Ardahan'dan Sarıkaya'ya Göçler...
Adına 93 Harbi de denilen, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında... Elviye-i Selase olarak bilinen güneybatı Kafkasya toprakları Ruslar tarafından işgal edilince...
Adına 93 Harbi de denilen, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında...
Elviye-i Selase olarak bilinen güneybatı Kafkasya toprakları Ruslar tarafından işgal edilince...
Ardahan ve Kars bölgesindeki Türk köyleri...
Ruslar ve Ermenilerce yakılıp yıkılmış.
Devletler arasında imzalanan barış antlaşmalarının sağladığı bazı haklar ise yeterince korunmadığından,
Yerli halkın, Anadolu'ya göç etmek dışında, başka bir çaresi kalmamış.
O yörelerin tarihini iyi bilen Prof. Kırzıoğlu'na göre,
Halkın göçe çıkma kararında;
Ermeni mezaliminden kurtulmak...
Halife toprağında Cuma namazı kılmak...
Türk çocuklarını Osmanlı okullarında okutmak...
Gibi nedenler etkili olmuş.
***
Türk ordusunun Erzurum'a doğru geri çekilmesi ile başlayan...
Ve yaklaşık beş yüz bin kişiyi muhacir durumuna düşüren göç süreci...
Savaşın kaybedilmesini izleyen üç yıl boyunca devam etmiş.
İşin en ilginç yanı şudur ki!..
Bu göçe ilişkin, Osmanlı Arşivlerinde tasnif edilmiş belge yok denecek kadar az!
Yahudi, Çerkez, Arnavut, Boşnak vesaire...
Diğer milletler ile ilgili çuvallar dolusu belge var da!..
Her ne hikmetse? Beş yüz bin muhacir Türk ile ilgili belgeler yok raflarda!
Genç tarihçilere bu durumu şimdiden not ettirmiş olalım.
İleride "İskan-ı Muhacirin Komisyonu" defterlerini bulurlar belki de!
Ama yine de göç ve iskân konularına ilgi duyan bir Ahıska Türkünün...
Devlet Arşivleri Genel Müdürü olması umudumuzu yitirmedik hâlâ!
Böylelikle bizim belgelerimiz de tasnif edilebilecek anlaşılan.
Halen tasnif edilmeyi bekleyen yüz yirmi milyon belgeyi,
Umarım sonsuza kadar beklemek zorunda kalmayız!..
***
Rusların, bu göçü sözde "durdurma!" girişimleri bir sonuç vermemiş,
Ermeni çetelerinin bölgedeki katliamları, acımasızca sürüp gitmiş.
Savaşın kaybedilmesinin ardından...
Erzurum vilayeti, muhacirlerin toplanma yeri olmuş.
Ve Anadolu'nun diğer vilayetlerine dağıtım merkezi işlevini görmüş.
İskân-ı Muhacirin Komisyonunun çalışmaları ile...
Ülkenin iskâna elverişli bölgeleri belirlenmiş.
Muhacirler, İç Anadolu'nun muhtelif vilayetlerine iskân edilmişler.
Sivas, Yozgat, Çorum, Tokat, Amasya, Niğde, Nevşehir...
Bu sırada aileler parçalanmış,
Yaşlı, çocuk ve kadınların çoğu göç sırasında hayatlarını kaybetmişler.
Bu masumların, mezarları dahi bilinemiyor hâlâ.
***
Ahmed Refik (Altınay) adlı bir tarihçinin anılarından söz etmek istiyorum biraz.
Bu kişi, 1918 yılında Ardahan yöresinde incelemelerde bulunuyor.
Kafkaslar'daki Rus ve Ermeni zulmünü yerinde tespit ediyor.
"Kafkas Yollarında" isimli eserinde Ardahan ve Göle yöresi için diyor ki:
"Ardahan halkı Türk ve Müslüman. Ahalinin Osmanlılığa ve Türklüğe o derece muhabbetleri var ki, çarşı boyunca, üzerinde 'Muhabbet Kıraathanesi' yazılı yerlerde devamlı gramofon çalıyorlar, milli türküleri zevk ve âhenkle dinliyorlar. (...) Milliyet duygusu, Türklük sevgisi buralarda pek yüce."
