Astrahan ne bir kent
Ne de bir kürk
Astrahan Volga.
Dökülmüş sanki
Fuleli uzun saçları
Astragan kürkünün üstüne
Geziniryor
Volga kıyılarında olga.
Astrahan’da taksiciye: merkezde, özellikle ucuz ve temiz, hesaplı bir otel istediğimi belirttikten sonra beni götürdüğü ilk otel 3200 Ruple istedi. Yani tam 100 dolar.
“Olmaz diye taksiciye ucuz, temiz ve hesaplı sözcüklerini yineledim. 1000 Ruple civarı diye yazdım. Bu kez getirdiği otel Volga kıyısında daha lüks bir oteldi. Ama bu 2500 istedi. Üstelik Ruslarla pazarlık da olmuyordu.
Ben yine “Olmaz” dedim. Bu kez bunların üç yüz metre kadar gerisinde bir otele getirdi; bu da 1500 rubleydi. Akşam oluyor, Astrahan’daki ilk keşiflerim için zaman daralıyordu. Kabul edip eşyaları koyar koymaz dışarı çıktım.
![]() |
Otelden Volga kıyısındaki kilise |
Otelin karşısındaki yol doğruca Volga kıyısındaki muhteşem kilisenin yanından nehir kenarına çıkıyordu. Hızla ilerleyerek, kilisenin yanına vardım. Doğruca gidip Volga kıyısına çıkmak yerine sola doğru uzanan park boyunca Volga’ya paralel giderek, kıyıya daha ilerden çıkmayı planladım.
Yüksek ve birbirine bitişik, büyük bir kitle halindeki apartmanlarla kilise arasında uzanan bu büyük parkın ortalarında büyük bir Lenin heykeli vardı. Buraların fotoğraflarını çekerek ve parkın sonundan trafiğe kapalı bir yolu geçerek Volga kıyısına çıktım.
![]() |
Parkta Lenin heykeli |
Astrahan’ın girişinde de, Volga’nın üstünden geçmiş ve hayran olmuştum ama burada çok daha muhteşem bir Volga vardı. Hatta buna nehir demek olanaksız, bu bir denizdi. Bu duygulara 2003’te Kahire’de Nil nehrini görünce de kapılmıştım. Ama bu gerçekten muhteşem bir şeydi.
Volga kıyısı boyunca, hızla ilerliyorum. Kıyı oldukça kalabalık, insanlar yürüyüşe çıkmış, aileler el ele veya sarmaş dolaş sevgililer, merdivenlerle nehre inilen bölümlerde balıkçılar, volta atan gençler, banklarda sevgilisinin kucağına oturmuş cilveleşen kızlar, kay kayla sürat ve kontrol zevkini yaşayanlar vs.
Hızla gezinti alanının sonuna kadar gittim. Burada karşıda liman, vinçler ve gemiler, az ilerde de bir köprü vardı. Sanıyorum köprüden sonrası da aynı devam ediyordu. Güneş Volga’nın sularına sarı ışıklar saçarak batmaktaydı.
![]() |
Volga’da günbatımı |
Yine hızla geri dönüşe geçtim. Geldiğim yerler hafızama kazınmıştı. Ayrıca yer hafızama ve yön duygularıma çok güveniyordum. Ama ortalık kararırsa, bunlar işe yaramayabilirdi ki, o zaman otelin adını da, adresini de bilmiyordum. Kart almaya zaman kalmadan hemen çıkmıştım ve işin kötüsü pasaportta oteldeydi. Çok ihtiyatsız davranmış olduğumu düşündüm. Çünkü oteli bulamasam çok büyük sorun olurdu. Ama hiç sorunsuz oteli rahatlıkla buldum.
Otelci bayanlar da pasaporttan adımı okuyamamış, beni bekliyorlardı. Biz nasıl ki Kiril alfabesini okuyamıyorsak onlar da, Latin alfabesini okuyamıyorlardı. Ben adımı soyadımı okudum onlar bunu Rusça olarak yazdılar. Nazmi şu şekilde yazılıyordu. HA3MN Yalnız sondaki N harfi ters N olacak. Yani ters N Rusçada İ harfi oluyor. 3 rakamı ise Z harfi yerine kullanılıyor. A ile M aynı.
Bir iki soru sordular yolculukla kalma süresiyle ilgili. Bir veya iki geceyi anlatamadım. Bir mi, iki mi? Rusya’da bir yere gittiğin zaman her şeyin kesin planlanmış olacak. Ve o sürelere uyacaksın. Bu yüzden benim yarın otobüs veya tren bulursam Kazakistan’a gideceğim, bulamazsam bir gece daha kalacağım dememi anlayamadı. Daha doğrusu anladı fakat Rusya’da bulursam, olursa veya belki sözcükleri geçersizdi.
