Türkiye’de her şey bir anda unutulup gitti. Ne seçim sonuçları, ne yeni kurulan kabine, ne meclise gelmeyen BDP destekli bağımsızlar, ne yemin etmeyen CHP’liler ve ne de Güneydoğu’dan alınan şehit haberleri…
Yazılı, görsel ve internet basını futbol ile yatıyor, futbol ile kalkıyor…
Meğer bizim de İtalyanların ünlü savcısı Antonio di Petro gibi savcılarımız varmış… İtalyanların bu ünlü savcısı 2004–2005 sezonu İtalya şampiyonu Juventus’un gözünün yaşına bakmamış, ortaya atılan şike söylentileri üzerine konunun üzerine eğilmiş ve dünya devi takımın şampiyonluğunu elinden alarak bir alt kümeye düşürmüş, orada oynayacağı maçlardaki puanlarını silmişti. O zaman Antonio di Petro’nun almış olduğu karar dünya futbol piyasasına bomba gibi düşmüştü…
Benzeri olay, şimdi bizde yaşanıyor. Basından öğrendiğimiz kadarıyla, savcının direktifiyle emniyet dokuz ay önce gizlice delilleri toplamaya başlamış ve bir anda düğmeye basılmış… Fenerbahçe Kulübü Başkanı, kulübün iki yöneticisi, onların dışında diğer kulüp başkanları, yöneticiler, teknik adamlar ve bazı futbolcular gözaltına alındılar. Çoğu tutuklanarak cezaevine gönderildi, Emenike ile Sezer serbest bırakıldı.
Bunun ardından başka futbolcular, kulüp yöneticileri, hakemler ve belki de gazetecilerin de olacağı ikinci bir dalga gelecek mi?
Bunu şimdiden kestirebilmek gerçekten güç…
Türkiye’de bazı kritik maçlarda şikenin yapıldığı, teşvik primleri verildiği yıllardır söyleniyordu ama hiç kimse bunun üzerine eğilememişti. Söylenenler, söylentiden öteye gidememişti…
Bundan böyle Türk futbolunda bir milat başlatılarak, temiz bir sayfa açılacak mı? Onu da önümüzdeki günlerde göreceğiz…
Şike olayları gerçekse bunun spor mafyası ile bağlantısı olabilir mi?
Kısacası futbolumuzda inanılmaz bir rezalet yaşanıyor. Dünya markası Fenerbahçe’nin bir alt lige düşürülmesi bile gündemde… Futbol Federasyonundan böyle bir karar çıkarsa her şey alt üst olur…
Bekleyelim ve görelim…
Türk futbolu amatörlükten profesyonelliğe geçtikten sonra, bir takım yüz karası olayların yaşandığı da gerçektir. Mafya bağlantıları, amigo tabir edilen taraftarlara kulüp yöneticilerinin boyun eğmeleri, onlara taviz vermeleri, ortada dönen paralar, futbolu spor olmaktan çıkardı… Kuşkusuz, sahada oynanan futbolun arkasında ipleri oynatan, kendilerine güç ve kazanç sağlayan birileri olmalıdır. Taraftar denilen eli bıçaklı, adam döven, küfür eden birileri kimlerden kaynaklanıyordu veya kimler tarafından besleniyordu. Aynı kulübün birbirine karşı üyelerinin adam tutup tribünlerden diğerlerine bağırttıkları, küfür ettirdikleri de biliniyordu… Bu konuda bir yasa olmadığından yakalananlardan çoğu tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyordu.
Tribünlerde küfreden koro halinde bir kalabalık… Rakip takımın seyircisi bazen maçlara alınmıyor veya çok az sayıda tribünde yer veriliyordu. Galibiyet sonrası havalara sıkılan, bazen insanlara rastlayan kurşunlar, sokaklarda konvoylar halinde çevrenin huzurunu kaçırırcasına geçen araçlar… Spor programlarında konuşan aynı kişiler ya birbirleriyle dalaşıyor, ya da mahalle kahvesinde konuşur gibi yorumları peş peşe sıralıyorlardı… Sanırım bu olaydan sonra onlar da kendilerine biraz çeki düzen vereceklerdir.
Bu rezaletin arkasında trilyonların döndüğü de açıktır… Şimdiye kadar bu çirkin olaylar görmezden gelindi, söylenenlere söylenti denildi ve sonunda bomba patladı. Sporda şiddet yasası çıkarılınca savcılık harekete geçti… Emniyet son derece iyi ve bilinçli çalışmış olmalı ki, gözaltına alınanların hiç birisi inkâr edemedi, önlerine belgeler, resimler ve telefon dinleme kayıtları konuldu… Şike yapılsın, teşvik primleri verilsin ama takım şampiyon olsun veya küme düşmesin mantığı ile hareket edildi…
Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde “Çalsın ama iş yapsın, benim hırsızım iyidir” diye bir slogan veya anlayış duyulmamıştır. Şimdiye kadar öyle denildi, bakalım bundan sonra ne olacak? Kısacası sporumuzda vicdan, cüzdan, unvan bir araya sıkışıp kalmıştı…
Bundan büyük çelişki olabilir mi?
Hep beraber göreceğiz…
Böylesine kir-pas içerisinde spor olabilir mi?
Futbolun fenomen haline geldiği ülkemizde gözlemlenen; yozlaşmanın büyük boyutlara ulaştığıdır. Sorumsuz spor basını da yangına körükle gidince şiddet ve karmaşa bir araya geldi… “En büyük taraftar bizim taraftar”, “ölmeye ölmeye geldik”, “işte taraftar işte şampiyon”, “Avrupa sesimizi duy” gibi sloganların dış ülkelerde olduğunu da hiç sanmıyorum.
Basında sık sık sözü edilen ve olağan hale gelmiş bir de teşvik primi var. Teşvik primi nedir diye düşünecek olursanız, onun da bir nevi şike olduğunu açıkça görürsünüz… Beklentisi olmayan bir takım beklentisi olanın üzerine gider, ondan bir başkasının yararına puan çalar… Teşvik primini veren de alan da suç işlemiş sayılır. Bir zamanlar Fenerbahçe’nin Teknik Direktörlüğünü yapmış olan İviç’in anlamlı bir sözü vardı; “Bunu Avrupa’nın hangi ülkesinde yapsalar, o yöneticiler kesinlikle ceza kuruluna giderler…”
Şimdi yine başa dönelim; Emniyet güçlerinin elinde sağlam dayanaklar olmalıdır. Böyle olmasa Fenerbahçe gibi bir kulübün üzerine gidilebilir miydi?
Kısacası polis her şeyi adım adım izlemiş, konuşmaları, buluşmaları, sohbetleri değerlendirmiş… Telefon konuşmaları da işin cabası… Ben gönül verdikleri takımların çıkar gözetmeyerek yalnız bırakmayan gerçek taraftarlara üzülüyorum. Ailesinin nafakasından keserek tuttukları takımların maçlarına, deplasmanlara giderek, üzülen ve sevinenlere…
erdemyucel2002@hotmail.com