20
Mayıs
2025
Salı
KÜLTÜR/SANAT

Yağlıboyayla dövüşen usta!

'Yağlıboyayı bilmeyen gençler var'

Yavuz Tanyeli, hayatı boyunca akademik bağımlılıklardan ve aynı zamanda kentten uzak, 25 yıldır yağlıboya yapıyor. 25 yılın sonunda artık yağlıboyayla kavgasında usta bir dövüşçü olduğu kesin. Yavuz Tanyeli, Galeri a44’te son sergisini gezen bir izleyiciye şöyle diyordu: “Bu resimlerin sesi olsa, bütün Nişantaşı dans ederdi.” Aslında bu resimlerin sesi var. Bu sese kulak verirsek arabeskten caza, rock’n roll’dan nihavent makamına geçtiğini duymak mümkün. Verdikleri enerjiyle sabaha kadar Doğu’yla Batı arasında sallanmak da.

‘Anlata anlata bazı kavramları, sıkıldım’ diyorsun sergi yazında. Bir sanatçı olarak bu kadar mı anlaşılmadığını düşünüyorsun?
Aslında yine şanslıyım, kısmen anlaşıldım, diyebilirim. Benim farklı bir durumum var aslında. Ben bir çeşit belgeselciyim. Hem estetik hem sosyal ve politik açıdan. Benim belgeselciliğim, 12 Eylül’le başlamıştır.

12 Eylül gibi bir darbe yaşanmasaydı, daha farklı belki daha bireysel bir adam olurdum, diyebilir misin? 12 Eylül’le sen ve senin kuşağın yeterince hesaplaştı mı?
Az sayıda sanatçının yaptığını düşünüyorum. Bir kısmı yapmaya çalıştı sonra erken bıraktı. Daha çok Şenol Yorozlu ve benim özellikle bununla hesaplaştığımızı düşünüyorum. Hatta bizim için, ikili olarak sergi yaptığımızda, iki direnişçi demişlerdi. 12 Eylül sırasında ben tam 30 yaşındaydım. 1968 yılında ise ben 18 yaşındaydım. Beatles’ın ilk plağı çıktığı zaman elimdeki Tom Jones plaklarını satıp Beatles’ın plağını aldım ve derhal 1968’e kitlendim; ya devrimci olacaktım ya da hipi. Henüz lisede olduğum için hemen hipi oldum. Bir inanç ve umut meselesi vardı o işin içinde. Ve de hakikaten öyle takıldım. Komünlerde yaşadım.
Benim şansım Ankara’da olmamdı. Deniz Gezmiş, ODTÜ’de Komer’in arabasını yaktığı zaman ben orada kalıyordum. Hem spor hem hipilik hem devrimcilik, bir şekilde harmanlandı bunlar. Üniversiteye İstanbul’a gelince sol gruplara dahil olacaktım. 1970’ler boyunca dünya kadar arkadaşım öldü, kaç tane cenazeye gittik. Bireysellik meselesi Orhan Peker’in öğrencisi olduğum için kökten oldu benim için. 12 Eylül’ün bir iyi tarafı herkesin birbirini sorguladığı bir dönemdir. Ama duman etti ortalığı tabii, parçaladı hepimizi, ruhlarımızı, bedenlerimizi...

Hâlâ direniyorum diyorsan, en çok neye direniyorsun?
Mesela bu serginin adı ‘Katran ve Tüy’. Red Kit’de çizmişlerdir; kumarda hile yapanlara ceza olarak katrana buluyorlar sonra da tüye. En büyük hakaret... Ben de bu sergimde silindir bir şapkayı katran ve tüye buladım. Silindir şapkanın ne anlam taşıdığı bellidir. Eskiden karşılıklı politik atışlar olurdu. Onlar bir atış yaparlardı, sen bir atış. Şimdi böyle bir politik atış gelmiyor karşıdan, ekonomik atış geliyor. Seni sıkıştıran düşmanın kim tam bilemiyorsun. Bu ülke hep ikiye bölünüyor. Son olarak laikler ve İslamcılar diye bölündü. Sanatçıyız evet politik fikirlerimiz var ama esasında resmin içinden geçirerek verebilirim ben bunları.
Birçok arkadaş ne yapacağını şaşırmış durumda.

