16
Haziran
2025
Pazertesi
SİYASET

DTP EMANETÇİ Mİ?

Bugün DTP, hem “Kürtlerin değil Türkiye'nin partisi” olma iddiasını bütünüyle bir kenara bırakmış durumda hem de kendisinin Kürt sorununu çözme konusunda Türkiyeli Kürt siyasal alanında en önemli aktör olduğu iddiasını sürdürebilecek bir soluğa sahip değil.

Birikim dergisinde Ömer Laçiner açılımın sonbaharına mı gelindiği sorusunu soruyor. Bu soruyu sorarken işaret ettiği bir konu son derece önemli: Türkiye’de Kürt sorunu konusunda hükümetin açılım adını koyduğu politika, özellikle Tayyip Erdoğan’ın bu konuda yaptığı son konuşma, Türk milliyetçiliğinin asabiyesini oluşturan üstünlük ve hakimiyet duygusunu incittiği ölçüde, daha tepkici bir milliyetçiliği de şahlandırma riski taşımıyor mu? Üstelik AKP’nin kadrosu ve yapısının bu Türk milliyetçisi algıya tam anlamıyla teslim olmasa da, buna cepheden karşı çıkmaya yetecek gücü ve donanımı yok. “İhanete uğruyoruz” türünden bir kampanya karşısında AKP’nin epey zorlanacağını tahmin etmek zor değil.

AKP yöneticileri de bunu biliyor. Hızla açılımın ismini değiştirip bunu “milli birlik açılımı” adıyla yeniden devreye sokmaya çalıştıkları, tam da bu nedenle din kardeşliği temelli beraberlik modelinin yükselen Türk reaksiyoner ırkçılığı karşısında güçlü bir set oluşturmayacağını kestirebiliyorlar. (Ekim, 2009)
Laçiner’in ısrarla altını çizdiği Türk milliyetçiliğinin hamurunda olan bu üstünlük ve hakimiyet hissinin, Türkler ve Kürtlerin sadece siyasal değil, kültürel ve tarihsel referansları itibarıyla da eşitler olarak sunulmasına çok büyük bir tepki verdiğini her gün yaşanan farklı bir olayda görebiliyoruz.

Kürt “işgali”
Irkçı niteliklerini artık saklamaya gerek görmeyen bir milliyetçiliğin değişik ifadeleri daha sık karşımıza çıkıyor. Ama bu kez, “ver kurtul” türünden Özal dönemi liberal milliyetçiliği biçiminde değil, Türklerle Kürtlerin bu ülkede sadece bir coğrafyayı değil, bir toplumsal-siyasal tarihi paylaştıklarını inkâr eden bir milliyetçiliğin ifadeleri giderek sık karşımıza çıkıyor. Bir emekli subay arkadaşım, geçtiğimiz günlerde Deniz Kuvvetleri’nden emeklilerin toplandığı bir sitede yer alan bir dokümanı gönderdi. Herhangi resmi niteliği olmayan, bir emekli subayın Türksolu dergisinin sitesinden taşıdığını tahmin ettiğim bu harita ve tablolarda şunlar yer alıyor: “Çanakkale Savaşı’nda şehit düşen askerlerimiz”in yüzde 4’ü Doğu ve Güneydoğu’dan “katılmış” (bu bölgesel katılım kıstasının doğum mu, ikamet mi veya başka bir şey mi olduğu belirtilmiyor). Kurtuluş Savaşı’nda bu oran yüzde 7 olmuş. Ardından üçüncü tablo geliyor:

“PKK ile mücadelede şehit düşen askerlerimizin yüzde 14’ü Doğu ve Güneydoğulu”. Böylece bugün Türkiye’de hâlâ ortak bir kanaat olan, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda Türkler ve Kürtler birlikte, omuz omuza savaştılar inancını kırmayı amaçlıyor bu kampanya. Ardından “Kurtuluş Savaşı’nda savaşmayan Kürtlerin, Cumhuriyet kurulunca Cumhuriyet’e karşı savaştıkları”, Kürt isyanları tablo ve grafikleriyle iddia ediliyor. Nihai darbe ise, Sevr haritasının ardından gelen ve bugün Kürtlerin “yeni istila haritası” adı altında, “Kürt nüfusunun işgal etmeye başladığı illerin” Sevr haritasına benzetildiği bir haritayla vuruluyor. Haritanın başlığı yeterli açıklıkta: “Emperyalistler Sevr’i Kürtlere uygulattırıyor”.