![]() |
Park |
Otel temiz ve hemen her şeyi vardı ama benim oda en üstte 4. kattaydı. Merdivenler yorduğu gibi benden önce kalanlar sigara içmişler oda sigara kokuyordu. Gerçi ilk gelişimde fark edip pencereleri açıp da çıkmıştım ama yine de koku duvarlara ve eşyalara işlemişti.
Duş alıp, yemek yedikten sonra aşağıya çay içmeye indim. Kahvaltıyı kaçta alacağımı sordu. Anlayamayınca, yukarı tekrar çıkıp sözlüğü getirdim. Kahvaltı ücrete dahilmiş; 8.00 dedim ve çıktım.
Sabah sekizde kahvaltıdan sonra hemen dışarı çıktım. Doğruca kiliseye gittim. Bu kez kilisenin önünden geçerek Volga’nın sağ tarafına doğru yürüyecektim. Fakat baktım kilise açık, devasa bir kule biçimindeki kapısından içeri girdim. İçeride çok büyük bir meydan, devamında geniş bir park, çevresinde kutsal yapılar ve bahçenin dört köşesinde yine devasa kuleler vardı.
Kilisenin içine girdim. Çoğunluk kadın, başları örtülü mum yakıp dua ediyordu. Mum yakıp dua etmek için bekleyenlerin kuyruğu da kilisenin dışına bahçeye kadar uzanıyordu. Ben mum yakıp dua etmeyeceğim için sıraya girmeden içeri girip, fotoğraf çekip çıktım.
![]() |
Kilisede kadınlar mum yakma sırasında |
Kilisenin karşısındaki parkın içinden ileri devam ettim. Bir cadde boyunca ilerleyerek Volga’dan uzaklaştım. Bu caddenin sonunda geniş bir bulvar caddeyi kesiyordu. Şehir sağda kalıyordu. Fakat solda yüksek bir köprü vardı. Volga’nın üstündeydi. Çıkıp Volga’yı oradan çekeyim dedim. İki üç yüz metre yürüdükten sonra merdivenlerden köprüye çıktım. Volga burada daha da muhteşemdi.
Coğrafi bilgilerime göre Volga Hazara ulaşmadan önce pek çok kola ayrılarak burada Nil gibi büyük bir delta oluşturuyordu. Hatta bunu gelirken trende Azeri kıza da sormuştum ama o bunu anlamamış olmalı ki bana tek bir nehir demişti.
Hatta ona Rusya’da okullarda İngilizce okutulup okutulmadığını da sormuştum. Okutuluyor deyince de: “Fakat hiç İngilizce bilene rastlamadım” dedim. “Evet ama çok az” dedi. Örneğin otelci bayan İngilizce kahvaltı sözcüğünü dahi bilemediğinden, dört kat çıkıp Rusça sözlük getirmiştim.
İkinci köprüye yaklaştıkça coğrafi bilgilerimin doğruluğunu da anlaşılmaya başlamıştım. Evet orada Volga’nın başka bir kolu daha vardı. İki köprü arasındaki orman genellikle suyun içindeydi. Yani bu iki kol ayrı iki yatakta akmakla birlikte, arada gölcükler ve kanallar oluşturacak biçimde bir birleriyle de temas halindeydi. Ve bu bölüm su bitkileri ve suda yetişebilen orman ağaçlarıyla kaplıydı.
![]() |
Nehirler arası bataklık |
İkinci köprünün üstünden Volga burada ötekinden daha büyük ve daha muhteşem görünüyordu. Köprünün alt taraflarında ve yukarılarda da limanlar, yani vinçler vardı. Köprünün altında da iki nehir arası ormanla kaplıydı. İlerde yol şehrin başka bir bölgesine doğru uzanıyordu. Kilise ileri solda kalmıştı. Daha ilerdeki başka bir köprü daka olup, şehrin bu iki yakasını birleştiriyordu. Köprüler altından büyük gemilerin geçebileceği kadar yüksekti.
Doğrusu, Nil, Tuna, Ren gibi birçok nehir görmüştüm ama hiç böylesini görmemiştim. Doğrusu bu bir harikaydı. Hem de dünyanın yedi harikasının toplamını yediye katlayacak bir harika. Bu yüzden hiç hesapta olmadığı halde Astrahan’ı görmüş olduğuma sevindim. Bence Astrahan dünyanı en büyük harikasına sahipti.