Genç arkadaşları mı kastediyorsun?
Genç arkadaşlar tamamen şaşırdılar. Bir müzisyen, Can’ın arkadaşı, dedim ki, ‘Herkes anında yapmak istiyor, öyle sabırsız’. ‘Abi’ dedi, ‘Bu erken boşalma gibi bir şey.’ Genç, evet seri ve hızlı olmak ister ama erken boşaldığın zaman da karşı tarafı yeterince tatmin etmemiş oluyorsun. İstanbul’a geldiğimde sergilere gidiyorum, bakıyorum sanatçılar yağlıboya yapmayı bilmiyor, teknik bilmiyor.

Şart mıdır?
Şart değildir ama bilse çok iyi olur. Resimden konuşuyorsak. Simyası, kimyası vardır yağlıboyanın, akrilik sürdüğün gibi kalır, ölüdür. Yağlıboya bambaşka bir maceradır.

90’ların başındaki ‘değmesin yağlıboya’ sergilerini anımsıyorum. Nedir seni bu kadar yağlıboya bağımlısı kılan?
Yağlıboya bana göre canlı bir malzeme. İnsanın yaptığı etkiye, tepki verir, karşılık verir, sanatçı kendini yalnız hissetmez. İkiniz karşılıklı atışır durursunuz. Sana kolay kolay izin vermez. Onunla uğraşman lazım. Sana bu uğraş, bu mücadele bir sürü şey öğretir. İtişirsin, dövüşürsün. Ne zaman iki taraf yorulur, resim bitti denir ama aslında bitmemiştir. İkiniz de yorulmuşsunuzdur.

Boyanın hafızası var, yağlıboyanın büyük bir hafızası, tarihi var... Bizim modern resmimizde bunun altında epey ezilmişlik vardır. Ama bununla baş edenler de var. Senin de kendini yakın hissettiğin kimler var bunlar arasında?
Cihat Burak deriz, Orhan Peker deriz. Yağlıboyanın özel konumu nedeniyle yaptıkları işler, farklıdır, kendilerine aittir. Bizim ülkenin modern resim tarihi 100 senedir. O yüzden yağlıboyanın itiş kakış meselesine girmek o kadar da kolay olmamıştır sanatçı için. Cihat Burak akademik değildir. Ben de hiç akademik değilim çünkü akademi hocası olmayan bir ustam vardı, Orhan Peker. Resimde fikir önemli şeydir ama sadece fikirle yapılmaz. İstanbul’da on tane genç sanatçı tarafından sergi açılıyorsa, konuları hep kentle ilgili. Kentle alakalı kavramlar üzerine... Kentsel dönüşüm, Sulukule meselesi gibi. Kent sanatçıları biçimlendiriyor bu doğru. Ben o yüzden burada, Bodrum’da çalışmak istemedim çünkü kentin içinde, kentin biçimlendirdiği bir kent sanatçısı olmak istemedim.

Kent üzerine çalışan bir ressamın aslında ithal bir tavırla bunu yapıyor olduğunu mu iddia ediyorsun?
Evet, bu ithal bir tavır. Diğer bir sürü ithal tavırlar gibi. Kent üzerine çalışmak bu ithal edilen tavırlardan sadece bir tanesi. Bizim kendimize özgü bir tercihimiz olamaz mı? Kent üzerine çalış tamam ama kendine özgü çalışabilir misin bu önemli. Cihat Burak da kent üzerine çalışmış...

