25
Nisan
2025
Cuma
ANASAYFA

1923’ten 2008’e Cumhuriyetin Değerlendirilmesi (17)


12 EYLÜL İŞKENCELERİ (2)

12 Eylül 2008 Tarihli hürriyet gazetesinde yayınlanan aşağıdaki haberi, Kent haber sayfalarındaki yorumlarıyla birlikte aşağıya almakla, 12 Eylül vahşetinin tüm çıplaklığıyla tam bir fotoğrafını verdiğimi düşünmekteyim. Buyurun birlikte bakalım işkencelere ve düşünelim, bilim ve teknolojide hiçbir varlık gösteremeyen devletimizin, işkence konusunda, dünya liderliğini nasıl ele geçirdiğine.

“Gazeteci Oğuz Güven'in 78 kuşağını anlattığı "Zordur Zorda Gülmek" adlı kitabında insanın kanını donduran işkence yöntemleri anlatılıyor.

12 Eylül 1980 darbesinin öncesi ve sonrasında "78 kuşağı" diye adlandırılan gençlerin yaşadığı trajikomik gerçek öykülerin yer aldığı kitap yeni öykülerle genişliyor.

3. Baskısını yine 12 Eylül'ün yıldönümünde yapan kitapta, bu kez Diyarbakır Cezaevi'nde uygulanan işkence yöntemleri de tüm ayrıntılarıyla anlatılıyor. İşte, Diyarbakır Cezaevi Gerçeğiyle Yüzleşme Araştırma ve Adalet Komisyonu raporundan akıllara durgunluk veren işkence yöntemleri:

FALAKA: Yaygın ve sürekli uygulandı. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir vb. vurularak gerçekleştirilirdi. Bu yöntem, ayak tabanlarını ve el ayalarını patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları sökerdi. El ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat bırakırdı.

KÖPEK SALDIRTMA: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtılırdı. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arası olurdu.

ZlNCİR: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır, tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla itilir. Tutuklu tek ayağından zincire bağlanır, bu zincir yüksek bir yere asılır, tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalırdı.

GERME: Tutuklunun bir bacağı merdiven kenarlığına bağlanır, diğer bacağı da açık bırakılan koğuşun gözetleme deliğine bağlanıp kapı kapatılır, tutuklunun bacakları koğuş kapısının eni kadar gerilir ve öyle kalırdı. Koşuşturulur, zincir tam gerilince, her iki tutuklu da sırtüstü yere düşerdi.

AYAKTAN ASMA/TEPE: 50-60 kişi havalandırmaya alınırdı. Gardiyan "tepe ol" komutu verince tüm tutuklular üst üste bindikten sonra, bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, istiklal Marşı'nın on kıtası okutulurdu.

KULE: Havalandırmaya çıkan tutuklular altı kişilik daire oluştururlardı. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçiminde tutuklular çıkarıldıktan sonra, gardiyanın "yıkıl" komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır ve böylece tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme ve çıkık olurdu.

RANZA ALTI: Gardiyanlar ellerinde kalaslarla koğuşa girip, "ranza altı ol" komutunu verince, koğuşta bulunan tutukluların hepsi ranzaların altına girerdi. Herhangi bir yerlerinin açıkta kalmaması gerekiyordu. Ranzaların altına tüm tutuklular sığmadığı için kiminin eli, kiminin kolu dışarıda kaldığından, gardiyanlar ellerindeki kalaslarla tutukluların dışarıda kalan kısımlarına vurmaya başlardı.

KANTAR: Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılırdı. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır, tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenirdi. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam ederdi.

KERVAN: Havalandırmada, tutuklular tek sıra dizilir, her tutuklu önündeki tutuklunun sırtına bindirilir, bacakları, altındaki tutuklunun boynundan aşağıya sarkıtılır ve kulaklarından tutması istenirdi. Gardiyanın komutuyla tutuklular yürümeye başlar ve bu işlem tutuklular ayakta duramayacak duruma gelene kadar sürerdi.