Tarihçi Altınay, Göle'den Ardahan'a kadar uzanan yol üzerinde, işgal sonrasında Rusya'dan ve Ermenistan'dan getirilip yerleştirilmiş gayrimüslimlerin köylerinin son derece bakımlı durumda olduğunu belirtiyor ve...
"Merdinik (Göle) civarındaki İslam köyleri ise harap vaziyette," diyor.
Ve mahalli âşıklardan duyduğu bir ağıttan söz ediyor:
Bu viran yer, bahar mıdır, arandır,
Kadir mevlâm, çok muratlar verendir.
Ahmed Refik, Göle ve çevresi için, şunları eklemeyi de ihmal etmiyor:
"Türklüğün en çok hakim olduğu yerler buraları. Lisan açık ve güzel Türkçe. (...) Türküler hep aşka ve mertliğe dair..."
Bir de türkü öğrenmiş orada:
Vağavar'dan göç ettim,
Fındık kırdım iç ettim.
El oğlundan ötürü,
Genç ömrümü puç ettim.
***
93 Muhacirleri, Hamam bölgesine gelmeden önce;
"İskânlı Muhacir" statüsünde, devlet tarafından önce Erzurum...
Ve ardından da Sivas'ın değişik yerlerine iskân edilmişler.
Ama bu bölgelerde yeterli arazi olmaması...
Veya 1860'lı yıllarda Kuzey Kafkasya'dan göçüp...
Buralara iskân edilmiş Kumuk, Çerkes, Çeçen anâsırın...
Hoşnutsuzluk göstermeleri gibi nedenlerle...
Hükümetten izin almaksızın bazıları buraları terk etmişler.
Muhacirlerin yeni yerleşim bölgeleri arama çabaları sürüp gitmiş.
Hamam bölgesinin keşfedilmesi de bu gelişmelerin sonucunda olmuş.
Burayı iskâna açan aileler...
Ardahan'ın fiziksel coğrafyasına göre adlandırılmışlar:
Kuzeydeki dağlık bölgeden gelenlere "Meşe Ardahanlılar,"
Güneydeki düz platodan gelenlere ise "Düz Ardahanlılar" demişler.
Hamam bölgesine ilk yerleşen muhacir ailesi, Ardahan'ın Hanak ilçesine bağlı Aşağı Dikân[1] köyündeki yurtlarından ayrılarak göçen çıkan Kavukluoğulları sülalesine mensup "Gül Ahmet" ile beş oğlu imiş.
Daha sonra, Ardahan, Göle ve Hanak köylerinden gelenler buraya yerleşmişler.
Çardaklı,[2] Gec[3] Kodishara,[4] Sarzep,[5] Beberek,[6] Cincirop[7] ve Vardosan[8] dan...
Haliloğulları, Kadıoğulları, Mülâzımoğulları...
Hacıgiller, Kürtler, Arnavutoğulları, Acemoğulları ve diğerleri.
Bazıları araziyi beğenmemişler, "biz daha ileriye gideceğiz," demişler.
Ama hane sayısının artması lâzım ki, köy statüsü alınabilsin.
Gül Ahmet onlara; "burada kalın kardaşlar."
"Hep beraber burayı şenlendirek!" demiş.
***
Aslında köye yerleşen ailelerin büyük çoğunluğunun,
Ardahan'dan itibaren akrabalıkları ya da tanışıklıkları varmış.
İç Anadolu'nun yakın bölgelerinde yerleşmeye çalışan, ancak birbirleriyle haberleşme olanağını bulan diğer bazı aileler de sonradan gelerek buraya yerleşmişler.
Unutmamışlar, geldikleri yöreleri ve çektikleri acıları!..
Yüreklerine dantel dantel işlemiş dertleri, çeyizlik işlengi gibi.