Şimdilik marjinal kalmaya devam eden ama dalga dalga yayılan bir reaksiyoner Türk milliyetçiliğinin bu ırkçı dozu yüksek sesini özellikle Türkiye’nin batısında, 20 yıl öncesine, hatta 10 yıl öncesine nazaran çok daha sık biçimde ve beklenmedik çevre ve kişilerin ağzında ve kaleminde buluyoruz. AKP’nin ideolojik donanımının ve dayandığı toplumsal katmanların sosyo-politik niteliklerinin buna karşı tutunabilme ihtimallerinin zayıf olduğunu Ömer Laçiner belirtiyor.

Doğan fare mi?
Bu az iyimser öngörü, Türkiye’de bu sorunda Kürt tarafını temsil edenlerin sorumluluğu hiç yok mu sorusunu sorduruyor. AKP’nin içeriğini doldurmadan, ama hükümet politikasını da aşan bir devlet politikası değişikliği fikri ima eden “açılım” sloganını DTP’nin büyük bir heyecanla karşılamadığını gördük. DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının hemen ardından temkinli bir memnuniyet ifade eden sözler söyledikten sonra, bunu izleyen birkaç saat sonra partisinin diğer yöneticileriyle yaptığı toplantıdan çıkışta bu kez “dağ fare doğurdu” diyerek, kesin bir olumsuz yargıya hemen varabildi. Bunu, “Muhatap Öcalan’dır, o olmazsa PKK’dır, o olmazsa DTP’dir, o olmazsa akil adamlardır” biçiminde ifade edilen muhataplık hiyerarşisinin başka DTP’liler tarafından tekrarı izledi. Bu aynı zamanda, DTP’nin kendi kendini ikincil konumda gördüğünün ilanı idi.

Bilmiyoruz dünyada pek örneği var mıdır, olmuş mudur? Parlamentoda grubu olan bir parti, kendini siyasal olarak var eden bir toplumsal sorun tartışıldığında, bu tartışmanın muhatabının kendisi değil, yasadışı bir silahlı örgüt veya ağır bir hapis cezası almış bir mahkûm olduğunu ifade etmiş midir? Güney Afrika’da Mandela hapisken, yanlış hatırlamıyorsak, ANC’nin mecliste grubu yoktu. Herri Batasuna, kapatılana kadar, Bask sorununda esas muhatabın kendisi olduğunu kabul ettirmeye çalıştı. Gerry Adams’ın, “Beni değil, IRA’yı muhatap alın” dediğini hatırlamıyorum. Belki yanılıyorumdur.

Bugün DTP, hem “Kürtlerin değil Türkiye’nin partisi” olma iddiasını bütünüyle bir kenara bırakmış durumda hem de kendisinin Kürt sorununu çözme konusunda Türkiyeli Kürt siyasal alanında en önemli aktör olduğu iddiasını sürdürebilecek bir soluğa sahip değil. Bu durumda, geçmişte Türkiye’de örnekleri olağanüstü rejim dönemlerinde sık görülen “emanetçi parti” konumuna DTP savruluyor.

Pasif tavır
Aysel Tuğluk, “Demokratik müzakere ve diyalogun DTP üzerinden geliştirileceği anlaşılıyor” derken, bunu dışarıdan bir gözlemci gibi ifade ediyor. Her ne kadar, bunun hemen ardından “Bu sorumluluğumuzun farkındayız ve gereğini yapmak üzere inisiyatif ve irade gösteririz” dese de, bunu göstermek için ne bekliyorsunuz sorusuna bir yanıt vermiyor.

Yol haritasının verilmemesi neden DTP’nin elini bu denli tutuyor olsun? Hasta tutukluların serbest bırakılmaması inisiyatifsizliğin nedeni olabilir mi? Çocuk tutukluların tutuklanmaya, hapis cezalarına çarptırılmalarına devam edilmesi mi DTP’yi irade göstermekten alıkoyuyor? AKP hükümetinin ikiyüzlülüğü veya biçareliğinin, galiba her ikisinin de somut göstergeleri olan bu vahim insan hakkı ihlalleriyle DTP’nin muhatap adresi göstermeyle sınırlı sorumluluğu arasında nasıl bir bağ kurulabilir. Öcalan’ın temel insan haklarına aykırı biçimde tecrit koşullarında mahkumiyetini çekmeye devam etmesi de böyle bir pasif tavrın gerekçesi olamaz.

