Türk pop müziğinin en önemli isimlerinden Nilüfer'in hayatı, sanatçının basın danışmanlığını ve menajerliğini yapan Bircan Usallı Silan tarafından kitap haline getirildi.
Herkesin bildiği sanatçı kimliği yanında pek çoğumuzun haberdar olmadığı çocuk, kadın, eş ve anneliğine dair ilginç detayların anlatıldığı kitapta Nilüfer'in Alzheimer hastalığına yakalanan annesi Lütfiye Hanım'la olan ilişkisi ayrı bir önem taşıyor.
Bugün Anneler Günü... Herkes için ayrı bir önemi, sevinci ya da burukluğu var bu günün. Ama hiç şüphesiz sanatçı Nilüfer için taşıdığı anlam daha bir başka. Çünkü Nilüfer'in hayatının konu edildiği dumanı tüten sıcacık bir kitap, onun annesiyle olan ilişkisine dair ilginç detaylar barındırıyor. 15 yıl onunla birlikte olan basın danışmanı ve menajeri Bircan Usallı Silan tarafından kaleme alınan 'Nilüfer-Hepsi Bu' isimli kitap, Doğan Kitap tarafından yayımlandı.
Sanatçının çocukluğu, şarkıcılığa adım atması, aşkları, evlilikleri, evlat edindiği kızı yanında babası ve annesiyle olan bağının samimi bir dille anlatıldığı bu sıcak eseri birçok bakımdan irdelemek mümkün. Ancak bugünün Anneler Günü olması nedeniyle Nilüfer'in yaşamını derinden etkileyen annesiyle olan ilişkisine bir göz atalım istedik.
Eşi Cemil Bey'i kaybettikten sonra hayattaki tek yakını olan kızıyla birlikte hayatını sürdüren anne Lütfiye Hanım, bir Alzheimer hastası. Dilimize dolanan şarkıların yorumcusu, hepimizin tanıdığı Nilüfer'i zaman zaman tanıyamıyor bile. Bir insanın herkes tarafından tanınıp da annesi tarafından tanınmaması, herhalde büyük bir acı verir insana. Nilüfer Yumlu'ya verdiği gibi...
Her çocuk gibi annesinin uyarılarıyla büyüyen bir kız Nilüfer de... Her ne kadar babasının elinden tutmanın verdiği güveni hiçbir şeyde bulamamış olsa da anılarını anlatırken annesinin de ne kadar büyük bir yer tuttuğunu hissediyorsunuz hayatında. Bundan 50 yıl öncesine dönüp küçük detaylardan söz ediyor sözgelimi, astım hastalığı nedeniyle annesinin eve arkadaşlarının gelmesini istememesini derin bir kızgınlıkla hatırlıyor. Babasının çaldığı piyanoda annesi ile birlikte günün moda şarkılarını söylemesini, Cemil Bey'in İtalya'dan getirdiği mikrofonu olan bir teybe rekabet içerisinde annesiyle birlikte şarkı kaydetmelerini... Evet bütün bunların hepsi bir anı şimdi; üstelik kötü olan tarafı Alzheimer hastalığına yakalanan annesinin bunların hiçbirini artık hatırlayamıyor olması... Kim bilir, belki de bütün bu anıları konuşup paylaşacağı annesinin artık bunlardan bihaber oluşu, onu hatıralarını anlatmaya iten.
Bir kız çocuğu ile anne arasında hemen hemen birçok ailede yaşanan çekişme ve uyuşmazlık Nilüfer ile annesi arasında da yaşanıyor elbet. Nilüfer'i asıl kızdıran ve annesini suçlamaya iten şey, çok sevdiği babası Cemil Bey'in ölümünü annesinin ondan saklaması oluyor. Hastanede bir kere ziyaret ettiği babasının öldüğünü ancak birkaç gün sonra söyleyen annesi, boğazına kocaman bir düğüm bırakıyor Nilüfer'in; annesiyle misafirliğe gittiğinde kımıldamadan oturduğu sandalyede oturur gibi kaskatı kesiliyor. Elleri kilitleniyor, dişleri kenetleniyor... Üstelik babasının vasiyeti okunurken önceki evliliklerinden olan iki abisi ve bir ablası olduğunu öğrenmesi de önemli bir travma yaşatıyor on bir yaşında. Ve o an birden büyümüşçesine 'Babamın öldüğünü bana niye söylemedin?' diye annesine hesap sorması... Kızını bu acıdan korumak adına babasının öldüğünü söyleyemeyen Lütfiye Hanım, yaptığı hatayı anlasa da iş işten geçmiş, Nilüfer annesine küsmüştür. Duvarlar örülmüştür bir kere. Aynı evde iki yabancı gibi yaşayacağı günler başlar... Yalnız çocukluğu daha da yalnızlaşacak, annesi ile hiçbir şeyini paylaşmayan, hasta olduğunu bile saklayan, hüzünlerini tek başına yenmeye çalışan bir kişi olacaktır Nilüfer...
