“5-6-7 Ekim” tarihleri, İstanbul ve ülke tarihine, 1207’de Haçlıların Bizans’ı yağmalamaları...
1730’da “Patronalı Halil”, 1802’de “Kabakçı Mustafa” ayaklanmaları ve unutulmuş, “30 Eylül 1895 ve 26 Ağustos 1896 Ermeni ayaklanmaları”...
1955’de “6-7 Eylül” talanından sonra, muhakkak, en önemli ve acı olaylardan biri olarak tarihe geçecek! Hepsinin mahiyetleri, gerekçeleri ayrı idi ama hemen hepsi dönemlerini kapatmış veya ayırmış!
Dünya Bankası ve IMF’nin İstanbul’daki yıllık toplantısı, İstanbul’u savaş alanına çevirdi. Gerçi IMF’ye tepki haklı, ben de, bu modern “Kapitülasyonlara” karşıyım. Protestolar olmalıydı, ama böyle, hunharca, haince, vahşice, sapanla, misketlerle, taşlarla, bankaların, dükkânların vitrinlerini kırarak, molotof kokteylleri atarak değil... Ülkeye, IMF’nin vereceği zarardan fazla zarar vererek, değil! Olaylar “amacı aştı” demek de yanlış... Çünkü besbelli ki, bu vandallığın amacı aslında, “protesto” değildi... Bizatihi provokasyondu, bir iç savaşın habercisi. Hiçbir surette mazur görülecek tarafı yok!
ORGANİZATÖRLER
Organizatör örgüt DHKP-C, geçmişteki, 70’li dehşet yıllarının faili THKP’ye dayanır, Amaç “Türk ve Kürt Halklarına özgürlük”idi... DHKP-C, açıkça PKK bağlantılıdır ve taşerondur... O maskeli barbarların kimlikleri, kökenleri tespit edilince, bu hakikat muhakkak ortaya çıkacaktır. Şimdiye kadar özellikle medya, bu “hüviyet tespitini” yapmadı! Neden?
Kısacası, “protestolar” maksadını aşmadı, aksine, maksadına ulaştı. Polis vaktinde davranmasaydı kongre merkezini, yabancı katılımcıları, Hükümet erkânını, diri diri yakacaklardı ve plan tamam olacaktı! Ama polise, bu başarısından dolayı madalya verilmeyecek, “her zamanki suçlu, Polis” olacak!....
Bütün bunlar boya iken, tabir caizse asıl suçlular bir tarafa kondu ve kabak Valinin ve Polisin başında patladı!
ORANTISIZ ELEŞTİRİLER
Önceki akşam televizyonları izlerken, gözlerime, kulaklarıma inanamadım; KESK Genel Başkanı Sami Evren, gözlerimizin içine bakarak, “Polis, bizim protestolarımızı engellemek için, olayları aşırı şiddet kullanarak, özellikle tahrik etti” dedi.
Daha hayret verici ve vahimi, akıllı liberal aydınlarımızdan Emre Kongar’ın, yorumu idi... Hoca “orantısız bir denge” kuruyordu. Özetle: “Eylemcilerin yaptıkları rezalet, bu olayların daha da çığırından çıkmasına engel olan polisin yaptıkları rezalet ve mallarını, mülklerini korumak için eylemcileri, sopalarla durdurmaya çalışan halkın yaptıkları da rezalet. Başka bir “hocanın” Nasrettin Hocanın öyküsü aklıma geldi, ama “sen de haklısın Kongar Hoca” diyemeyeceğim.
Rahat köşelerden, ahkâm kesmek kolay. Polisler bu vandallık ve vahşet karşısında misketlere hedef olurken ve etrafında molotof kokteylleri uçarken, araçları, bankaların vitrinleri, hunharca tahrip edilirken ne yapsalardı. Vali Muammer Güler ve Emniyet Müdürü Çapkın nasıl, ne emirleri verselerdi? “Orantısız güç” aslında o vandalların, modern barbarların, kaba gücü idi.
Ben devlet ve polisi olsaydım ne yapardım? Açıkça söyleyeyim; bu modern “vahşileri ” toparlar-oracıkta, sallandırır –kurşuna dizdirirdim ibreti âlem için!
Şimdi bu azgın herif ve kadınların bazıları gözaltında! Mahkemeye çıkarılacaklar; suçları, “belki” tespit edilir “belki” ispat edilebilirse, “belki” mahkûm edilecekler ve “belki” bir kaç ay hapis yatacaklar ve sonra, daha da bilenmiş olarak çıkacaklar ve eylemlerine “muhakkak” devam edecekler... Çünkü artık, ciddi bir “caydırıcılık” yok... Ne varsa AB elimizden aldı! Bakın AB, vahşeti kınayacağı yerde, Polisin biber gazı kullanmasını kınıyor! Bu gibi olaylar üzerine sıkıyönetim uygulanırdı. Ama AB bunu da yasak etti...
Açıkçası, AKP iktidarı İstanbul ayaklanması karşısında aciz kaldı... Böyle vahim ayaklanmalar karşısında yapılması gereken, sıkıyönetim ve “Olağanüstü hal” ilan etmektir, ama AKP İktidarı askerlerin siyasete karışmasını, sadece İstanbul’da değil, bütün yurtta, “idare” elden gitse bile, istemez!
Bu arada elde ne kalacak? Bilinmez!***