29
Nisan
2025
Salı
SİYASET

PROJE ÜRETİLMEDİĞİ SÜRECE CHP'NİN VE SOLUN SORUNU OLDUKÇA DERİN

CHP, genel olarak Türkiye solu toplumun sosyal, ekonomik, kültürel sorunlarına çözüm üreten, düşünce, inanç özgürlüğü gibi bireysel hakların garanti altında olduğu, demokratik bir yapılanmayı savunmadığı; başka bir deyişle, toplumun ana sorunlarını hedef alan AB üyeliği gibi kapsamlı gelecek projeleri üretmediği sürece, iktidar alternatifi olamaz

Türkiye’de politik partiler yelpazesine bir göz attığımızda, sağda suların durulmuş ve oturmuş bir yapılanmanın gerçekleşmiş olduğunu görürüz. AKP son genel seçimlerdeki başarısı ve özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde yüzde 25’lere varan oy artışı ve aynı zamanda Güneydoğudaki etkinliği ile, sağın ana politik partileri ANAP ve DYP’yi marjinal oluşumlara indirgeyerek, sağda etkin merkez parti olduğunu ispatladı.

Merkez sağ AKP, milliyetçi sağ MHP ideolojileri, temsil ettikleri değerler, örgütleme biçimleri ile tam anlamı ile modern politik partiler oluşturuyorlar. Sağda Avrupa sağının politik yelpazesinde önemli bir unsur olan, pazar ekonomisi yanında, birey ve insan hakları gibi değerleri savunan etkin liberal bir parti ve hareket ise hâlâ eksik.

Yazımızın konusu Türkiye sol’una gelince, durum ne yazık ki içler acısı. Solun etkin partisi CHP derin bir kriz sürecinde olduğu gibi, Türkiye solunu temsil eden bir iktidar alternatifi de yok bugün.

Yanlış anlaşılmamak için hemen vurgulayalım, şüphesiz Baykal ve ekibi de CHP’nin seçim yenilgisinden sorumludur ve bu başarısızlığın bir parçasıdır. Örneğin son seçimlerde krize ve ‘korkuya’ oynayıp, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini tıkayıp, Ordu ve Anayasa Mahkemesi ile ülkeyi erken seçime zorlamakla AKP’nin seçim başarışını hazırlamıştır. Ancak CHP ekibinin hataları, sadece taktik hatalar değil, SHP’ye, hatta ‘Ecevit olgusuna’ kadar inen, yani solun tüm kadrolarını kapsayan bir kriz sürecine dayanmaktadır.

Sol Türkiye’de Sosyal dönüşümü izleyemedi: Türkiye’nin sosyo-ekonomik dönüşümü son otuz yılda baş döndürücü bir iveme kazanmıştır. Kendini derin bir politik kriz olarak hisettiren bu dönüşüme karşı sistem, devleti reforme edip demokratik kanalları açacağına, şiddet, baskı ve sonunda darbe ile karşılık vermiş ve Özal’ın iktidara geldiği döneme kadar bu baskı politikası sürmüştür. Aslında Özal’ın seçim başarısı, Türkiye’nin 80’yıllarda yerleşmeye başlayan sosyal ve ekonomik dönüşümünü görmesi ve politik programı ile bu gerçeklere seslenmesine dayanmaktadır. Bugün Türkiye nüfusunun yüzde 50’den fazlası 1970’ten sonra doğmuş bulunuyor. Bu dönemde nüfusun yüzde 70’inden fazlası köy ve kasabalarda yaşıyor iken, bugün yüzde 80’i şehirlerde yaşamaktadır.

İstanbul’un 12 milyon olduğu tahmin edilen nüfusu 70’li yıllarda iki milyon civarındaydı. İstanbul, Ankara, İzmir dışında milyon sınırını aşan şehir yokken, bu gün Türkiye’de her bölgenin etkin bir veya birden fazla büyük kenti bulunmakta. Batıdan doğuya haritaya bakmak, veya birinci futbol ligini göz önüne getirmek yeterlidir, bu dönüşümü ve Anadolu’nun Türkiye’nin kenarı değil merkezine dönüştüğünü fark etmek için. Anadolu kaplanları diye bilinen bu şehirler artık dünya pazarına üretmekte ve bu yüzden içine kapalı bir politika yerine,

Dünya ya açılmayı tercih etmekte. Yine Anadolu hareketini temsil eden Erbakan hareketi ile AKP’nin veya Erdoğan’ın farkı AKP’nin bu dönüşümün ürünü ve politik temsilcisi olmasındır. AKP’nin AB projesine sahip çıkması da bu kesimin ekonomik çıkarları ile de örtüşmektedir.