Peki senin hâlâ ‘ekspresyonist’ olmanı, Batı’ya ait bir tavrı benimsemeni konuşursak... Mesela Alman ekspresyonist Emil Nolde’nin bir resmiyle senin bir resmini yan yana koyduğumuzda seni ayırt etmek gerçekten güç.
Benim eğitimim yağlıboya nedeniyle böyle. Teknik olarak ekspresyonist olabilirim ama içerik olarak Alman ekspresyonizmine benzemiyor resmim. Bir sürü yollardan geçtim, göçe göçe geliyorum. Bir süre Siyahkalem mesela. Mezopotamya’dan geçtim. Resmimde kültürel göç söz konusudur. Aklımın estiği yerlerde dolaşıyorum aslında.

Şu anda realizmin yükselişine tanık oluyoruz değil mi? Figür resim mi, soyut resim mi kavgalarından sonra. Taner Ceylan’ın başarısının etkisi olduğunu düşünüyorum bu yükselişte.
Ama bu güzel bir şey aslında. Yeter ki şematik olmasın. Yeter ki sanatçılar tarafından yaşanarak yapılmış olsun. Taner Ceylan’ı çok başarılı buluyorum ve seviyorum da... O sanatçı olmanın sabrını ve sanata nasıl vakit harcanması gerektiğini bilen bir sanatçı. Biraz aceleci olsaydı yaptığı işler böyle olmazdı. Erken boşalmıyor mesela o...
Birkaç hata buluyorum. Son boksör portresinde mesela. Öte taraftaki gözde, fotografik dolayısıyla mekanik perspektif var. O resmi gerçekten bakarak yapsaydı o hata olmazdı. Ama mesela şunu kesinlikle söylüyorum, on sene sonra Taner’in resimleri muhteşem olacak.

Onunla son söyleşimizde çok ilginç bir şey söyledi: ‘O kadar büyütüyorum ki fotografik imgeyi sonuçta ben figür resmi yapmıyorum aslında yüzey resmi yapıyor oluyorum...’ Yanılsama resmi yapmıyor aslında Taner Ceylan, gerçeklikten alıp o an’ı gerçekliğe teslim etmiyor aslında resmin gerçekliğine teslim ediyor.
Doğru söylüyor. Yüzey resmi yapıyor. Ben de yüzey resmi yapıyorum. Ama davranışımız farklı. Ben kıpırtıyı, swing’i seviyorum. Onsuz olmaz. Cazdaki o ritim duygusunun en tatlı, güzel, oturmuş halidir swing... Swingi olmayan müzik sıkıverir insanı. Bir çalkalanma derdim var benim, koyular açıklar arasında... Büyük lekelerle küçük lekeler arasında... Deseni kağıdın üzerine çizerken bile swing yapıyorum, sonuçta doğuyla batı arasında bir swing oluyor bu.

Figüre yüklediğin anlamı da konuşalım. Chuck Close’un bir sözü var, ‘Hümanizma öldü, dolayısıyla figür resminden söz edemeyiz’ diyor. Ne diyorsun?
Kuramsal olarak doğru. Ama sadece söz. Sanat tarihi bir ana arterdir; Mısır’dan, Yunanistan’dan günümüze postmoderne gelmiştir. Ama ben bu arterden gitmiyorum, yan yollara sapıyorum. Ömer Uluç’un viraj alma lafı budur. Ömer’i gördüğünde ‘Yavuz viraj alıyormuş’ de, çok sevinir. Viraj çok önemlidir. Ömer Uluç, viraj aldığı için o güzel şeyi yapabildi.

Aldığın son viraja gelelim... Fark eden oldu mu?
Biraz daha sükunet, belki de yaşla ilgili bir şey olabilir. Şunu biliyorum ki artık eskiz yapmıyorum, kafadan dalıyorum... Binbir çağrışımla... Yerde çalışıyorum. Resmin etrafında dönerek boyuyorum
 

Ayşegül Sönmez-Radikal
Yayın Tarihi : 8 Haziran 2009 Pazartesi 18:00:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?