Türkiye, 2000'li yılların en hızlı yükselen ülkelerinden biri. 2001 krizinden sonra hızlı bir toparlanma sürecine girmiş, ekonomik ve siyasi istikrarı sağlamış, makro dengelerin ezici bir çoğunluğunu iyileştirmiş, ekonomide, siyasette ve dış politikada ciddi açılımlar ve atılımlar içine girmiştir.
2007 yılında sancılı bir süreçten sonra genel seçimlerini yapmış, yeni cumhurbaşkanını seçmiş, yapılan referandumla bundan sonra cumhurbaşkanlarını halkın seçmesine karar vererek, demokrasi tarihinde dönüm noktası sayılabilecek bir karara imza atmıştır.
Türkiye'nin son yıllarda yaşadığı en önemli değişimlerden biri de, dış politikada yapılan açılımlardır. II. Dünya Savaşı sonrasında, özellikle de NATO'ya üye olduğumuz günden bu yana yüzünü hemen tamamen Batı'ya dönmüş, dış politikasını Batı'ya endekslemiş, ABD'nin bir dediğini iki etmeyen, komşularıyla ilişkileri gergin, İslam dünyası ve Asya ile ilişkileri minimal düzeyde bir Türkiye tablosu egemen olmuşken, Özal döneminde yapılan bazı açılım denemelerinin üstüne AKP hükümetleri döneminde yeni bir dış politika anlayışı geliştirilmiştir. Artık Türkiye, Batı'dan vazgeçmemekle birlikte, Doğu'ya ve İslam dünyasına da eşit oranda yönünü çevirmiş, komşularıyla sıfır problemi hedefleyen, bu doğrultuda zaman zaman ABD ile ihtilafa düşüp tavır koyan bir ülke konumuna gelmiştir. Bu açılımda eski Dışişleri Bakanı, yeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ve başdanışman Ahmet Davutoğlu'nun ciddi katkıları vardır.
2007 biterken gündemin sıcak konularından biri de Kürt sorunu ve PKK terörüyle mücadele konusu olmuştur. Anadolu'da "Eşeğin ağdırmaya görsün, taş koyan olur" diye bir söz vardır. Bir sorununuz olunca tavsiyede bulunacak çok kişi bulunacağını ifade eden bir sözdür bu. PKK ve terörle mücadele konusunda da hükümete çok tavsiyede bulunanlar olmuştur. Bir uçta bazıları Kuzey Irak'a geniş kapsamlı bir operasyon düzenlemeyi, Kuzey Irak'taki Kürt yönetimine ders vermeyi, orada kalıcı bir tampon bölge oluşturmayı tavsiye ederken, öteki uçta bazıları terör örgütüyle uzlaşma anlamına gelebilecek önerilerde bulunmuştur. Hükümet ise ortada bir formül denemiş, bölgenin hakimi ABD ile anlaşarak, dış dünyanın kalan bölümünün de diplomatik desteğini sağlayarak, nokta hedeflere askerî operasyon, pişmanlık yasasının yeniden düzenlenmesi ve bölgeye hizmet götürülmesini içeren bir mücadele yöntemi tercih etmiştir. Gerek sözü edilen politik açılımlar, gerek toplumu yönetenlerin imajı, gerekse gündemin öteki sıcak konuları hakkında halkın ne düşündüğüne müracaat etmenin önemi açıktır.
Türkiye'de kamuoyu araştırmaları giderek daha sık müracaat edilen bilgilenme-bilgilendirme araçları haline gelmektedir. Demokrasilerde halkın ne düşündüğünü bilmek, milletin tepkisini ölçmek ve izlenecek politikalarda buna göre ayarlamalar yapmak, sistemin doğası gereğidir. Amaç halka hizmetse, devlet millete hizmet için varsa, yöneticilere bunun için yetki veriliyorsa, devleti yönetenlerin izlenen politikalar konusunda ne düşündüğünü, yapılan uygulamaları onaylayıp onaylamadığını bilmesinde, gerekirse ona göre işlere çekidüzen vermesinde büyük yarar vardır. Bu bağlamda tarafsız ve saygın kamuoyu araştırmaları önemli bir işlevi yerine getirmektedirler.