Ağıtlar yakmışlar, viran kalan yurtlarına...
Gölgemi koyverdim KartalDağı'na,
Yüreğim ses verir irem bağına,
Göle Ovası'na Kür Irmağı'na,
Toprağı, taşına hasret kaldım ben.
Acı Suyu yudum yudum içende,
Sarme Dağları'nı bele geçende,
Turnalar gelip de sonra göçende,
Yazına, kışına hasret kaldım ben...
***
Sarıkaya'nın kuzey-güney doğrultusunda, küçük bir vadi vardır.
Bunun tam ortasından da "Öz" diye adlandırılan akarsu geçer.
Bu vadinin bazı yerlerinden çıkan sıcak su, çevresindeki alanı sazlık ve bataklığa dönüştürmüş.
Halk tarafından bu vadi ıslah edilerek, tarımsal faaliyet amacına göre; güneyi "yoncalık," kuzeyi ise "bahçelik" ve "dutluk" olarak kullanılmış.
Bataklığı ıslah ederken, hasret türküleri söylemişler...
Tamarza'nın bacaları tütüyor,
İmsak atmış, horozları ötüyor,
Gelinlik kızlar şimdi yatıyor.
Tamarza, Tamarza balam Tamarza,
Gönül ister sende kalam Tamarza.
Vadinin hakim noktasındaki yükselti, ilk gelenlerce iskân edilmiş.
Kısa süre sonra buraya bir mescit yapılmış ve daha sonra camiye dönüştürülmüş.
Yeni gelen muhacir kafileleri bu mescidin (ve caminin) çevresine yerleşmişler.
Türk muhacirlerden oluşan ve savaşın yıkımına uğramış bu halk, kısa sürede dönemin Yozgat Mutasarrıfı'nın ve Boğazlıyan Kaymakamı'nın sempatisini kazanmış.
Bu nedenle, her aşamada devlet yetkililerinden moral destek görmüşler.
Köyleri şenlendikçe, gönülleri de coşmuş...
Türküler söylemiş, halaylar çekmişler hep birlikte:
Dağlarda maralsın, çöllerde ceylan,
Olmuşam nahcivan, boyuna kurban,
Salın da gel, ben sana kurban.
Hoş bilezik, hoş yüzük, kolları nazik,
Ben yarimden ayrılmışım, vay bana yazık.
***
Sarıkaya'nın yönetsel statüsü;
1881 yılından 1935'e kadar Boğazlıyan'a bağlı "köy" olarak devam etmiş.
1935 yılında yine aynı ilçeye bağlı bir "nahiye merkezi" haline getirilmiş.
1957 yılında ise ilçe yapılmış.
Köy yöneticilerinin ileri görüşlü olmaları ve çocuklarının eğitimine önem vermeleri, sonraki nesillerin burayı daha da geliştirmelerinin önünü açmış.
Hem nüfusları artmış, hem de maddi varlıkları.
Sürüleri arttıkça, tarlalarındaki başaklar bereketlendikçe coşmuşlar:
Bu gelen nahır mıdır? Ay maral maral.
Saralan tahıl mıdır? Kız mısın, gelin maral?
Dediler yarin gelir. Ay maral maral.
Menzili yakın mıdır? Kız mısın, gelin maral?
Kimi zaman da, yeni gelinler nazlanmışlar...
Sitem etmişler, kaynana ve kaynatalarına:
Sabahınan kalktım, sütü pişirdim.
Sütün köpüğünü, yere taşırdım,
Kaynanamdan korktum, aklım şaşırdım.
Ah! Ne yaman da zormuş, burçak tarlası,
Burçak tarlasında gelin olması.
***
İşte, göç yüreklerde böylesine ince bir sızıdır dostlarım!
Vatanı terk etmek acı verir insana.
Avrupa'ya giden işçilerimiz kolay mı yerleştiler oraya?
O zavallıların neler çektiklerini kaçınız biliyorsunuz?
Ya da kuru bir parça ekmek uğruna gavur kahrı çekenlerin...
