10-17 Kasım tarihleri arasında Antalya Konyaltı Belediyesi, Kent Meydanı Kültür ve Sanat Merkezinde, Atatürk resimlerinden oluşan bir resim sergisini gezme olanağı buldum. Sergi herhangi bir resim sergisi olmanın ötesinde, yani sanatsal anlamından başka, bir fikrin, bir yaşam tarzının, bir sistemin savunulması, onu ortadan kaldırmak isteyen zihniyete karşı çıkılmasını da içeren, oldukça kapsamlı anlamlar taşıyordu.
Değerli arkadaşım, emekli resim öğretmeni Ümmügül Ünek’in, arkadaşı Gülten Şimşek ile birlikte açtıkları bu sergideki tüm resimler Atatürk’le ilgili olup, zaten serginin adı da, Atatürk resimleri sergisiydi. Sergi tarihinin 10 Kasım Atatürk’ü anma gününe denk getirilmesi de, ressamların Ata’ya olan sevgilerini, renkler ve desenlerle dile getirmek düşüncelerinden kaynaklanıyor olmalıydı.
Zaten ressamların tanıtıldığı kısa notta da, arkadaşım Ümmügül Ünek: “Son yıllarda Atatürk’e olan sevgi ve hayranlığım çığ gibi büyüdü. Ona duyduğum borçluluk ve özlemi, resimlerini yaparak anlatmaya çalıştım” diyor. Ve gerçekten de, resimlerinden adeta Atatürk sevgisi fışkırıyor ve bu sevgi elle tutulup gözle görülebilen maddi bir varlıkmışçasına, insanı değişik duygular içinde dolaştırıyordu.
At üzerinde, askeri üniformalar içinde, dans ederken veya sivil giysilerle yaptığı yağlı boya resimlerin tümünde de, Atatürk’ün önderlik, liderlik fonksiyonları ve bunlara duyulan hayranlık duyguları ön plana çıkarken, özellikle desenlerdeki canlı ve düzgün taramalarla olayın sanat yönü de gözler önüne serilmekteydi.
Fakat yazının başında da belirttiğim gibi bu yalnızıca bir sanat olayı olmayıp, bu dünyanın ve insanlığın bir dönüm noktasında yaşadığı ikilemlerin, çelişkilerin ve arayışların belli bir tarafında olmak, bir güce sığınmak ya da bir yol ayrımına varmak gibi, karışık düşüncelere yanıt oluşturmak ister gibi bir şeydi.
Çünkü bilişim ve özellikle de iletişim alanında, son 30-40 yıl içinde yaşanan devrim niteliğindeki gelişmeler, dünyayı evimizin içine, dünyayı cebimizin içine getirince, daha doğrusu dünya aklımızın almayacağı kadar büyükken, avucumuzun içine sığacak kadar küçülünce, insanlık bu duruma uyum sağlamakta zorlanmakta, kültürler ve değerler hızla erimekte, eskimekte ve acımasızca sorgulanmaktadır.
Yani özellikle de akıl ve bilimden uzak kurnazlık kültürünün egemen olduğu toplumlarda eski, içi boş değerler erimiş, kaybolmuş; yerine koyacak yeni bir değerler sistemi de oluşturulamadığından ve üstelik üretim bazında bilgiyi kullanmayı da beceremediğinden, insanlar kendilerini bilginin kullanımına kobay olarak teslim etmişlerdir.
Fakat teslim olmakla da sorun çözülememiş, insanlar boşlukta kaybolma korkusunu aşamamış olduğundan, güvenli bir ortamın özlem ve arayışı içine girmişlerdir. Yani insanlık, teknolojik devrimin yarattığı tsunomi dalgaları arasında, güvenli limanlar aramaktadır.
Çünkü tabuların, törelerin, akıldan uzak kurnazlık kültürlerinin, din tacirlerinin gösterdiği limanların sahte mendireklerinin sahteliği, teknolojinin aydınlık yüzünde ortaya çıkıp; birer, birer yıkılınca insanlar ortada kalmıştır.
TABULARIN YIKILIŞI
Okullar, öğretmenler, kitaplar
Eğitimle, bilimle birleştirip aklı
Paslanmış çiviler gibi çakılı
Dinsel, töresel, kültürel dogmaları
Oynatamazken yerinden
Yıktı geçti paparazziler tüm tabuları.
Yıktı ve ortada bıraktı
Televizyonların paparazzi programları
Tabularından başka sarılacak
Hiç bir şeyi bulunmayan insanları.
Tapındıkları değerlerin değersizliğini anlayanlar
Şimdi tam bir meczupluk sarhoşluğunda
Ve tam bir hayal kırıklığı içinde kıvranmaktalar.
Gücü, atmosferi tabularından kaynaklı insanlar
Alıp arkasına, kapıldığı felaket rüzgârını
Geçtikleri yerleri, çekirge bulutları gibi karartmaktalar.
Doldurdu şimdi her yeri
Umutlarında boğulmuş, tabuları yıkık insanlar.
Ve şimdi onlar, hayal kırıklıklarının kıyısında
Hayalini kurdukları ülkeyi aramaktalar.
