14
Nisan
2025
Pazertesi
SİYASET

DEMOKRASİ MÜZESİ'NE İHTİYACIMIZ VAR

Türkiye’nin demokrasi tarihinde bazı mekânların özel önemi var. Bekirağa Bölüğü , Sansaryan Han ve Ziverbey Köşkü bunlardan üçü. Köşk’ün önünde duranlar Uğur Mumcu ve Talat Turhan...

Yıldız Mahkemesi ya da İstiklal Mahkemeleri’ne ilişkin evrak nerede? 9 Subay Davası, Yassıada Mahkemeleri’ne ilişkin savcılık belgeleri, dosyalar, infaz tutanakları ve Ordu Foto-Film Merkezi tarafından çekilmiş bütün görüntüler; 27 Mayısçıların parti liderlerine tehditle imzalattıkları Çankaya Protokolü, İsmet İnönü’nün Talat Aydemir’in akrabası Ekrem Alican aracılığıyla 22 Şubat darbecilerine ilettiği haklarında soruşturma yapılmayacağı taahhüdüne ilişkin not, 21 Mayısçılar hakkında açılan davanın dosyası, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının yargılama, infaz belgeleri vs.

Bunların ve daha yüzlercesinin darmadağın halde, kiminin alakasız kamu kuruluşlarının depolarında tutulduğunu biliyorum, bazısının müzayedelerde hatta internet siteleri üzerinden alınıp satıldığını. Ve üç senedir bir ‘Demokrasi Müzesi’ kurulması gereğini yazıyorum...

Hangi mekân?

12 Mart döneminin Erenköy’deki ünlü işkence mekanı Ziverbey Köşkü diye bilinen Zihni Paşa Köşkü artık yok. Onun yerinde artık onlarca daireli dev bir site mevcut. 70’li yıllarda MİT’in kiraladığı diğer bina Erenköy Köşkü’nün ise bu anlamda bir özelliği bulunmuyor. Ama Sirkeci’de şimdilerde aile mahkemelerinin kullandığı eski emniyet müdürlüğü binası Sansaryan Han kamunun elinde. 1944’te aralarında Alpaslan Türkeş’in de olduğu Turancılık davası sanıklarının ‘tabutluk’ diye adlandırılan dar ve basık hücrelerde Almanya’dan özel olarak işkence maksatlı getirtilen ampuller altında tutulduğu, Nâzım Hikmet’ten Necip Fazıl’a, Sabahattin Ali’den Ruhi Su’ya, Gülay Göktürk’ten, Nuri Çolakoğlu’na kadar pek çok kişinin anılarında yer almış bir mekan Sansaryan Han. Buranın nemenem bir yer olduğunu anlamak için soldan, sağdan bir kaç not kafi sanırım. Nihat Sargın anlatıyor:

“On gün boyunca gözleri bağlı uykusuz, bir iskemlede oturtularak sorgulandım. Soyularak çırılçıplak biçimde beton zemin üzerinde bırakıldım. Gözaltına alınmamdan yaklaşık on gün sonra askıya alındım. Askıya alınmadan önce bir süre tazyikli soğuk su altında tutuldum. Birkaç gün sonra askıya alındığımda, cinsel organıma ve ellerime elektrik bağlandı. Elektrik verilmeden önce su ile bütün vücudumu ıslattılar...”

‘Falaka, dayak...’

Han’ın eski ‘misafirlerinden’ Reha Oğuz Türkkan’ın tasviri de benzer nitelikte:
“İstanbul’a nakledildiğimizde, Emniyet’in Sansaryan Han’ın en üst katındaki hücrelere kapatıldık. İşkenceler orada uygulandı. ‘Mutena Oda’ adı verilen, iki metre yükseklikte, 50 cm eninde ve tepesinde Nazi Almanyası’ndan alınma özel yapılmış (...) şiddetli acı veren ampuller yerleştirilmişti. Yukarıdan kelepçelerle asılı duruyorduk. Bütün bunlar Sansaryan Han’ın 8. katında oluyordu. (...) Sansaryan’ın en alt kattaki mahzenlerinde de hücreler vardı.. Beton, lağımla ıslak, akrepli yerlerdi. Ne yatak vardı, ne oturacak bir şey...”