Çok mu mutlu olduklarını düşünüyorsunuz?
Bırakınız daha dünkü Almancıların gurbet öykülerini...
Sarıkaya'nın ikinci nesil yaşlıları bile sıla hasreti içinde öldüler.
"Ardahan! Ah güzel sılam Ardahan," diyerek son nefeslerini verdiler.
Bunlardan biri de, dedem Mülâzımoğlu Musa Çavuş idi.
Cennete göç edeli, tam otuz sekiz yıl oldu.
Sarıkaya mezarlıklarında yatan tüm ulularımız gibi...
O da mahşere kadar huzur içinde uyusun. Amin!
-2-
Sarıkaya'dan bir Gül Ahmet geçmişti...
Gül Ahmet'ten arta kalan, ulu bir kavak ağacıydı.
"Zat-ül Enver," derdik adına. Bizim çocuk gözümüzde, ne büyük ağaçtı ama!..
"Ucu bucağı yok, bu ağacın," derdik de...
Tepesine bakarken, şapkamız düşerdi başımızdan.
"Dedem, Medet Efendi dikmiş bunu!" demişti, arkadaşım Sezai.
"Benim emmim olan Medet Efendi," diye eklemişti, diğer arkadaşım Ahmet.
Bir keresinde; Sezai ve Ahmet ile birlikte...
Ağacın gövdesi etrafında kollarımızı halka yapmış...
Yine de ellerimizi birbirine kavuşturamamıştık.
***
Hamam Bölgesi, 1880'li yıllarda sazlık ve bataklık bir bölgeydi.
Sivrisineklerin yol açtığı sıtma hastalığı yüzünden...
Kimse bu bölgeye yerleşmeye cesaret edemiyordu.
93 Harbi yıllarında, Ardahan'daki Rus ve Ermeni katliamından kurtulabilenler...
Akın akın Anadolu'ya göç ediyorlardı.
Bunlar arasında, Ardahan'ın Dikân Köyünden...
Mehmet oğlu Gül Ahmet ile oğulları ve gelinleri de vardı.
"Kavukluoğulları" idi lakapları ve tamamı beş hane idiler.
Gül Ahmet'in çocukları Medet, Esat, Hurşit, Ferhat ve Derviş idiler.
93 Harbi sırasında, Ardahan'dan hicrete çıkmışlardı.
Kağnılarla sürdürdükleri yolculukları, mazıları kırılıncaya...
Yerleşecek bir yer buluncaya kadar devam etmiş ve nihayet...
Hamam bölgesinin yakınındaki Menteşe Köyünde...
Köyün ileri geleni, İbiş Ağa'ya misafir olmuşlardı.
***
Misafir odasındakiler, akşam yemeğini henüz bitirmişler ve...
Çam kütüklerin alev alev yandığı ocağın başında, kuru üzüm ile çay içiyorlardı.
Yanan kütüklerden çıkan mis gibi reçine kokusu, odanın her tarafına yayılıyordu.
"Aaah İbiş Ağa ah!" dedi, Gül Ahmet:
"Romatizmalarım gene azdı, İbiş Kardaş," dedi, dizlerini oğuşturarak.
"Ardahan'dan çıktık çıkalı, kabluca suyuna bir hasret kaldım ki, sorma!"
"Var! Ahmet Ağa" dedi, İbiş Ağa:
"Aha şu batıda, atınan yarım günlük mesafede bir kabluca var."
"Deme! İbiş Ağa."
"Hemi vallahi, hemi de billahi! Şu gözlerimle gördüm bir keresinde."
"Eyy! Ulu Rabbim…"
"Benim erkek develerden biri kaybolmuştu bir gün. Kızışma zamanıydı herhal, kırıklığa çıkmış yazıya yabana. Dişi deve arar dururmuş, her yerde zaar. Elinden öper, benim böyük oğlanınan gettik, orada bulduyduk, yaramazı."
"Boş mu ki oralar. Sahabı yok mu? Acık anlat hele, İbiş Ağa."