SEHPA: Tutuklu gece koğuştan alınıp, koğuş koridorunda gardiyan ve subaylardan mizansen olarak oluşturulan bir mahkemede sorgulanırdı. Mahkeme, tutukluyu idam cezasına çarptırır, ikinci katın merdiven kenarlığına bir ip geçirilip, ipin ucuna tutuklunun boyun kemiğini kırmayacak düzeyde kalın bezden bir ilmik takılır, tutuklunun boynu bu ilmiğe geçirilir ve temsili infaz gerçekleştirilirdi. Tutuklu tam boğulacağı sırada ip açılırdı.

COP SOKMA: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokardı. Sonra bu copu kendisine ya da bir başka tutukluya yalatırlardı.

ÇEK-ÇEK: Tutuklu çırılçıplak soyundurulur ve erkeklik organına bir ip takılırdı. Gardiyan ipin diğer ucunu alıp hızla koşar, tutuklu da zorunlu olarak gardiyanın peşinden koşar.

LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilirdi.

KiTAP OKUMA: Koğuşta bir tutuklunun eline kitap verilir, tutukluya avazı çıktığı kadar yüksek sesle tek tek sözcükler okutulurken, diğer tutuklular bu sözcükleri tekrarlarlardı. Sabahtan akşama kadar yapılan bu işlem sırasında, tutuklular ayakta durmak zorundaydı.

MARŞ SÖYLETME: Cezaevinde bulunan herkes elli'yi aşkın marşı ezberlemek zorundaydı. Bu marşlar tutukluların ses telleri tahriş oluncaya kadar söyletilirdi.

ÖL DEDİĞİMDE: Tutuklu havalandırmanın orta yerine çıkarılır, hazır ol durumuna geçirilirdi. Gardiyanın "öl" komutuyla tutuklu kaskatı, eklemlerini kırmadan yere düşürülürdü. Bu işlem gardiyanın keyfine göre tekrarlanırdı.

SİGARA İÇİRME: Bunun çok çeşitli yöntemleri vardı. En çok uygulananları şunlardı: Koğuşta kalan tutukluların eline beş adet sigara verilir, sigaraların tümü yakılarak devamlı ağzında tutulurdu. Gardiyanın "çek-bırak" komutuyla sigaralar bitinceye kadar içirilir, sigaralar-filtreleri dahil- tutuklulara yedirilirdi. Bu sırada koğuş pencereleri kapatılır, havasızlık ve dumanla boğulma ortamı yaratılırdı.

BANYO: Tutuklular çırılçıplak soyundurulur ve tek sıra halinde banyoya götürülürdü. Banyoda sabun kullanılmazdı. Hortumla tazyikli su tutukluların üzerine fışkırtılırdı. Daha sonra tutuklular koridora çıkarılır, "Yat-sürün" komutuyla tutuklular yerlerde süründürülerek koğuşlarına götürülürdü.

SAYIM DÜZENİ: Tutuklular günde en az beş kez sayılırdı. Her sayımdan önce, tutuklular sayım düzenine geçer, sayım talimi yaptırılır, yüksek sesle tekmil verilir, rahat-hazır ol ile, çöker kalkarlardı.

GECE NÖBETİ: Geceleri her koğuşta mevcuda göre 2-7 kişiye kadar tutukluya sırayla nöbet tutturulurdu. Nöbet sırasında devriye gezen gardiyanlar, koğuşun mazgal deliğini açar, nöbetçi tutuklunun mazgaldan dışarı elini uzatmasını ister, tutuklunun ellerine cop veya kalasla istediği kadar vururdu.

HASTANE: Hastanede de cezaevindeki kurallar geçerliydi. Hasta, tuvalete götürülmez, yatakta da hazır ol vaziyetinde yatardı.

VEREM: Veremlilerle, sağlam tutuklular birbirinden tecrit edilmez, aynı kapta yemek zorunda bırakılırdı. Aynı battaniyenin altında yatırılırlardı. Veremlilerin balgamları tahlil yapılacak bahanesiyle toplanır, karavanadaki yemeklere karıştırılır ve bu yemekler tüm tutuklulara yedirilirdi.