Astrahan Oblastı, Urallar ile Hazar arasındaki çok geniş bir bölgenin merkeziydi. 44.000 kilometrekare alanıyla birçok Avrupa devletinden daha genişti, ama nüfusu bir milyon kadardı.
Denizden epeyce içeride kalsa da, Rusya’nın Hazar denizindeki en büyük ve en önemli limanıydı. Limanlar Volga boyunca şehrin her tarafına yayılıyordu. Yaklaşık 700 bin nüfuslu şehirde, nüfusun % 70’i Rus, % 15’i Kazak ve geri kalan % 15’in içinde ise 40’tan fazla millet vardı. Kısacası bozkırın ortasında cennet gibi bir şehirdi.
Şehirde dolaşırken bir yandan da gidiş için tren ve otobüs bakacaktım. Gidecek olursam ikiden önce eşyaları otelden almam gerekiyordu. Burada kurallar kesindi. İkiyi geçti mi, ikinci geceyi yazacaktı. Ayrıca burada geldiğim Osetya, Çeçenistan ve Dağıstan’a göre fiyatlar en az iki kattı. Mahaçkale’de 800 Rupleyi pahalı derken burada 1500 Rupleye zor otel bulmuştum. Onun için bir an önce buradan çıkmaya ve hedefimde olan ülkelere ulaşmaya çalışmalıydım.
![]() |
Köprüden kilisenin görünüşü ve bir liman |
Şehrin en hareketli bölgeleri bu bulvar üzerindeydi. Bulvarın sonlarına doğru bir süpermarket gördüm. Çok susuzum. Oraya daldım. Çok büyük bir AVM. Dolaştım fiyatları inceledim çok pahalıydı. Ama dışarıda caddelerdeki küçük yerlere göre ucuzdu. Biraz muzla su alıp çıktım.
Bir genelleme yapmak gerekirse burada muzun dışında 50 ruplenin altında hiçbir şey yok. Dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da muz en ucuz meyveydi. 30 Rupleye kadar düşüyor. Diğer sebzeler, domates, salatalık vs, 100-200 Ruple, meyveler 150-300 Ruple arası. Yani sebzelerin ortalama fiyatı 150 ruple olup tam 10 lira ediyor, meyveler ve et ise 15-20 lira arası.
![]() |
Küresel sermaye komünizmin kalelerini yıkmış |
Buradan çıkınca bulvarın bittiği yerdeki binanın otobüs terminali olduğunu fark edip bir otobüse yaklaştım. Derbent otobüsü dedi Azeri genç. Kazakistan dedim, oranın otobüsleri tren vakzalının ötesinde dedi. Park in diye büyük bir otelin arkasını gösterdi.
“Burası tren vakzalı mı” dedim “Evet, trenler arkasında” dedi. Tesadüfen tam da aradığım yere gelmiştim. Oysa dün trenden indiğimiz yer merkeze çok uzaktı. Demek ki, burası tam şehirin merkezi olduğuna göre ben dün, dış mahallelerden birisinde inmişim trenden.
Önce otobüs vakzalına gittim. Bütün otobüsler Atırau diye bir şehre gidiyordu. Dokuz saatlik yol olup gece saat 4.00 te Artırau’ya varacaktı. Gece atırau da ne yapacağım? Bütün kassaları dolaştım derdimi anlatmaya çalıştım nafile. Kumukların Türkçesi yetersiz, kazak yabancı biriyle konuşmaktan imtina ediyor. Ama durum açık, Kazakistan’a gideceksen giriş Atırau olacaktı.
Tren vakzalına gittim. Burada gişedeki bayanların hepsi de Rus’tu. Bunlara bir şey anlatmak daha da zordu. Türkçe bağıran birine gittim. Kazakistan’a gidenlerin cebinde kalan Rupleleri topluyordu. Yardım istedim ilerden birini çağırdı, “Bak bu hemşerimiz Kazakistan’a gidecek yardımcı ol” dedikten sonra “Kazakistan’da Tenge geçer, Ruplen varsa değiştirelim” dedi. Buradan da tren tek noktaya, Aterau’ya gidiyordu. Kazakistan’ın başka girişi yoktu.
Ben Azeri gence, Atırau’ya sabah varacak bir trende ve alt katta yer istediğimi söyledim. “Tamam, Aterau treni 14.30’da kalkacak. Sabah 06.00’da Aterau’da olacak. Seni onunla göndereyim” dedi.
Ben “Otelden eşyalarımı getirmem gerek” dedim. Bana telefonunu verdi. “Gelince ara ben gelip biletini alırım” dedi. Hemen bir taksiye atlayıp, otele eşyalarımı almaya gittim.