İbiş Ağa: "Bomboştur oralar. Külliyen bataklıktır. Kim netsin bataklığı? Battal Gazi hazretleri bile içine girse, üç günden fazla yaşayamaz. Sivrisinekten ve ısıtma hastalığından kırılır os saat," dedi, Ahmet Ağaya.
"Roma'dan mı, Urum'dan mı kalma dirler, her neyse biraz da asar-ı atika var," diye ekledi ardından.
Gül Ahmet, umutlanmıştı:
"Yarın erkenden benim çocuklardan ikisini gönderip, bir baktırsam mı ki?"
"Sen bilin, Ahmet Ağa."
Dr. Recep SANAL’ın Ardahan ve ilçeleri ile ilgili yaptığı araştırmanın sayfa 2’teki yazısının devamı
***
Ertesi günün sabahı, İbiş Ağanın büyük oğlu Memili ile birlikte, Medet ve Esat efendiler atlarını topuklamışlar; yeni toprakları keşfe çıkmışlardı.
Memili, öğleye doğru atın üstünde doğrulup, eliyle ileriyi işaret ederek seslendi:
"Aha," dedi. "Aha, şu irelideki harabalar, ısıcak suyun başı kardaşlar," dedi Medet ile Esat'a.
1880 yılının Mayıs ayı başlarıydı. Karlar henüz tamamen erimemiş, sıcak suyun olduğu yerden buharlar yükseliyordu.
"Bismillah!" diye elini suya soktu Medet Efendi. Aniden geri çekti:
"Amma da sıcakmış yav!"
Sonra Esat soktu elini, ardından da Memili.
Hepsi birden:
"Ey ulu rabbim, nasıl da kaynatmışsın mübareği," dediler.
"Abi, aynı Ahıska'daki kablucanın suyu gibi, değil mi?" dedi Esat, Medet'e.
"Haklısın Esat," dedi Medet. "Aynı Ahıska'nın kablucası gibi, babamız çok sevinecek."
"Ah!" dedi Medet, "bir de soğuk su olaydı, bunun yanında."
"Var!" dedi Memili. "Aha! şu irelide, Buğazlıyan istikametine doğru. Babamınan yüzümüzü yıkadıydık orda."
Atlarının yularları ellerinde, yaya olarak çamurlara bata çıka, bir cıgara içimi mesafedeki soğuk suya ulaştılar. Suyun başında birkaç kavak ağacı vardı. Gözenin etrafında ise yemyeşil ve nane kokulu, yaprakları kısa tüylü yarpuzlar...
"Elhamdülillah!" dedi Medet Efendi. "Rabbime hamd-ü sena olsun!"
"Turna Gözü gibi," dedi, kardeşi Esat.
Kana kana içtiler, gözedeki sudan. Avuç avuç alıp, yüzlerine serptiler. Kavak ağacından uzunca bir çipli kesti Medet Efendi. Soktu gözenin içine: "Bakak ki derinliği ne kadar?"
Çipli'nin yarıdan fazlası gözenin içinde kaybolmuştu.
"Amma da derinmiş, demek ki çok su var, burda!" dedi Esat.
"İsterseniz, bizim deveyi bulduğumuz çayırlara götüreyim sizi kardaşlar," dedi Memili.
Hepsi ayağa kalkıp: "Haydi! Gidek de görek," dediler.
***
Sürdüler atlarını Ilısu'nun çayırlarına doğru. Medet Efendi, çamurlar içinde güçlükle ilerleyen atın sağrısına elindeki çipliyle vurdu: "Hadi yağızım, deh bakalım!"
Bataklığın bittiği yerden itibaren dümdüz uzanan vadide, diz boyu otlar başlıyordu.
"Amma da genişmiş bu çayırlar!" dedi Memili hayretle. "Daha önce, hiç fark etmemiştim yav," diye ekledi.