Prof. Dr. Büşra Erşanlı’yla kapatayım Sansaryan sayfasını:

“Falaka, dayak, yalnız bırakma, yerde ve sandalyede yatırma şeklinde işkence gördüm. Başka kadın arkadaşlarım, çok daha ağır işkencelerden geçtiler. Bize işkence yapan insanlar, Bulgaristan’da özel eğitim gördüklerini söylüyorlardı. 1974’te siyasi afla dışarı çıktıktan sonra, işkencecilerden iki tanesine sokakta rastladım. Bir tanesi küfür ederek otobüse bindi, diğerine işkenceci olduğunu sokakta bağırdım ve kaçmak zorunda kaldı. Arkadaşlarımızın işkence altındaki çığlıklarını bize dinletiyorlardı. Çiğdem Kömürcüoğlu ve Nuri Çolakoğlu’nu çok kötü durumdayken bize göstermişlerdi. 30 güne yakın Sansaryan Han’da tutulduktan sonra, bizi önce Sağmalcılar Cezaevi’ne, ardından da otobüslerle kelepçeli olarak Ankara Yıldırım Bölge’ye sevk ettiler.”

Sansaryan olmazsa İstanbul Üniversitesi’nin bünyesinde kalan Bekirağa Bölüğü var.. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında işkence ve infazların yapıldığı, Yakup Cemil gibi ünlü İttihatçıların idam edilene kadar tutuldukları, işgal günlerinde İngilizler tarafından tutukevi olarak kullanılan ‘siyasi zindan...’
Adını ilk kumandan Bekir Ağa’dan alan bölük binasına zorbalık edenlerden siyasi muhaliflere, mahalle bekçisinden nazır paşalara kadar pek çok kişinin getirilip teslim edildiği biliniyor. Disiplin ve saltanat makamına sadakat abidesi olarak ünlenen Bekir Ağa’nın isminin dahi ürküntü uyandırmaya yettiği söylenir. Tarihçi Feridun Kandemir, karşısında herkesin ayağa kalkarak selam durduğunu naklettikten sonra bir ordu kumandanının rütbece üstü olduğunu söyleyerek ayağa kalkmaması üzerine Bekir Ağa’nın ‘Ben buna tahammül edemem, gayrı bu ocakta durulmaz’ diyerek emekliye ayrıldığını, 2. Abdülhamid’ın ısrarının da kar etmediğini yazar. Bölük nasıl bir yerdi derseniz Süleyman Nazif’ten dinlemek mümkün:

“Sabahtan beri Allah’ın rahmeti addolunan yağmur koğuşumuz içinde seller teşkil etmektedir. Dünyanın hiç bir tarafında kolera olmasa bizim koğuş her tarafa kolera yetiştirecek kadar vesaiti intanı camidir. Hayvanların dahi barınamayacağı bu yerde memleketin fikirli, malumatlı, hamiyetli otuzu mütecaviz evladı kıvranıyor.”
Bu bölükten kimler geçti deseniz o da belli. Sadrazam Prens Said Halim Paşa, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Mebusan Meclisi Reisi Halil Bey, Hariciye Nazırı Ahmet Nesimi, Hüseyin Cahit ( Yalçın), Ahmet Ağaoğlu, İsmail Canbolat, Salah Cimcoz, Emanuel Karasu, Celal Nuri, Yunus Nadi, Enver Paşa’nın amcası Halil, Ziya Gökalp, Ahmet Emin Yalman ve daha yüzlercesi.

Neden müze gerekli?

Bir asrı aşkın zaman zarfında yaşanan onca siyasi hadisenin önemli bir kısmının son tanıkları bugün için hayatta, kimi belgeler ve objeler şimdilik saklı durumda... Ancak zaman bunların yitip gitmesi, dağılması için çalışıyor. Atatürk’ün eşinin muhafaza ettiği özel mektupların müzayedeye çıktığı ve satışın tesadüf neticesi son anda engellendiğini biliyoruz. Keza pek çok belge, obje ya askeriyenin ya değişik kamu kuruluşlarının depolarında çürümeye terkedilmiş halde. Özel kişilerin hatıra olarak ellerinde tuttukları da belki bugün için saklanıyor, korunuyor ama akibetleri meçhul...

Demokrasi Müzesi yasak savıcı fast-food bir müze değil yazının başlangıcından sonuna saydığım hadiselere ilişkin ne var ne yoksa hepsinin toplanacağı, sergileneceği, yayınlar, konferanslar, kütüphane ve belgelik örgütlenmesi, araştırmacılara sunacağı arşivle siyasi hafızamızı diri tutacak bir kurum olmalı.

 

Avni Özgürel - Radikal
Yayın Tarihi : 30 Mart 2009 Pazartesi 17:59:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?