Son zamanlarda adı sık sık duyulmaya başlamış bir araştırma kuruluşu olan Ankara'da yerleşik MetroPOLL Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi'nin önemli ürünlerinden biri de "Türkiye'de Siyasal Durum Araştırması" başlığıyla aylık düzenli olarak yaptığı araştırmadır. Bu araştırmada her ay Türk kamuoyuna hayatından memnun olup olmadığından gelecekle ilgili beklentilerine, Türkiye'nin en önemli sorunlarının ne olduğundan siyasi liderlerin performansını beğenip beğenmediğine, rejim ve laiklik tartışmalarından başörtüsü ve Kürt sorunu konusunda ne düşündüğüne varıncaya kadar bir dizi soru sorulmakta, bir anlamda her ay düzenli olarak Türkiye'nin nabzı tutulmaktadır.
MetroPOLL'ün bu çerçevede en son yapmış olduğu araştırma 2007 Aralık tarihlidir. Başta Cumhurbaşkanı ve öteki liderlerin performansı, görevlerini yürütme tarzları, terörle mücadele ve aralık ayında gündem konusu olan öteki bazı olayları halkın nasıl değerlendirdiğinin belirlenmesi amacıyla yapılmış olan araştırmanın bazı ilginç bulgularının altını çizmekte yarar vardır.
Genel olarak bakıldığında, halkın % 70,4'ünün genel olarak hayatından memnun olduğu; beş yıl öncesi ile kıyaslandığında, bugün % 26,3'ünün hayat şartları kötüleşirken, % 29,8'inin aynı kaldığı, buna karşılık % 43,9'unun hayat şartlarının iyileştiği ortaya çıkmaktadır. Yine halkın çoğunluğunun gelecekle ilgili olumlu beklentilere sahip olduğu, % 55,3'ünün önümüzdeki beş yılda hayat şartlarının daha iyi olacağını düşündüğü anlaşılmaktadır.
Türkiye'nin en temel sorunları neler?
Araştırmanın bulgularına göre yeni hükümetin çözmesi gereken en acil sorunların başında, sırasıyla işsizlik (% 28,3), terör/güvenlik (% 27,2), ekonomik sorunlar (% 15,5) ile yoksulluk (% 5,6) gelmektedir. Bunları yine sırasıyla, eğitim (% 3,9), siyasal yapı (% 1,8) ve merkezî yönetimdeki sorunlar (% 1,4), Kürt meselesi izlemektedir. Burada altı çizilmeye değer husus, çözüm bekleyen sorunlar denince ezici bir çoğunlukla insanların aklına ekonomik sorunlar gelmektedir. Terör dışında neredeyse çözülmesi istenen öteki bütün sorunların ekonomik sorunlar olması manidardır. Önemli sorunlar sıralamasındaki ilk 4 maddeden 3'ü ekonomik alanla ilgilidir.
Eski Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer'in Çankaya'yı halka kapattığı, iş dünyasıyla yakından ilgilenmediği, dış politika konularında aktif olmadığı hatırlanacaktır. Aksine Abdullah Gül, siyasetin içinden gelen, Dışişleri Bakanlığı yapmış, dış politikada ve iş dünyası ile ilişkilerde oldukça aktif bir profil çizme eğiliminde olan bir kişiliktir. Bu çerçevede yeni Cumhurbaşkanı'nın faaliyetleri, görevini yürütme tarzından halkın hoşnut olup olmadığı merak konusudur. Araştırmanın sonuçları yeni cumhurbaşkanının icraatlarının halktan büyük destek gördüğüne işaret etmektedir: Halkın % 73,9'u Cumhurbaşkanı'nın görevini yapma tarzından memnundur. Gül'e duyulan güven (% 55,6) Sezer'e cumhurbaşkanlığı döneminde duyulan güvenden (% 29,5) belirgin ölçüde fazladır. Gül'ün cumhurbaşkanlığı görevini yürütme tarzına verilen not ortalaması 10 üzerinden 7,7'dir. Bu arada araştırmaya katılanlara laiklik ve rejim endişesi taşıyıp taşımadıkları da sorulmuştur. Katılımcıların % 35,8'i Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçimi sürecinde laiklik ve rejim endişesi taşıdığı, bu kitlenin % 67'sinin söz konusu endişesinin halen devam ettiği, % 21,3'ünün ise artık böyle bir endişe taşımadığı belirlenmiştir. Gerek Cumhurbaşkanı, gerekse hükümet; icraatlarında şeffaflığa, hesap verebilirliğe, halkla iletişime, demokrasi ve özgürlüğe önem verdiği sürece, zamanla bu yöndeki endişelerin daha da azalacağını tahmin etmek mümkündür.
