Türkiye ile Ermenistan arasındaki “protokollerin” , uluslararası, görkemli bir törenle imza töreninin üç saat ertelenmesi, sonra da ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un ve İsviçre’nin araya girmesiyle, adeta kerhen imzalanması, bu “açılım” hakkında hep söylediklerimizi, protokollerin, içeriği hususundaki vahim sakıncalar başta olmak üzere kanıtladı.
ÇELİŞEN - ÇAKIŞAN ÇIKARLAR
ABD’nin, Rusya’nın ve AB’nin, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin düzelmesine, aradaki sınırın açılmasına, bu kadar aşırı önem vermelerinin sebebinin, hepsinin bir yerde çatışan, aynı zamanda da “çakışan” petrol-enerji hatları-Kafkasya dengeleri hesapları ve çıkarları olduğu apaçık!... Kısacası “Eski Büyük Oyun” , bugün yeni unsurlarla devam ediyor ve Türkiye de bu oyunda figüran. Senaryonun altında, bir de başka “küçük oyun” var. Özellikle, Türkiye’de holdinglerin ve medya organlarının kalemşorlarının, biri birleriyle hem çakışan, hem de çatışan çıkarları var...
Dün kriz baş gösterince, iki grubun “adamları”, birlikte nefeslerini tuttular, Kürtlerin ve Ermenilerin has adamı Hasan Cemal’in yüreciği “hop etti!” Hasan toplantı arifesinde, “Şeytan üçgeninden, barış üçgenine” diye yazıyordu... Kimin barışı? Hangi barış?
Bunlar, imza törenini “heyecanla” beklerken, televizyonlarda kestikleri ahkâm, kriz çıkınca, birden, “hamamda türkü” söylemek gibi kalıverdi. Kriz güya çözülmüş görünse bile, “gerçek dünyada” hiç öyle değil!...
ANAHTARLAR
Bu açılım konusundaki asıl “gerçek” , üç saatlik güya “mini”, fakat aslında, müzmin “büyük krizin” anahtarlarında... Ermeni tarafında Nalbantyan’ın, Daavutoğlu’nun metnindeki, “Kafkasya’da barış, Kafkasya’da istikrar” derken Yukarı Karabağ konusunu vurgulaması... Türk tarafında da Nalbantyan’ın, “süreçte önşart olmaksızın” demesi ve “Soykırımını” ima etmesi rahatsız etmiş, olacak... Erivan’ı, Başbakan Erdoğan’ın Karabağ konusunda taviz verilmeyeceğini söylemesi de, kızdırmış olacak!
“Kriz çözüldü” deniyor, bunu Davutoğlu’nun “dehasına” atfedenler var... Hatta bu üç saatlik krizden “musibetten” nimetler bekleyenler de var. Bekleye dursunlar!
“Açılım”, zaten pamuk ipliklerine bağlıydı... Şimdi “iplikler pazara çıktı” .
Dünkü TV “sohbetlerinde” bizim yandaşlar, Karabağ konusunun önemli olmadığını, hatta Azerilerin Türkiye’nin çıkarlarına engel-köstek olduğunu söylediler. Azerileri, milliyetçileri suçladılar... Bizimkiler edilgen, Ermeniler ise taviz vermemekte kararlılar!
Gözardı edilemeyecek gerçekler bunlar!... Azerbaycan ve Karabağ bizler için duygusal olduğu kadar, oynanmakta olan “Büyük Oyunda”, kendi öz çıkarlarımız ve şimdi hayal gibi görünse de, AB’ye karşı “Türk Birliği”, kozumuz...
Ermeni milliyetçilerine ve diasporasına gelince, bunlar da Sarkisyan iktidarının, göz ardı edemeyecekleri gerçekler... Dünkü krizde Nalbantyan’ın sorun çıkarmasının baş sebebi “Diasporadan korkuydu! ...
Diaspora ne diyor?
Amerika’da yayınlanan Armenian Weekly Dergisinde, protokolün ayrıntılı olmasına, Türkiye’nin toprak bütünlüğünün garanti edilmesine ve soykırımı konusunun tekrar incelenmesine şiddetle itiraz ediliyor. “Ermenistan liderleri ’duygu’yüklü birçok sorunları, aynı zamanda tek belgeyle halletmeye çalışmak yanlışını yapıyorlar” dendikten sonra; “Yılların düşmanlıkları bu kadar acele çözülemez. Ermeni Hükümet, işe, önce diplomatik ilişkilerin kurulmasıyla ve sınırların açılmasıyla, başlamalıydı... Başlıca hedef, 16 yıl önce Türkiye tarafından kapatılan sınırların açılması olmalı, böyle olunca da müzakereleri uzatmaya ve böyle ” ilgisiz “ sorunları, kabul edilemez koşulları içeren bir protokole gerek yoktu, protokolde şu cümle yeterdi;’Ermenistan ve Türkiye aralarında diplomatik ilişkiler kurulması, aralarındaki sınır kapısının 1 Ocak 2010’da açılması hususunda anlaşmışlardır’ diyorlar.
Gerisi onlar için boş laf, ABD ve AB için önemi yok fakat Türkiye ve Türk Milleti için, asla vazgeçilemeyecek, hayati “kırmızı çizgiler”!
Görmüyor musunuz, aradaki kapatılamayacak “derin uçurumu”?... Sayın Davutoğlu diplomatik dehası ve “sıfır problem” formülü ile nasıl dolduracak, bu uçurumu?
“Uçurumculuk” denen bir müzakere, diplomasi yöntemi vardır.Taraflar, biri birlerini “uçurumun kenarına” kadar getirerek, anlaşmaya zorlarlar! Şimdi de gerçekte, durum bu!
Özetlemek gerekirse: Protokoller dışarıdan, suni ilkahla peydahlandı... Ermeniler “cenini”, ucu kıvrık hançerleriyle, karın deşerek almayı amaçlıyorlar ama çocuk sakat, hatta ölü doğdu! Bakalım cenazeyi kim, nasıl, kaldırılacak?***
18 Nisan 1909 (31 Mart Olayı) 'da Batı emperyalistlerinin kışkırttığı gerici akımların hareketlerini; 30 Ekim 1918 Mondros Antlaşması ile Türk Milletinin elinin-kolunun bağlandığı; 10 Ağustos 1920 Se'vres Antlaşması ile Anadolu'nun pasta dilimlerine bölündüğü; ve de bu olayların aynen bugün de gerçekleştiği bu konular hakkında bahçeli yandaşlarının yapacağı yorumları beklerim...