5-VATANDAŞ DA DEVLETE TAPAR
İşin ilginci devlet vatandaşını suçlu, kaçak ve işgalci konumuna düşürerek, hayatını zindan etmesine rağmen, vatandaş da devlete tapmakta, ya da tapmak zorunda kalmaktadır.
Çünkü kendisine bir yarar ve fayda sağlama konusunda, devlet ne denli onun uzağında ve dışında kalsa da, hayatı devletin kapsama alanı içinde ve sıkı takibatı altındadır. Yaşamı devletin en basit bir görevlisinin, zabıtanın, yıkım ekibinin dudaklarının arasındadır. Her an için hayatı cehenneme dönebilir.
Yani ipleri devletin elindedir ve devlet, devlet gibi bir devlet, ya da insan özneli bir devlet değildir. Devletler güvenlik ve adalet dağıtmak için kurulmuş olsa da, devlet güvenlik veya güvence değil, devlet korkudur. Adalet ise, mahkeme salonlarında da yazıldığı gibi mülkün temelidir. Malı, mülkü korur, devleti korur. Gerisi keyfiyettir. Hiçbir şeyi olmayan gecekondulu adaletin konusu değildir.
Oysa sorunun çözümü ve devlet gibi devlet olmak: onların evlerini başlarına yıkıp oradan atmakta değil, vatandaş daha gecekondusunu yapmadan, arsa mafyasının yaptığı işi, devletin planlı ve yasal biçimde yaparak vatandaşı suçlu ve işgalci pozisyonuna düşürmemektir.
Basın ve yayın organları hep işgalci olarak üzerinde oturanı gösterdiği için, olayın dışında kalan vatandaşlar, bu sıradan vatandaşlarımızın buraları gelip sahiplenerek, beleşten kazanç elde ettiğini sanır.
Oysa TC içerde vatandaşına karşı dünyanın en güçlü devleti olup, hiçbir sıradan vatandaş ve hatta en azılı mafyalar bile gelip, buraları işgal edemez. İşgal devletle işbirliği yapılmadan olanaksızdır.
Güçlü bağlantıları olan kişiler ya da devletin yarattığı bu tür insanlar: yerel yöneticiler, siyasiler ve ormancılarla anlaşarak buraları çevirir, sıradan vatandaşa insafsızca satarlar. Yani hiçbir kimsenin parası ile satın almadan, hiçbir yere “Boş buldum oturdum” demesi mümkün değildir.
Vatandaş burayı arazi mafyasından satın alır ve imar edene dek devlet görmezlikten gelir. Vatandaş imar edince de tepesine dikilip: “Burası devletindi” diye yapışır yakasına. Tutanağını tutar, ilgili yerlere (bunlar zaten çarkın içinde bilgisi olan yerlerdir) tutanağı gönderir.
Vatandaşa da:“Tamam sana iyilik olsun diye şimdilik evine dokunmuyorum ama yukarıya da bildirmek zorundayım. Devletimiz merhametlidir. Bakarsın ilerde tapunu verir. Ama yıkılırsa da kaderindir” diyerek, vatandaşın bundan sonraki yaşamını korku parantezine alır.
Çünkü devlet mafya işbirliği ile satılacak daha pek çok devlet arazisi vardır. Bunun evini yıkarsanız başkalarına satamazsınız. Oysa bunun bir tutanakla geçiştirildiğini duyan dolandırılacak yeni vatandaşlar daha da coşarlar. “Bak falancaya bir tutanak tutup gitmişler. Üç senidir oturuyor. Bir şey olmuyor” derler. Arazi mafyası da “Bak herkese sor. Kimseye bir şey olmuyor. Yakında tapu verecekler” der.
Böylece vatandaş suçlanmış, bağışlanmış ama kaderi bir devlet yetkilisinin iki dudağının arasında korkulu bir belirsizliğe bağlanmıştır. Hayatı kaçakların, yasakların arasında devletin insaf ve merhametiyle devam etmektedir. Vatandaş evi yıkılmadan geçen her ayı, her günü yetkilinin ve devletin kendisine lütfü, himmeti gibi değerlendirerek devlete tapacaktır.
Tarlası tapusuz
Evi iskânsız
Karısı nikâhsız
Gecekondusu ruhsatsız
Çocuğu kayıtsız
Kendi yurdunda
Kalmış kayıt dışı
Kendi yurdunda
Saklı, saklı
Kaçak yaşar
Türk insanı.
Devlet neden böyle yapar. Neden halkın elinden tutup gelişmesine güçlenmesine yardımcı olmak yerine engel olur? Çünkü güçlenen vatandaşın devlete minneti kalmaz. Devlete hesap sormaya, kafa tutmaya kalkar.
Oysa vatandaş ne denli güçsüz ve yoksul kalırsa o kadar devlete tapar, devletin eline bakar, devleti baba bilip, her sözünü yapar. Onun için vatandaşı şımartmamak gerekir. Bir şey verirken, anasının ak sütü gibi hakkı olan bir hakkını verirken bile, devletin ihsanı gibi, bin bir işkence ve çile ile vereceksin ki, seni hiç unutmasın, hep sana dua etsin.
Çünkü bir devletin vatandaş üzerindeki baskısı ve baskının şiddeti ne denli vahşi, kaba ve despotça olursa, vatandaşın devleti sahiplenmesi, devlete tapması ve devleti savunması da o derecede şiddetlenmektedir.
Aslında vatandaşın devlete sahip çıkması, pisliğe sahip çıkmak anlamında değildir. Bu despotik pislikten devleti kurtarmak adına bir sahiplenmedir. Ama aslında bilmediği, kavrayamadığı nokta, devletin pisliğe düşürülmüş olmayıp, pisliği kendi eliyle yaratmış olmasıdır. Bu yüzden de, devlete sahip çıkmanın pisliğe ve despotluğa sahip çıkmak anlamına geldiğini anlayamaz.
Yani vatandaş, aslında kendisine işkence yapan, kendini suçlu duruma düşürüp borçlandıran devlete taparken, evinin yıkılmasını isteyen devletçi aydınlara kızdığı gibi, devlete karşı kendisini savunanlara da, devleti kızdırıp evini yıktırır düşüncesiyle karşı çıkacaktır. Çünkü başka olanağı kalmamıştır.
Böylece bu yasa dışı sistem, yasal olanından daha süratli işlemekte ve daha fazla kabul görmektedir. İnsanlar maddi manevi tüm varlığını, pamuk ipliğiyle bir kör kuyuya sallarken, vatandaşı kullaştırmaktan da öte, devlete köle yapma çarkı son sürat çalışmaktadır.