6-SOSYAL DEVLET VE 2B
Atatürk döneminde devlet, halkın gelişmesi, kalkınması için, en önemli gelir kaynağı olan aşar vergisinden vazgeçerken, bugünkü cumhuriyet en zaruri ihtiyaç maddelerinden, gıdadan, ilaçtan, eğitimden, ulaşımdan KDV adı altında yüksek vergiler almaktadır.
O zaman cumhuriyet toprak reformu ve topraksız köylüyü topraklandırma yasalarıyla halka devlet elindeki olanakları dağıtarak kalkınmasını ve üretimin artmasını sağlamaya çalışırken sonradan cumhuriyet bu olanakları mafyaya devretmiştir.
Mafya marifetiyle vatandaşı, kefen parasına dek soydururken, devlet vatandaşın elindeki topraklar için de tapu iptal davaları açar duruma gelmiştir. Hatta üzerinde on binlerce insanın oturduğu kent merkezlerinde tapulu, imarlı ve ruhsatlı binaların arsalarının, orman arazisi olduğu iddiasıyla tapu iptal davaları açtırmıştır. Yani hiçbir zaman için, insanı ön plana alan bir devlet yapılanması oluşturulamamıştır.
Çünkü sorunun çözümü ve insan temelinde devlet gibi devlet olmak: çağdaş bir cumhuriyet olmak, sadece adının cumhuriyet olması ya da göstermelik anlamda laik olmak, içinde insan bulunmayan 1982 anayasasını sahiplenmek değildir.
Ama az gelişmiş ülkelerin devletleri için bunlar çok ince düşüncelerdir. Oysa az gelişmişlik kabalık ve kabadayılıktır. Despotluk ve dayatmaktır. Gelişmek ise, ince düşünmektir, iyi düşünmektir, akıl ve bilime uygun yürümektir.
TC ve benzeri ilkel anayasalarla yönetilen ülkeler, bunun çok uzağında kaldığından, düşünce mekanizmaları buna alışık olmadığından, Kopenhag kriterlerini bile içine sindirememektedir. Ya da kendi devletimiz karşısında bağımsız olamadığımıza aldırmadan, sıradan insan haklarını dahi, AB’nin iç işlerimize ve bağımsızlığımıza müdahalesi olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Vatandaş adına her hangi bir sorumluluk üstlenmekten özenle kaçınılmaktadır.
Ayrıca verdiği ezberci, çarpık eğitim sistemi ile her koşulda devlete tapan ve devleti haklı çıkaran, halkı dikkate almayan ve halka kuşkuyla bakan bir kamuoyu da yaratabilmiştir.
Basın ve yayın organları da bu kamuoyunun hem bir parçası ve hem de yaratıcısı olarak hep gecekonduda oturanın, 2B arazilerde tarım ve hayvancılık yapanların karşısında yer alır. Medya bu arazilerin üzerinde oturanları işgalci olarak gösterdiği için herkes bu sıradan vatandaşların gelip buraları keyfine göre sahiplendiğini sanır. Buraları devletin daha iyi değerlendirdiğini veya değerlendirebileceğini zanneden saf aydınlarımız bile çıkabilir.
İçinde demokrasi bulunmayan bir cumhuriyetle, içinde insan bazında millet bulunmayan bir milliyetçilikle, tarikatlaşmış bir laiklik anlayışıyla ve çağdışı bir anayasa ile yönetilen bir devletin varını yoğunu devlete teslim eden devletçi anlayış ile sosyal devlete ulaşılacağını sanır. Sanki bunların hepsi de doğrudur ve olması gerektiği gibidir de, cahil halk gelişmenin kamburu, engelidir.
Oysa daha kendi ilini görmeden Almanya’ya giden o cahil halk, orada sisteme birkaç ayda uyum sağlayabilmiştir. Demek ki halk, iyiyi, doğruyu, düzgünü gördüğü zaman hemen kavrayabilmektedir. Yani basın ve aydınlar hep halkı suçlasa da, çürük halka halk değildir.
Çürük halka devlettir. Devlet keyfiyettir. Devlet çoğu sıradan vatandaş için başlı başına bir tehdit ve bir işkencedir. Aslında devlet, insan temelinde bir devlet olsa, değil elindeki 2B veya hazine arazisini vatandaşın elinden almak, gerekirse vatandaşının başını sokacağı bir ev için, aydan ve yıldızlardan bile arazi arayıp bulmak ve ona vermek zorundadır.
Neymiş efendim, hukuk öyle diyor, hukuk böyle diyor. Hukukun guguğu olmadık yerlerden ses veriyor. Peki, hukukun mantığı var mı? Hukuk hakkı adaleti sağlıyor mu? Hayır.