"Şurdan," dedi Medet. Elindeki çipliyi Öz'ün kıyısında, tam sazlıkların bitip, çayırların başladığı yere soktu. "Yazın ciller kuruyunca, şurdan yokarıya doğru yeli arkamıza alıp da bir ataş versek, şuralar ne güzel bahçe olur!"
Ardahan'da, bataklıklardaki sazlara "cil" denirdi.
"Şu cil'leri, bir yaktık mı, buralarda ne sivrisinek kalır, ne de isitme," diye düşündü Medet.
***
Akşama kadar vadinin her yerini dolaştılar. Öz'ün kenarı sıra Boğazlıyan tarafına doğru gittiler, bir de köy gördüler orada. Sürdüler atları bu köye.
Bir derenin içindeydi köy. Alt başından "öz" geçiyordu.
Akşamın alaca karanlığında, bir köylü bozuk bir Türkçe ile:
"Dooorr," dedi onlara. Durdular.
"Benim adım Bato," dedi köylü adam.
Memili ile Esat birbirlerine bakakalmışlardı. Anlamadıkları bir dilden konuşmaya başlayan bu adamın, kendilerine ne dediğini çözmeye çalışıyorlardı. Medet efendi anlamıştı onun konuşmalarını.
"Bu adam Çerkezce konuşuyor," dedi usulca yanındakilere ve onun diliyle konuşmaya başladı.
"Bizler Tanrı misafiriyik, Bato kardaş," dedi, Medet ona.
"Kimlersiniz, nereden gelir, nereye gidersiniz ağalar?"
"Kafkaslar'dan gelirik, meçhule giderik kardaş," dedi Medet, Çerkezce konuşarak.
Kafkasların adını duyunca, gözleri kedi gözü gibi parıldadı alacakaranlıkta Bato'nun:
"Gelin hele, akşamın bu dar vaktinde dışarıda kalmayın," diyerek evine buyur etti, Bato onları.
Bato ile Medet önde, Memili ile Esat arkada, atlarının yularını ellerinde tutarak Bato'nun evine doğru yürüdüler. Avlu kapısına vardıklarında, Bato kesik kesik üç defa öksürdü. Medet anlamıştı:
"Biz şurada atların eyerlerini bir çözek. Sen de evdekilere bir haber ver hele Bato Ağa," dedi.
Medet Efendi, Ahıska'daki medresede hatiplik tahsili yaparken, Kafkasların değişik yörelerinden arkadaşlar edinmişti. O zamanlar Ahıska Medresesi'nde; Kazak, Özbek, Kıpçak, Kumuk, Lezgi, Karaçay gibi Türk talebelerin yanında; Çerkez, Çeçen, Acem, Arap vesaire diğer Müslüman milletlerden de pek çok talebe vardı.
Çerkezce'yi işte burada, aynı yatakhaneyi paylaştıkları Çerkez arkadaşı İdris'den öğrenmişti. Sadece dillerini değil, adetlerini de öğrenmişti onların. Eğer, ev sahibi avlu kapısını kendisi açıp da misafiri içeri buyur etmez ise, o eve girilemez, misafir olunamazdı.
Bato, onları bir güzel ağırladı, yedirdi içirdi. Köyün ileri gelenlerine haber saldı. Herkes koşa koşa geldiler:
"Kafkaslar'dan, yağız atlı gençler gelmiş köyümüze," dedi ihtiyarlar.
"Bakalım oraların ahvali nicedir? Gençlere sorak da öğrenek," dediler bazıları.
Çerkez gençler: "Bizim avullar, Urus'un mu Ermeni'nin mi elinde kaldı? iyice bir anlıyak," dediler.
Sabaha kadar konuştular...
İhtiyarlar gözyaşına boğuldular. Gençler heyecanlandılar.
Ruslara ve Ermenilere lanetler yağdırdılar hep birlikte. Kolay mı, buradaki Çerkezler de bundan, kırk yıl önce Kafkaslar'dan sökülüp atılmışlar. Padişah fermanlar göndermiş, Ankara Valisine ve Bozok Mutasarrıfına:
"Çerkez kullarımı eyi yerlere, mümbit topraklara iskan edüp, çift çubuk viresiz. Amma bir didiklerini iki etmeyesüz!"