Kapladı, karanlık ve puslu bir hava gibi…
Doldurdu her boşluğu, her deliği, her çentiği…
Püskürmüş lavlar gibi yakıcı, serseri kurşun gibi tehlikeli.
Doldurdu boş insanlar TV’leri; herkesin eli, herkesin cebi…
Kimi kapkaççı, kimi tinerci, kimi mafya, kimi seyirci…
Bu yüzden her yerde, bir belirsizlik hakim şimdi.
Yollar sokaklar korku tarlası, mayın tarlası
Bu yüzden suçların yüzde yüz artması.
Bozuldu çünkü birden, her şeyin ayarı
Şimdi artık yaşam, tuzaklarla dolu bir savaş ortası.
01.12.2006 Ant.
Evet, şiirimde de belirtmeye çalıştığım gibi, 2000 yılında dünya yeni bir devire girdi ve üçüncü devir, yani bilgi devri başladı. İnsanların arkasında saklandıkları yapay duvarlar, tabular, payandalar, ortamın aydınlanmasıyla yıkılıp yok olurken, insanlar yeni sığınak ve korunaklar arayışına girdiler.
Fakat insanlar kolaycılığa alıştığından, mücadele gücünü kaybetmiş olduğundan, el emeği, alın teri, düşünce ürünü üretim faaliyetlerine giremediğinden, tekrar tabularına da dönemeyeceğinden, tam bir boşluk ve kaybolmuşluk duygusu içinde tutunacak bir dal aramaktadırlar.
İşte kimileri için de, Atatürk güvenli bir liman, gelişim ve değişimin boy atabileceği verimli bir toprak ve sağlıklı temiz havanın yoğun olduğu özgür bir atmosfer olarak algılanmaktadır. Fakat kimileri de, Atatürk limanının bu özelliklerine bakmaksızın, eski, yıkık çatışma kültürünün zıtlaşma alışkanlıkları yüzünden, daha doğrusu liman güvenli bile olsa, o limana sığınanlara ısınamadığı için, başka limanların arayışı içinde, bilinçsiz dolaşıp durmaktadır.
Oysa Atatürk bırakın tek bir ülkenin insanlarını birleştirmek, tüm dünyayı birleştirecek bir felsefenin, bir düşüncenin, büyümenin temsilcisi olduğu halde, zıtlaşmanın, inatlaşmanın, ayrışım ve küçülmenin aracı olmayı asla hak etmemektedir. Atatürk’ün, bölündükçe küçülmek ve yalnızlaşmak değil, bölündükçe çoğalmak, birlikte boy atmak ve büyümek olduğunu bir kavrasak, işte o zaman orası, bizim ve dünyanın en güvenli limanı olacaktır.
Aslında sorun limanda değil, insanların görme duyma, düşünme ve algılamalarıyla ilgili sorunlar yaşamasındadır diye düşünüyorum. Çünkü Atatürk, bu güne dek onu çok sevdiğini söyleyenlerle, ondan nefret edenlerin birlikte ve birbirine söve, söve; içinden çıkılmaz bir kördüğüme dönüştürdüğü gibi, karmaşık, çözümsüz ve anlaşılmaz bir ideoloji değil, aksine çok açık, net ve anlaşılır bir özettir. Atatürk limanı, üç sözcükten ibaret, ama altı milyar insanı içene alacak büyüklükte, dünyanın en güvenli limanıdır. Çünkü Atatürk eşittir; akıl, bilim ve çağdaşlık olup, bundan daha büyük ve bundan daha güvenli bir liman yoktur dünyada.
Kısıtlı bir zaman süreci içinde dolaşmak zorunda kaldığım bu sergi, bende böylesi yoğun duygulara neden olurken, olayın sanat boyutunu ve sanatın insanları yukarı çekme ve insanları kayboldukları boşluklardan kurtarıp yeni hedefler gösterme açısından taşıdığı önemi de, bir kez daha fark etmeme neden oldu.
Gördüm ki, sanat insanları, günlük gailelerinden, paparazzi magazin aleminden, siyasi kirlenmişlikten, bencil ve kurnaz çıkar pisliklerinden uzaklaştırıp, temiz ve doğal, duygu ve düşüncelere yoğunlaştırabilmektedir. Bu da göstermektedir ki, insanları içine düştüğü bu boşluktan kurtarıp, yıkılan ve yıpranan değerlerinin yerine, daha gerçekçi ve daha sağlam yeni değerler koyabilmek için, sanat ve sanatçı ile buluşturmak, kucaklaştırmak gerekmektedir. Tarih boyunca tüm değişim ve dönüşümler, sanatın öncülüğünde yapıldığı gibi, yeni durumlara uyumun yolu da sanattan geçmektedir. Çünkü sanat daha doğal, daha insani, daha evrensel ve daha bütünsel düşünmek demektir.
Sergiyi düzenleyen değerli arkadaşım Ümmügül Hanımla, Gülten Şimşek Hanıma, yarattıkları bu sevgi dolu renkler dünyasında, yaşattıkları bu duygu yüklü anlar için teşekkür eder başarılar dilerim.
Hocam Merhaba. Olaylara o kadar güzel değinmişsiniz ki sizi kutlamamak mümkün değil. Başarılarınızın devamını diliyorum. Saygılarımla. Allaha emanet olun.