Sayın Başbakanımız Erdoğan, kelimeleri seçmekte özürlü... Bazı sözlerinin ucunun nereye gideceğini ya bilmiyor ya da...
Son olarak, Wall Street Journal’a verdiği beyanatta, Aydın Doğan’a kesilen 4,8 milyarlık vergi cezasını şu sözlerle savundu: “ABD’de de vergi kaçırılması ile ilgili sorunları olan kişiler vardı. Akla Al Capone geliyor. Çok zengin idi ancak hayatının geri kalanını cezaevinde geçirdi. Kimse de sesini çıkarmadı.” Neresinden bakarsanız “münasebeti olmayan” bir söz. “Teşbihteki” vahim hatadan öte, “ayıp”!...
Al Capone Amerika’nın 1920-30’lu yıllarında içki yasağının müsait zemininde şöhret yapan azılı bir gangster. Mafya başıydı; adam öldürme, adam kaçırma, içki kaçakçılığı, haraç kesme, kumar gibi “organize işlerle” şöhret yapmıştı... Rakip çetenin elemanlarını “StValantine -Sevgililer Günü- Katliamında”, kurşuna dizdirmişti... Fakat bir türlü yakalanamıyor, adaletin önüne çıkarılamıyordu. Çünkü polisi ve bir kısım yargıyı maaşa bağlamıştı... Ancak FBI kurulduktan sonra ajanlar vergi kaçakçılığını tespit ettiler. Müebbet hapse mahkum edildi ve ünlü Alkadraz Cezaevine gönderildi. 1939’da şartlı olarak tahliye edildi ama çok geçmeden frengiden öldü!
Aydın Doğan’ı, medyasını eleştirebilirsiniz ama Doğan Holdingi mafyaya, Aydın Doğan’ı Al Capone’a benzetmek, hatta ima etmek bile en hafıf deyimiyle münasebetsizlik!
Hem Doğan Holding hakkındaki misli görülmemiş ağır ceza, belki, şeklen caizdir de, asıl maksadın basını susturmak, tehdit etmek olduğu inkâr edilemez...
Başbakan keşke bu benzetmeyi yapmasaydı ama maalesef böyle gafları hep yapıyor... Eğer benzetmeler yapılacaksa, Erdoğan hakkındaki benzetmeler de çok.! Basına olan tahammülsüzlüğünün bir mağduru da, kendisine “pervasız kabadayı” dediğim için ağır para cezasına mahkûm ettirdiği ve emekli maaşıma da haciz koydurduğu, benim.
İstanbul’daki IMF toplantısı, IMF’ye karşı, ilke olarak haklı tepkilere vesile oldu, ama tepkiler örgütlü olarak çığırından çıktı, protesto ve bildiri okumakla kalmadı... Vandallığa dönüştü! Ancak, Erdoğan bu konuda da gene yanlış anlaşılacak şeyler söyledi; “Bu tepkilere kulak vermeliyiz.” Kulak verilecek, mazur görülecek tepkiler; kongre salonu dışında, adeta kan gövdeyi götürürken, Beyoğlu’nu, Taksim’i, savaş alanına çeviren, neredeyse 6/7 Eylül olaylarını hatırlatan, yüzleri maskeli, kızıl bayraklı isyancıların, sapanla misket ve molotof kokteyli atarak, vitrinleri kırarak, bankalara saldırarak gösterdikleri “tepkiler” mi?
HABERCİLERİN HATASI
Burada medyaya, habercilere de bir çift sözüm var. Gazeteleri, televizyonları izledim; hiçbirinde, bu, iyi organize edilmiş, teçhiz edilmiş, hazırlıklı “eylemcilerin”, hangi örgütten olduğu araştırılmadı, söz konusu edilmedi, açıklanmadı... Bence, bu olaylarda PKK provokasyonu da araştırılmalıydı... Bir PKK bayrakları, Apo posterleri yoktu, yöntemler, silahlar, sapanlar, misketler ve molotof kokteylleri aynıydı!
Ama sonunda, asıl büyük suçlu her zaman olduğu gibi, “Polis”! Polisler, eylemcilerin attıkları kaldırım taşlarına, misketlerine hedef olurken, banka, dükkân camları vahşice kırılırken biber gazı, göz yaşartıcı bombaları kullanmışlar. Ya ne yapacaklardı? Eylemcilerle, polis arasında kalan bir vatandaş, kalp krizinden ölmüş, diğer vatandaşlar da etkilenmişler... Suçlu Polis!
Haberci, yorumcu meslektaşlarıma sormak isterim, siz olsanız böyle bir durumda ne yapardınız?***