1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

Çanakkale’nin İçinde…

Çanakkale “Deniz zaferinin”, 94. Yıldönümü anma törenlerinden anlamlı fotoğraf kareleri vardı; Bunlardan birini Yeniçağ manşete çıkardı; Komutanlar ve başörtülü bir şehit anası… Çok şey anlatıyor!

Bir diğer kare: Başbakan, Bakanlar, Genelkurmay Başkanı beraber! Erdoğan ve diğerleri, herhalde “Zaferi” kazanan (!) evliyalara rahmet okuyorlar… Komutanlar da, muhakkak, Çanakkale Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’i anıyorlardı. O zaferi “evliyalar” kazanmadı ama Mehmetçiklerin ve Yarbay Mustafa Kemal’in arkasında, “evliyalar” ve “Allah. Allah” imanı vardı!

Şimdi, “Ordudan”, Mustafa Kemal’den ve Atatürk Cumhuriyetinden “kurtulmak” isteyenler var… Bu maksatla Çanakkale Zaferini de küçümsemek isterler! Bakın bunlardan biri, Hürriyet’te yazan, her türlü “tercihi” mâlum, Hadi Uluengin; “Çanakkale” zaferi konusunda yazdıkları bu zaferin tarihimizde, milletimiz için önemini, Kurtuluş Savaşının- “dirilişin” yolunu açtığını anlamamış - anlamak da istemiyor. Artı, bu aymazlığı, “Ordunun vesayetinden” kurtulmak “açılımına” veya “modasına” alet ediyor!

Uluengin, “Çanakkale içinde bir reşit selvi” başlıklı yazısında, milletimizin duygularını ve Orduyu, Çanakkale içinde vurmaya çalışmış…18 Mart zaferinin bayram gibi kutlanmasından şikâyetçi… Başka ülke ordularının da böyle zaferleri varmış, ama onlar bu “sıradan” zaferi bizim gibi, yıllardır “militaristçe – ilkelce” kutlamazlarmış!

Ve devam ediyor: “Acaba bundan böyle Çanakkale de mi milli bayram addedilecek” diye! Ve “cigarayı yakıp o milli bayramları teker, teker saymış. “23 Nisan bir; 19 Mayıs iki; 30 Ağustos üç; 29 Ekim dört; artı, her şehrin ya kurtuluş ya fetih günü beş; demek bir de yukarıdakini eklersek altı edecek ki, breh breh breh! …“Çanakkale savunması tabii ki askerlik tarihimizin altın sayfalarında yer alır. Lâkin adı üstünde, eninde sonunda bir “savunmadır. Stratejik bütünü yitirilmiş savaşın taktik bir zaferdir. Azı yoktur ama çoğu da yoktur”.

Bu adamın bu hezeyanlarına cevap vermeyi, bizim başka milletler gibi, ordumuzun da, çok şükür, başka ordular gibi olmadığını ve tarihimizdeki zaferleri anmamızdaki derin manayı anlatmayı, abes ve boşuna nefes tüketmek olacak… Köre renk tarif etmek, bazılarında genetik veya sonradan olma duyarsızlıkları telkin etmek mümkün mü?

Fakat bu adamın, adamların bu “zaferi” küçümsemek vesilesiyle, asıl maksatları anlaşılıyor… Uluengin diyor ki “Çıkış anında soyut bir kavram olan “millet” ulus-devletin somut milletine yaklaştığı oranda ideolojik milliyetçilikten uzaklaşır …“ulusalcılıkla” köprüleri atar. “öteki”yle barışır. Zira artık oturaklaşmıştır! Zira artık mantıkileşmiştir! Zira artık aklileşmiştir! Dolayısıyla da, “öteki” korkusuyla ürettiği o hamaset nutuklarına, o bayrak fetişlerine, o kişi tapınmalarına, o bayram enflasyonlarına ihtiyaç duymaz. Efsanelerle yatıp kalkmaz… Başka bir deyişle, millet milliyetçilikten ve ulus–devlet “ulusalcılıktan özgürleştiği ölçüde modern “millet”e ve modern “ulus-devlet”e dönüşürler ki, zirveye ulaşmış olurlar… Böyle bir aşamaya varmış insan topluluklarına da “reşit millet” ve “reşit ulus” denir… Ve umalım ki, gelecek sene, yani Çanakkale’nin 96’ncı yıldönümünde, seferberlik türküsündeki selvi bu vakur, bu mantıklı ve bu güvenli rüşt ispatında biraz boy atmış olur.”

Özetle, demek istiyor ki bir milletin rüştünü ispat etmesi için “zaferlerinden” ve Ordusundan “kurtulması” gerekiyor.

Aslında bunları adam sayıp tartışmak beyhude… Fakat dedikleri, düşünceleri, bir zihniyeti yansıttığı için vesile - konu yaptım.

Bu adamlarla Çanakkale zaferinin önemini tartışmak beyhude. Bütün dünya tarihçileri bu zaferin, bşk hezimetten sonra Kurtuluş Savaşının milletin direniş ve dirilişin yolunu açtığını söylüyorlar… Churchill’in “budalalığı” denen “ Çanakkale fiyaskosu onun siyasi karayerini etkiledi, İngiltere politikasını seyrini değiştirdi! Ünlü tarihçi Bernard Lewıs, ”Türklerin bu zaferi, sadece Türkiye’nin kaderini değil, Birinci Dünya Harbin kaderini tayin etti” der.

Meğer ben boşuna nefes tüketmişim - Aynı Hürriyet gazetesinde – Hadi’ye köşe veren Ertuğrul Özkök, adını vermeden, Ona cevabı, Başbakanı, şimdi onu eleştiren eski yalakalara karşı savunurken vermiş-! “ARKADAŞ, sen hiç sırtından bıçaklandın mı?” diye soruyor… Yazının tamamını Başbakana övgülerini ayıklayarak, okumak lazım!***

Yayın Tarihi : 23 Mart 2010 Salı 10:04:01


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?