Katılımcılardan iktidar ve iki muhalefet partisi liderini, şu özellikler dikkate alınarak değerlendirmeleri istenmiştir: Güvenilirlik, liderlik, insanların sorunlarını önemseme, yetkinlik, yöneticilik, insanların önem verdiği konularla ilgilenme, sorunları çözebilecek projelerinin olması, demokratlığı, insanlar tarafından takdir edilmesi ve muktedir olması. Söz konusu dokuz kriterin tamamında katılımcılar Başbakan Erdoğan'ı önde gelen iki muhalefet lideri olarak Baykal ve Bahçeli'den üstün bulmuştur. Liderleri görevlerini yürütme tarzına göre değerlendirmeleri istendiğinde, katılımcılar 10 üzerinden Erdoğan'a 7,6, Baykal'a 4,2, Bahçeli'ye ise 5,3 verilmiştir. Bu arada, altı çizilmesi gereken bir nokta da "CHP değişmeli mi?" sorusuna halkın % 76'sının CHP'nin felsefesi ve siyasetinde değişiklik yapması gerektiği cevabını vermiş olmasıdır.
Hükümet AB çalışmalarına hız vermeli
Yukarıda hükümetin terörle mücadelede muhalefetin, ulusalcıların ve DTP'nin önerdiğinden farklı bir yöntem izlediği belirtilmişti. Bu yöntem askerle yakın işbirliği, ABD'yi ve Kuzey Irak yönetimini karşısına almama ve dış dünyanın diplomatik desteğini alarak, nokta hedeflere yönelik askerî operasyonu içeren, Kuzey Irak'ta başka maceralar peşine düşmeyen bir yöntemdir. Bu arada yeni bir pişmanlık yasası ile terör eylemine bulaşmamış gençlerin eve dönmesini teşvik etme de bu politikanın tamamlayıcı bir parçası olarak düşünülmüştür. Hatırlanacağı üzere CHP ve MHP büyük ölçüde birbirine benzer şekilde, daha şahin politikalar izlenmesini önermişlerdi. PKK ile mücadelede hangi tarafın yaklaşımının daha makul ve mantıklı olduğu sorulduğunda, katılımcıların % 61'i AKP liderinin, % 13,1'i MHP liderinin, % 6,6'sı ise CHP liderinin yaklaşımını mantıklı bulmuştur. Buradan, halkın hükümetin terörle mücadele yöntemini çoğunlukla onayladığı anlaşılmaktadır.
Yine altı çizilmeye değer bir konu AB'ye desteğin artmakta olmasıdır. Hükümetin geçen yıl AB süreciyle ilgili hazırlıkları gevşetmesi ve AB'nin bazı kuruntuları yüzünden Türk kamuoyunda AB desteğinin kayda değer biçimde azalarak % 50'lere hattâ daha da altına düştüğü bazı araştırmalarca ortaya konmuştu. Eldeki son araştırmaya katılanların % 61,4'ünün AB'ye katılmaktan yana olduğu belirlenmiştir. Bu oran bir süre önce başka kuruluşlarca yapılan anketlerde gözüken oranların oldukça üzerindedir. AB bağlamında belki bunun kadar ilginç bir bulgu da, AB'ye katılımla ilgili çalışmaların yeterli olmadığını düşünenlerin oranının % 53,1 olmasıdır. Hükümetin AB çalışmalarına yeni bir ivme vermesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Nihayet son bir nokta, kanayan yara durumundaki başörtüsü/türban yasağıyla ilgilidir. Anayasal ve yasal bir dayanağı olmayan, iktidar kavgasının bir aracı haline getirildiği için kangren hale gelmiş, Türkiye'nin bir ayıbı durumundaki bu yasağa araştırmaya katılanların üçte ikisinden fazlası (% 66,9) karşı çıkmakta, yasağın kalkmasını istemektedir. Üniversitelerde süren bu anlamsız yasağın Türk halkından onay görmediği bir kez daha anlaşılmaktadır. Yeni cumhurbaşkanı, yeni hükümet ve yeni YÖK başkanının el ele vererek, öteki aktörlerin izzet-i nefsiyle oynamadan, "usuletle ve suhuletle" bu soruna bir çözüm bulmalarını Türk kamuoyu beklemektedir.
DOÇ. DR. MUSTAFA ACAR / KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