Peki ama nereye kadar? 50'li yaşlarda bile kapanmayan bu yara, her anne-kız ilişkisinde yaşanan geçimsizlik ve öfke bir özlemi de beraberinde getirir Nilüfer'e, hep yanında olan annesinin sıcaklığını özler sürekli. Sonrasında 15 yaşında annesinin rızasıyla katıldığı şarkı yarışmasıyla gelen şöhret, evlenerek annesinden ayrılması, boşandıktan sonra da annesinin yanına dönmeyişi... Tâ ki yaşlılığına verdiği değişimlerin aslında Alzheimer'den kaynaklandığını öğrenene kadar...
O ana kadar annesini en az haftada bir kez ziyaret etmeyi, halini hatırını sormayı ihmal etmese de, hiçbir Anneler Günü'nü telefonla geçiştirmeyip çiçeklerle kapısına dayansa da, onun için hep özel hediyeler alsa da gerçek manada gönlünü almayı başaramadı. Her defasında buruk bir duyguyla annesinin yanından ayrılan Nilüfer için hastalık sonrasında hayat tam bir kâbusa dönecektir. Doktorlar, eve gönderilen ama dayanamayan yardımcılar, huzurevi derken en sonunda özlemine dayanamayıp hemşire tutarak yanına aldığı annesiyle birlikte yaşamaya karar veren bir Nilüfer... Bir yanda da Ayşe Nazlı'sı olan bir anne... Evet, hüzünlü bir anne-kız hikâyesi bu. Alınacak dersler de çok, bırakılacak gözyaşları da... Ama emin olun, kitabın çıktığı dönem 'Babalar Günü'ne denk gelseydi, Nilüfer'in babasıyla olan derin ilişkisini anlatmak da bu denli hüzünlü olurdu.
Anneme karşı görevlerimi hep yaptım
"Annemi hep sevdim. Bir evlat olarak ona karşı görevlerimi hep yerine getirdim. Ama içimdeki sevgiyi ona sarılarak ya da 'anneciğim' diye yanaklarından öperek göstermedim, gösteremedim. Sanki hep bir şeyler beni alıkoydu, engel oldu. Koca kadındım, kendi kendime 'Ben annemi sevmiyor muyum? Ölse üzülür müyüm?' diye sorardım. Şimdi şundan eminim. Annemi kaybettiğimde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Şu anda hayal bile edemeyeceğim bir boşluğa düşeceğimi biliyorum. Çünkü tamamen sahipsiz olacağım o gün. Ama vicdanım hep rahat olacak, bu eksik yaşanmış sevgilerin yanı sıra... Görevlerini gerçek anlamda yerine getirmiş bir evlat olmanın o huzurunu duyacağım daima."
***
Keşke annem, babamın öldüğünü söyleseydi!
"Annemin beni koruması, hele babamın ölümünü saklayarak beni koruduğunu düşünmesi çok sağlıksız bir durum. Özrü filan yok bu işin. Bunu öğrendiğimde yıkılacağımı düşünerek sakladığı doğru, temeli elbette iyi ve benim daha az üzülmemle ilgili. Ancak çok kocaman bir yanlış. Ben bunu elbette öğrenecektim. Bıraksaydı da o anı sıcağı sıcağına yaşasaydım. Canlandırmalar yapmasaydım, küçücük bir kız çocuğu olarak babamın nasıl öldüğünü, cenazesinin nasıl olduğunu hayal etmeye çalışmasaydım. Psikoloğa gittiğimde bunun bende çok derin bir iz bıraktığını hayretler içinde gördük. Tamamlanmamış bir olay olarak kaldı babam. Ona son bir kez sarılabilmeyi o kadar isterdim ki... Belki bana bir şeyler söyleyecekti. Belki yanağıma son kez dokunacaktı, öpüp koklayacaktı beni. Veda edemedim ona."