***
İşte bundan ibaretti, Kayapınar Köyü'nün ve oraya yerleşen Çerkezlerin öyküsü.
O akşam, tekmil Türk ve Çerkezler dost olmuşlardı.
"Birkaç gün daha misafirimiz olun," dedi Çerkezler, üç yabancı gence.
"Sağolun ağalar," dedi Medet Efendi: "Yolcu yolunda gerek!"
"Gelin buraya yerleşin de komşu olak," demişti Bato onlara.
"Babam bilir, Bato Ağa. Hele ona müjdeyi bir verek de."
"Selam söyleyin babalarınıza. Gül Ahmet ağaya, İbiş ağaya," dedi, Çerkez İdris.
"Başüstüne!" dediler gençler. Topukladılar atları.
Tırıs giden atlarının üzerinde, iki kardeş birbirlerine dediler ki:
"İrelde burayı köy yaparık inşallah, Kayapunar gibi."
"Hemi de ne güzel bir köy yaparık ama..."
Gel zaman, git zaman...
Allah yardım etti bu kullarına, yerleştiler bu boş araziye.
Ve adını da "Hamam" koydular.
İşte, şu meşhur "Zat-ül Enver" ağacı, Medet Efendinin, sazlık ile çayırlık alanı işaretlemek için diktiği çipli'nin yeşerip, büyümesinden meydana gelmişmiş. Burası mezra imiş önce, kısa sürede köye dönüştürmüşler muhacirler.
Kavak ağacından kesilen çipli büyüdükçe, Hamam Köyü de büyümüş ve gelişmiş...
***
Ne ulu bir ağaçtı, şu Zat-ül Enver!..
Ne akıllı bir zat imiş, merhum Gül Ahmet.
Ve ruhu yakın zaman önce göğe yükselmiş olan, torunu Yüksel Mehmet'e...
Allah'tan gani gani rahmet.
[1] Adı Alaçam olarak değişmiştir. Halen Ardahan ilinin Hanak ilçesi merkezinde bir mahalledir.
[2] Adı değişmemiştir. Halen Ardahan ilinin Göle ilçesinin Çayırbaşı bucağına bağlıdır.
[3] Adı Geçköy olarak değişmiştir. Halen Ardahan ilinin Hanak ilçesinin merkez bucağına bağlıdır.
[4] Adı Akyaka köyü olarak değişmiştir. Halen Ardahan ilinin Yalnızçam bucağına bağlıdır.
[5] Adı Sulakyurt köyü olarak değişmiştir. Halen Ardahan ilinin merkez bucağına bağlıdır.
[6] Adı Çetinsu köyü olarak değişmiştir. Halen Ardahan ilinin Yalnızçam bucağına bağlıdır.
[7] Ardahan ilinin merkez bucağına bağlı iki ayrı Cincirop köyü vardır. Bunlardan; Büyük Cincirop'un adı Ağzıpek, Küçük Cincirop'un adı ise Sugöze olarak değişmiştir. Buradan gelen 93 Muhacirlerinin bir bölümü Sarıkaya'ya bağlı Tomarcahüyüğü köyüne yerleşmişlerdir.
[8] Adı Yamaçyolu köyü olarak değişmiştir.Halen Ardahan ilinin Hanak ilçesinin merkez bucağına bağlıdır.
yazınızı beğendim yazdınız için tşk. ederim bende kayapınar çerkeziyim fakat şimdi kayapınarda 3 çerkez hanesi kaldı biride bizim hane
bu yazıyı yazan kimse lütfen kaynakları da göstersin. neyi nerden ve kimden aldığını. emeğe saygı yani kimse başkasının eserini babasını malı gibi yayınlayamaz. Burda kaynaklık edenler var, bu türkülerin birde sahibi var Göleli Bahi Göleli Nalbant ve diyerleri neden anılmaz..