Sonuç olarak, böylesi çağdışı bir anayasa ile vatandaşlarının tüm hak ve özgürlükleri elinden alınıp, devletin keyfiyetine bırakılan bir devlet yapılanması, hiçbir soruna çözüm üretmez ve çözüme de yanaşmaz. İnsanlar sorularını kendine göre çözmek zorunda kalsın ve suç işlesin ki devlete karşı suçluluk duygusu içinde boynu bükük dolaşsın ister.
Devlet bu durumu bir işkence aracı olarak kullanır. Toplumu baskı altında tutmak için, çözümden çok, olayın çözümsüzlük tarafında yer alır. Ürettiği çözümler ise daha büyük sorunlara davetiye biçimindedir. Devletin bu kötü çözümlerine Mimarlar Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Topal şöyle karşı çıkmaktadır.
“Su havzalarında, tarım ve orman alanlarında, kamunun arsa ve arazileri üzerinde, doğal ve arkeolojik sit alanlarında 2004 yılı öncesi yasadışı olarak yapılmış olan yapıların elektrik ve su bağlanarak affedilmesi, yaşam kaynaklarımızın tahrip edilmesine, yok edilmesine, tüketilmesine neden olacaktır
Kentlerimizde mevcut yapıların yaklaşık %55-60 oranında, geçmişte imar aflarıyla yasallaştırılmış güvensiz, sağlıksız, her türlü sosyal ve teknik alt yapıdan ve çağdaş kent standartlarından yoksun yapılar olduğu bilinmektedir.
Geçmişte doğrudan ya da dolaylı olarak 11 kez imar affı çıkarılmış ve uygulanmıştır. Ancak bütün imar afları kentlerimizin ve yaşam alanlarımızın içinden çıkılamaz boyutlarda sorunlarla karşı karşıya bırakılmasının dışında hiçbir yarar getirmemiştir, getirememiştir.
Bilimsellikten uzak, kamu ve toplum yararını gözetmeyen, kentlerimizi ve yaşam çevrelerimizi doğal ve kültürel zenginliklerimizi tahrip eden, tüketen imar affı uygulamaları kente karşı suçtur, kent suçudur.”
Yani devletin çözümü sonuçları kabul etmek biçimindedir. Çünkü çarpık yapılaşmanın mimarı ve sorumlusu devlet kendisidir. Yöneteni, yandaşı, partili arkadaşıdır. Bunlar bürokrasi ve mafyayı kullanarak, halkın toprağını halka satarak rant elde etmektedir.
Olay derinliğine araştırılıp soruşturulmaya kalkışılsa devlet suçüstü yakalanır. O yüzden hem suçunu kapatmak ve hem de baba rolü üstlenmek için af silahını kullanır. Aflar aslında vatandaşı değil, devletin kendisini aklama çabalarıdır.
Devlet rant alanlarının sahibidir. En büyük ağa devlettir. Arazinin sanayinin ticaretin ve ihalenin, üçte ikisi devlete aittir. Yıllar yılı komünizmle savaşan bu devlet elindeki varlıklarla, pek çok komünist devletlerin bile ötesindedir. Oysa devleti var eden insanlardır. Kurtuluş savaşını kazanan, devleti kuran insanlardır.
İnsanlar bu vatanı kurtarırken, üzerinde ev yapmak ve ekim dikim yapacak topraklar hayal ederken, elindeki toprakların da alınacağını hiç düşünmemiştir. İnsanlar bu devleti, beni korusun, adaleti sağlasın diye kurmuştur. Ama ne yazık ki, devlet adaletsizliğin temelidir. Hukuk oyunlarıyla adaletin ırzına geçilmektedir.
Yani devletin devletinden, insanın devletini yaratmak ve sosyal devlete ulaşmak olanaksızdır. Bu yüzden çağdaş ve yeni bir anayasa ile temeli insan olan, yeni bir devlet kurmak gerekir.
Saygıdeğer Hocam. İleri görüşlü ve zekâ eseri dizinizi dikkatle okuyorum. Bir yargıya varmak ve yorum yapmak için yazının sona ermesini bekliyorum.
Maalesef "Mafia"ya teslimiyet tüm Devlet kurumlarına sirayet etmiş korkunç bir gerçektir. Çek-senet tahsilâtından, terör önlemeye çalışmakdan, içerde-dışarda siyasal karşıtlarımızı yola getirmekden arazi düzeni tesbit etmeye kadar tüm işlerimize mafia sızıyor. Bizim de içimiz sızlamakla kalıyor.