AYAKTA BEKLETME: Bu yöntem cezaevinde her gün geçerliydi. Sabah saat 05'den akşam 17-19'a kadar tutukluların oturması yasaktı.

KONUŞMA YASAĞI: Koğuş içindeki iki kişinin birbiriyle konuşması, tutuklunun gülmesi ve düşünür gibi görünmesi yasaktı. Böyle bir suçu işleyen tutuklulara yukarıdaki işkence yöntemleri uygulanırdı.

GECE BASKINI: Nöbetçi subay ve gardiyanlar, gece geç saatte tutukluların koğuşuna girerek, uyku sırasında tutuklulara cop veya kalaslarla dayak atarlardı.

AVUKAT-ZİYARET DAYAĞI: Avukat görüşmesine ve diğer görüşmelere gidip gelirken tutuklulara dayak atılırdı. Görüşlerde hiçbir şey konuşulmaması tembih edilirdi. Tutuklular avukatlarıyla savunma konusunda görüş alışverişinde bulunamazlardı.

MAHKEME DAYAĞI: Tutuklular mahkemeye götürülürken cenaze arabasına bindirilirlerdi. Elleri arkadan kelepçeli olurdu. Cenaze arabasına binerken ve çıkarken gardiyanlar tarafından dövülürlerdi. Hürriyet: 12 Eylül 2008

Peki, tüm bunları okuduktan, görüp duyup, yaşayanları dinledikten sonra, TC işkence yapmaz, benim devletim işkence yapmaz ya da işkencede insanlık dışı uygulamalara kalkışmaz diyebilir misiniz? Hala benim tarihimde yüzümü kızartacak bir sayfa yoktur diyebilir misiniz? Hatta dünya kurulduğundan buyana yapılan devlet destekli işkenceler arasında bir yarışma düzenlense, TC’nin ilk sıralarda yer almasının korku ve utancını hissetmez misiniz?

Şimdiye dek hep duyduğumuz bu işkence gerçeğini, yukarıda anlatılan çıplaklıkta bir kez daha okuduktan sonra, hala “Gece Yarısı Express’i” filmiyle TC’nin karalandığını düşünüyor musunuz? Oysa yıllarca hep, TC’nin karalandığını düşünerek üzülmüş ve karalayanlara karşı kin beslemiştik.

Ama görüyoruz ki, yukarda anlatılanlar ‘Gece Yarısı Express’inin’ çok ötesinde işkenceler ve üstelik bu insanlar TC’nin kendi vatandaşları ve yine, yüzde doksanının hiçbir suçu yok. İşkenceden geçenlerin yüzde doksandan fazlası hiçbir suç bulunamadığından beraat etmiştir.

Üstelik bu işkencelerin uygulandığı insanların büyük çoğunluğu da TC’nin, Türkülüğün ve milletin aşağılanmasıyla, rejimin ve devletin aleyhine davranılmasıyla ilgili olarak suçlanmış ve bu yüzden bu işkencelere maruz kalmışlardır.

Oysa bu işkencelerden sonra açıkça görülmektedir ki, TC’nin ve Türklüğün aşağılanmasının BİRİNCİ DERECEDE SORUMLUSU ve dünyada Türkiye ve Türk Milleti üzerinde oluşmuş bulunan kötü imajın EN ÖNEMLİ NEDENİ TC kendisidir. Hem de bırakın Ermeni’yi, Rum’u: kendi vatandaşlarına yaptığı işkence ve katliamların hiç birisinin hesabını vermemiştir. 1 Mayıs 1977 Taksim katliamı, 16 Mart 1978 üniversite katliamı, Aralık 1978 Maraş katliamı, Diyarbakır Cezaevi işkenceleri. 1993 Sivas Madımak katliamı ve 1995 Gazi olayları ve daha pek çok işkence ve katliam olayının hangisinde devlet hesap sormuş, hesap vermiş ve aklanmıştır?