‘ORTA DİREK’

Türkiye artık tarım sektörünün ve köy nüfusu ve ‘köylü değerlerin’ etkin olduğu bir ülke değil. TESEV’ in sosyal dönüşümü irdeleyen verilerine göre Türkiye bugün halkın çoğunluğunun şehirlerde yaşadığı, sanayi ve hizmet sektörünün etkin olduğu bir ülkedir.

Şehir sosyalizasyonu ile yoğrulan ikinci veya üçüncü nesil, kendini klasik orta sınıfın değerlerine daha yakın hissediyor, ekonomik olarak tam anlamı ile orta sınıf olmasa bile. Özal’ın ‘orta direk’ olarak isimlendirdiği, gelir düzeyi yüksek olamasa bile, bir nesil öncesine göre daha iyi durumda olan bu kitle, TESEV verilerine göre yüzde 70’lerin üstünde bir gurup. Türkiye solu ve CHP bu toplumsal dönüşüm sürecini, orta sınıfın ekonomik, sosyal değer ve istemlerini son yirmi yılda görmek istemedi ve kendini ne yazık ki yenileyemedi.

CHP ye oy veren klasik orta sınıfın bile, bu partinin demokratik değerlere, Türkiye’nin AB gibi, yalnız ekonomik olmayan projelerine mesafeli durması yüzünden AKP ye kayması, aslında tüm yeni orta sınıf için de geçerlidir. CHP ‘orta sınıfın’ özlem ve değerlerine uzak durduğu gibi, bu kesim için önemli olan, eğitim, demokrasi, batı ve AB perspektifi gibi konularda politika üretmedi ve hâlâ üretmiyor. CHP sadece orta sınıfı değil, toplumun çalışan ve sosyal bakımdan zor durumda bulunan tabakalarına da yabancılaştı.

CHP sosyal meseleyi elden çıkardığı için büyük şehirleri kaybetti: Bir zamanlar solun seçmen bankası durumunda olan gecekondular da son otuz yıl içerisinde bir dönüşüm süreci yaşadı. Milyonlarca insanın şehirlere göçü ile, yalnız eski İstanbullular değil, dün şehrin kenarı olan, bugün merkeze dönüşen gecekondu sahipleri de hiçbir şey yapmadan, sadece oturdukları ‘mülkün’ değer kazanması ile zenginleşti.

Gecekondu sakinlerinin bir bölümü özellikle hizmet sektöründe işçi konumundan çıkıp, küçükte olsa ‘patronlaştı’. Bu süreç genel olarak yeni gecekondu sakinleri için geçerli olmasa da, kendilerinden önce gelen akrabalarının ‘başarılarına’ benzer bir geleceğin rüyalarını gördükleri muhakkak. Fakat buna rağmen ekonomik gerçek yaşamlarının yoksulluğa daha yakın olduğudur.

Sosyal değerleri açısından Anadolu kırsal kültüründe yoğrulmuş, muhafazakâr, inançlarına değer veren bu kitleler 70’li yıllarda köyde AP seçerken, şehre taşındıktan sonra CHP-SHP’ye oy vermişti. Zira CHP bu kitleye yalnız gecekondu sakini olarak değil, sendikalar ile birlikte, çalışan olarak sahip çıkmış ve sosyal haklarını savunmuştu.

Aynı yıllarda Almanya ya göç etmiş milyonlarca Türkün hâlâ yüzde 80’lere varan bir oranda Sosyal Demokratlara oy vermesi gibi. Milli görüşte örgütlü Türk’lerin bile SPD ye oy vermesi, sadece CDU’nun yabancılar politikasından kaynaklanmıyor, sosyal hakların en inandırıcı ve etkin bir şekilde SPD tarafından savunulmasından kaynaklanıyor.