Askeri operasyonların devam ediyor oluşu, sınır ötesi operasyonlara bir yıl daha izin verilmesi DTP’nin silahsızlanma konusunda kendini aracı olarak görememesini haklı kılıyor muhakkak. Ama sorun sadece ve sadece silahlar mıdır? Sorunu buraya getirip tıkamak, bazı askeri sorumluların “dağda tek terörist kalmayana kadar” türünden sözlerle sürdürdüğü geleneksel devlet politikasının simetriği olarak değerlendirilemez mi?

Sorun daha derinde. Ömer Laçiner yazısında, bugüne kadar dile getirilmeyen bir tespite yer veriyor: Türkiye’de milliyetçilikten beslenmesi kaçınılmaz olan “reaksiyoner bir Kürt milliyetçiliğinin” varlığı. Bunu bugünle sınırlı tutmuyor: “1960-70’lerde yükselen sol-sosyalist ideoloji bile bu beslenme damarlarının dönüşerek, kaynaşarak yaratacakları bir kurtuluş hedefine yönelmesine yetemedi. Sosyalist dünya görüşünü benimsediğini söyleyen Kürtler, hemen her konuda aynı düşündüğü ‘Türk’ yoldaşlarıyla aynı örgüt içinde olmaktansa o düşünceleri savunan kendi Kürt örgütlerini kurup mesafeli bir ilişkiyi tercih ettiler. Ve zamanla da Kürtlerin kurtuluşu diğer tüm görüşlerin içinde eridiği, araçsallaştırıldığı veya belirsizleştiği yegane hedef, eksen haline geldi.”

Bugün DTP yöneticilerinin siyasal planda Türklerle, çok dar bir yazar-çizer ve sanatçı zümresiyle ve sadece destek arayışı sınırları içinde sürdürdükleri ilişkinin belirleyenleri arasında bu uzun erimli davranış kalıbı da var.

Bir yanda “dağa çıkmaktan” dem vuran, “kan çıkacağı” imasında bulunan ve onun en aşırı ucunda Kürtlere karşı açık ırkçı bir tavrı gizleme ihtiyacı duymayan bir reaksiyoner Türk milliyetçiliği son kozlarını oynamaya hazırlanıyor. Buna karşılık, DTP’nin “emanetçi parti” konumuna kendini çekmesi, sorunun çözümünün AKP’nin sınırlı demokratikleşme kapasitesinin ötesine gidemeyeceği endişesini güçlendiriyor.

Aysel Tuğluk, “Çözümlerin özünün duygusal bir tatmin olduğunu herkese anlatabilmenin” önemine haklı olarak vurgu yapıyor ama gel gör ki siyaset duygusal tatmin alanı değil sadece.
 

Ahmet İnsel - Radikal
Yayın Tarihi : 22 Ekim 2009 Perşembe 20:50:33


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
ELAZIĞLI_KÜRT IP: 83.66.175.xxx Tarih : 22.10.2009 20:55:14

dtp doğru olanı yapıyor çünkü oyların ezici çoğuluğu hata hepsini kürtler verdi diyebiliriz onun için dtp kürtler adına çalişması lazım doğru olanda bu allah aşkına bu değilmi doğru olan


baran IP: 78.161.244.xxx Tarih : 28.10.2009 09:26:48

mehmet hayri seninde ne olduğun nasıl bir kafa yapısanı sahip olduğunu yorumundan anlıyoruz..sende vatan milleti katıp kendini haklı cıkarmaya calısıyorsun.sende daha arkadasın ne demek istedigini kavrayamamıssın..birde bilmişlik taslayıp arkadasın düsünceleriyle üsten üsten dalga gecmissin buda eziklik psikoloji cektiginin bir göstergesi..kendini taşıyabilen hiç bir insan karşısındakinin düsünceleri saçma bile olsa yinede dalga geçme hakkına sahip degil..birde imla dersleri veriyorsun cümle icinde virgül o kadar kullanılmaz hatırlatayım


mehmethayri IP: 88.240.117.xxx Tarih : 22.10.2009 23:12:12

ELAZIĞLI KÜRT  ,,,,,,Senin ne olduğun ,nasıl bir kafa yapısına sahip olduğun nick,inden belli.Sadece yerin yanlış .Birde ayrılıkçı düşüncelerini Allah,ı işe karıştırarak milletemi tastik ettirmeye çalışıyorsun ,.Daha yazının maiyetini bile anlamamışın . Doğru dürüst yazamıyor,cümle kuramıyorsun.Yazın imla,kelime hatalarıyla dolu,, kalkmış bide yorum yapmaya çalışıyorsun.