Çünkü ne işkence ettiği insanlar, ne de ‘Gece Yarısı Express’ini’ çeviren düşmanlar, Türk milletine bu denli büyük bir kötülük yapamaz. TC’yi bu denli utanılacak yüz kızartıcı durumlara düşüremez ve bu denli karalayamazlardı.

Hepsi insanı insanlığından utandıran, hepsi insanın başını öne eğdiren, hepsi tiksinti ve mide bulantısının da ötesi, insanı kusma nöbetlerine götüren işkencelerden özellikle de şunlara tekrar bakalım isterseniz.

COP SOKMA: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokardı. Sonra bu copu kendisine ya da bir başka tutukluya yalatırlardı.

LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilirdi.

İŞEME: Havalandırmada bir tutuklunun yere yatması istenir, diğer tutuklulara, yerde yatan tutuklunun yüzüne işemesi istenirdi.

TECAVÜZ: Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altlarında zorla tecavüz ederlerdi. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbirlerine tecavüz etmeleri istenirdi.

VEREM: Veremlilerle, sağlam tutuklular birbirinden tecrit edilmez, aynı kapta yemek zorunda bırakılırdı. Aynı battaniyenin altında yatırılırlardı. Veremlilerin balgamları tahlil yapılacak bahanesiyle toplanır, karavanadaki yemeklere karıştırılır ve bu yemekler tüm tutuklulara yedirilirdi.

Bunları yapanlar insan olamazlar. Bunları yapan kurum ve kuruluşlar bırakın devlet olmayı bir çete teşkilatı bile sayılmazlar. Ve hiçbir kimse bunu, devletin bekası veya savunulmasıyla da açıklayamaz. Devlet böyle savunulacaksa, devlet vatandaşa insanlık dışı işkencelerle ve aşağılayarak, savunulacaksa ve bunun hesabını da sormayacaksa, bırakın yıkılsın o devlet. Çünkü devletsiz ortada kalmak da, başka bir devletin yönetiminde olmak da, hatta savaş esiri olmak bile bundan daha kötü olamaz.

Adı devlet de olsa hiçbir kurum ve kuruluşun, hiçbir çıkar grubunun, Türklüğü, Türk Milletini ve Türk İnsanını bu denli aşağılık bir mahlûk olarak göstermeye hakkı yoktur.

Çünkü Türk insanı asla bu vahşet tabloları, bu pislik fotoğrafları değildir. Türk insanı aksine, düşmanına bile belli kurallar içinde ve insani duygularla yaklaşır. Kin ve öfke anlarında kendisini kaybederek yaptığı saldırgan davranışlarında bile, insanların canına kasteden eylemlerinde bile, böyle aşağılık ve insanı aşağılayıcı bir tavır sergilemez. Türk kültüründe insanlar mertçe dövüşür, ölür veya öldürür. Fakat işkence yapmaz ve özellikle de savunmasız insana el kalkmaz. Hesap vermekten de kaçmaz.

Ayrıca Türk insanında kötülük, kin ve düşmanlık sürekli ve sistemli de değildir. Öfkesi geçince pişmanlık bile duyabilir. Bu yüzden dünyaya yansıtılan vahşi Türk fotoğrafı yalnızca TC Devletine aittir. Türk insanının bunda bir suçu ve katkısı yoktur. Türk insanı böyle bir insan değildir.

Çünkü Türk insanı zaten, geçim derdi dışında ne üç gün sonra geleceği, ne de üç gün öncesini düşünür. İçinde bulunduğu günü yaşar. Ama devlet de, yaşadığı o günü insanına en adi işkenceler biçiminde zehir eder.

Bu yüzden işkence gerekçelerinin hepsi yalan, ama devlet ve rejimin korunması gerçektir. Devletin korunması gerekir, çünkü devlet bunların sağmal ineğidir. Rejim de korunmalıdır, çünkü pislik üreten sistemin temelidir. Ama korunan devlet ve rejimin millete bir faydası yoktur. Aksine millete işkencedir.

Yayın Tarihi : 4 Ocak 2009 Pazar 00:19:43


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?