Bugün aynı şeyi CHP için, yani sosyal meselenin en inandırıcı bir şekilde CHP tarafından savunulduğunu söylemek, ne yazık ki mümkün değildir. CHP’nin sosyal meseleyi neden elden çıkardığı her halde derin bir parti analizi gerektirir. Fakat bunun nasıl ve ne zaman gerçekleştiği oldukça barizdir.

İstanbul yerel seçimleri ile yıldızı parlayan Recep Tayip Erdoğan’ın Büyük Şehir Belediye başkanlığını 1994’te CHP’den alması sosyal meselenin elden çıktığını simgeleyen gelişmedir. Bilindiği gibi MSP kurulduğu 1969 yılından sonra bu hareket 1991 seçimlerine kadar tüm seçimlerde yüzde 10 civarında bir oy almış, ve seçmen kitlesi genellikle orta Anadolu’ya yoğunlaşmış bulunuyordu.

Din konusunda hassas, içine kapalı Anadolu esnaf ve tüccarını bu yıllarda temsil eden AKP’nin selefi partiler, büyük şehirler, batı Anadolu ve kıyılarda etkin değildi. Bu durum ilk defa 1994 yerel seçimlerde değişti. Seksenli yıllarda modern sol bir söylemle çıkan SHP, klasik CHP seçmenini toparlamak la kalmamış, aynı zamanda yeni seçmen kitlelerini de saflarına çekmişti.

Ne oldu ise 90’lı yıllarda DYP-SHP koalisyonu ile oldu. Türkiye, ekonomik olarak fakirleşen, sosyal gerilimin arttığı, devletin dar bir çıkar grubuna peşkeş çekildiği, hak ve hukuku mahkeme önünde değil, çek ve senet çetelerinin eline verildiği bir sürece girdi.

Demirel hükümeti ile başlayan bu süreç, Çiller hükümeti ile iyice çığırından çıktı. Devletin çeteleştiği bir süreç başladı. Faili meçhul cinayetler, ‘terör ile mücadelenin’ metodu haline geldi. SHP, ‘devlet politikası’ ile terör arasında bocaladığı için Güneydoğu da sahip olduğu geniş sempatiyi yitirdi. Koalisyon ortağı olarak terörle mücadele de demokratik bir alternatif olduğunu savunamadı. Sosyal adaletsizliğin ve hukuksuzluğun zirveye yükseldiği bu dönemde sendikalarda ve geniş seçmen kitlesinden kopan SHP parti olarak eridi. İşte tam bu boşluğa Refah Partisi ‘sosyal adalet’ söylemi ile girdi.

Refah Partisinin seçim başarışı ile başlayan bu süreç, bu partinin yasaklanması ve bu akımın seçimlerde yokluğu Ecevit’in yıldızını parlattı. Fakat bozuk düzen ve gelecekten yoksun politika üçlü koalisyon döneminde de sürdü.

‘Devlet’ tarafından AB sürecine zorlanan üçlü koalisyon, bu reform sürecine dayanamadı ve çöktü. DSP’nin ne kadar tabansız ve patronaj ilişkisinin yarattığı bir parti olduğu 2002 seçim sonuçları ile ortaya çıktı. Fakat Ecevit ve DSP’in seçim başarısı da, çöküşü de SHP gibi sola mal edildi ve CHP’nin toplumsal algılanmasını etkiledi. SHP, CHP ve DSP ile ‘sol’ Türkiye tarihinde sosyal adaletin en derin yarayı aldığı dönemde iktidardaydı. AKP’nin bugünkü seçim başarısı önemli ölçüde buradan kaynaklanıyor.

CHP bugün hâlâ sosyal meseleyi seslendiremeyen, sendikalara mesafeli bir yapı sergilerken, AKP, parti olarak ve belediyeler üzerinden fakir kesimlere elini uzatmakta, CHP’lilerin biraz da küçümseyerek söylediği gibi ‘kömür, pirinç, fasulye ve makarna’ ile yoksul kesimlere ulaşmaktadır. CHP ise alternatif bir sosyal politikadan yoksun, büyük şehirlerde geçim savaşı veren geniş kitlerin sorunlarına uzak bir görüntü sergiliyor. Bu yüzden sendikalar yanında, bu kitlelerle iç içe olan sivil toplum kuruluşları da CHP ye küskün.

