yayın Tarihi : 9 Mart 2008 Pazar 04:45:15


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?