CHP, PERSPEKTİF VAAT ETMİYOR

Türkiye toplumsal uzlaşmanın gerçekleştiği konusunda ne yazık ki pek zengin değildir. Avrupa Birliği süreci toplumsal bir uzlaşmanın geçekleştiği nadir konulardan biridir. Ne yazık ki CHP AB politikasında da çelişkili bir tutum sergiliyor.

CHP yönetimi AB’ye “karşı değiliz” dese de, AB sürecini destekleyip, gerekli reformların gerçekleşmesinde ısrarlı bir söylem geliştirmiyor. Milliyetçi kesimin söylemi olan, AB’nin Türkiye yi dışladığını, ‘çifte standart’ uyguladığını vurgulayan CHP nerede ise tüm politik konularda açılım değil, statükoyu savunuyor,

Kürt sorununda, Azınlıklar konusunda, Kıbrıs politikasında veya Ermenistan’la ilişkiler de olduğu gibi. CHP yönetimi Türkiye’de toplumun farkında olduğu AB’nin kendileri ve çocukları için sosyal ve ekonomik bir gelecek yanında, modern bir yaşam projesi olduğunu göremiyor.

AB’nin topluma gelecek vaat ettiği için önemli olduğu ve bu yüzden, türkü, kürdü, kadını, sendikacısı, zengini, esnafı, işçisi, genci, sağcı, solcusu ve muhafazakarı tarafından desteklediğini algılamıyor. AKP’nin hükümet olduktan sonra fark ettiği bu AB gerçeğini CHP hâlâ ‘dış ilişkiler’ kapsamında bir diplomatik ilişki paketi olarak algılıyor ve toplumun AB ile bütünleştirdiği arzu ve rüyalarını anlamıyor. Bu yüzden AB’ye ‘karşı değiliz’ deseler de, AB sürecini engelleyen politik söylemi sürdürebiliyorlar.

Her nedense CHP son yıllarda, özellikle 2005 yılından beri Türkiye’nin en önemli sorunları üzerine de politika üretmediği gibi, ‘milliyetçi’ reflekslerle örtüşen statükocu bir tutum sergiliyor. Özellikle aydın ve liberal kesim yanında genç kuşakların değer verdiği demokratikleşme, düşünce özgürlüğü gibi konularda ‘devleti’ savunan tutumu ile bu kesime yabancılaşıyor.

Ceza kanunun 301’inci maddesini savunması, yazar Orhan Pamuk gibi, yalnız Türkiye de değil dünyada okunan yazarlara sahip çıkacağına, aydın yazarlara karşı yürütülen kampanyalara destek vermesi, CHP’yi aydınlara yabancılaştırdığı gibi, düşünce özgürlüğü, İnsan Hakları, Azınlık Hakları gibi temel haklar konusunda güvenirliğini yitiriyor. Cumhurbaşkanı seçimi ile başlayan politik krize destek vererek, iktidarı sandıkta değil, ‘devlet kurumlarının’ kararlarında arayan görüntüsü ile CHP demokrat bir parti olduğunu iddia etse de artık inandırıcı olamıyor.

CHP, genel olarak Türkiye solu toplumun sosyal, ekonomik, kültürel sorunlarına çözüm üreten, düşünce, inanç özgürlüğü gibi bireysel hakların garanti altında olduğu, demokratik bir yapılanmayı savunmadığı; başka bir deyişle, toplumun ana sorunlarını hedef alan AB üyeliği gibi kapsamlı gelecek projeleri üretmediği sürece, iktidar alternatifi olamaz.

Genel olarak Türkiye solu, İttihat Terakki’den beri süren, darbeci, birey hürriyet ve haklarını anlamayan, inanç özgürlüğünün de bu kapsamda önemli bir unsur olduğunu görmeyen, AKP meselesini ‘irtica’ olayına indirgeyen tutumundan vazgeçmediği, başka bir deyişle kendini yenilemediği sürece, CHP dışında bir çözüm sürecine girse bile iktidar alternatifi olamaz. Ne yazık ki bu yüzden Türkiye ülkenin gelişmesi için önemli, AKP iktidarını sorgulayan, ciddiye alınır bir muhalefet’in eksikliğini yaşıyor.

Ali Yurttagül: Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu Siyasi Danışmanı

Radikal
Yayın Tarihi : 20 Ekim 2008 Pazartesi 17:30:16


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?