Sabah 0630’da kalktığımda küçük bir şehre gelmiştik. Adının Jim olduğunu söylediler. Bir süre dışarıyı izledim. Gece saat onda bıraktığım coğrafya ve bitki örtüsü sabah da aynen devam ediyordu. Kurumuş bozkır otlarının arasında seyrek olarak az sayıda canlılığını sürdüren, kekik, adaçayı benzeri çok yıllık otsu bitkiler vardı.
![]() |
Çalkar vakzalı |
Çalkar’a saat 09.30’da vardık. Çalkar da orta büyüklükte bir şehir. Çalkardan sonra bir süre çam ve iğde ağaçları seyrek olarak bir süre devam etti. Fakat bitki örtüsü yine çok zayıftı.
11.30’da geldiğimiz Saksavul da küçük bir şehir. Bitki örtüsü ve yeryüzü şekli hiç değişmeden düzlükler şeklinde devam ediyor. Aralsk önceki şehirlerden biraz daha büyük görünüyor. Ben Aralsk’tan çok Aral Gölüyle ilgileniyorum. Fakat Aral Gölü hiçbir yerde görünmedi.
![]() |
Saksavul istasyonu |
Hazala şehrinde kurutulmuş balık satan kadınlar ilginçti. İstasyon hep kurutulmuş balık satan kadın doluydu. Aral gölünde yakalanmış her tür balık vardı. Aşağıda da istasyonun etrafı hep balık satan kadınlarla doluydu.
Bizim kompartımandaki kadınlar da indi trenden. Eyvah bunlar da bu balıklardan almasalar bari diyordum ki, üçü de ellerinde balıklarla döndü. Kompartımanın kokmasından korkuyordum ama poşete koyup kaldırınca koku kayboldu.
![]() |
Hazala’da kurutulmuş balık satan kadınlar |
Baykonur’a doğru arazi iyice kuraklaşarak çöle dönüştü denilebilir. Kazakistan’da Rusların uzay üssünün bulunduğu şehir burası. Fazla büyük değil ve kupkuru. Özellikle köyler ağaçsız olunca, sanki yerleşim kuru araziye getirilip konulmuş maket evler gibi geliyor insana. Demek ki ağaç yerleşimlerin giysisi. Ağaç olmayınca bu köyler çölde anadan üryan çıplak kalmış bir insan hissi veriyor bana.
![]() |
Baykonur İstasyonunda balıkçılar |
Baykonur çöl gibi çıplak bir alandaydı. Fakat Baykonurdan geçtikten bir süre sonra bataklıklar başladı. Sazlar, kamışlar ve yeşil otlar bataklıkları çevreliyordu, ama ağaç yoktu. Tarım alanları da çok azdı.
Calagas’tan sonra ağaçlar da görünmeye başladı. Bataklıklar arasında kanallar, ağaçlı ve tarım yapılan alanlar artarak Kızılorda’ya kadar devam etti.
![]() |
Calagaştan sonra bataklık ve yeşillikler |
Kızıl Orda büyük bir şehirdi. Yeşili ağacı da ötekilere göre çoktu. Girişindeki bir şehir gibi büyük ve görkemli mezarlığın bir benzeri de şehir merkezindeydi. Kazakistan’ın en güzel ve mamur yerleri mezarlıklarıydı. Örneğin kerpiçten çok basit ve toprak damlı çok kötü evlerin bulunduğu bir köyün bile mezarlığındaki mezarlar, muntazam ve estetik olarak da süslü bir ev gibiydi.
![]() |
Kızıl Orda İstasyonu |
Buraların mezarlık olduğunu ilk öğrendiğimde, “Kazakistan’da diri olmaktan ölü olmak daha iyiymiş” dedim. İskitler aklıma geldi. Animist bir dinsel anlayışla ataların ruhuna tapan bu Türk boyu için ataların mezarlarından başka bir kutsal yoktu.
Hatta Pers kralı Kurus İskit topraklarında ilerlerken bir elçi gelip bu toprakların kendileri için bir önemi olmadığını, ataların mezarına gelince, bir horozun darıları yemesi gibi İskitlerin, Persleri yiyeceğini anlatır. Kazaklar da İskitlerin soyundan geliyor olmalı.
![]() |
Kızıl Orda Mezarlığı |
Akşam vagonda şenlik vardı. Yan kompartımanda bir müzisyen vardı. Diğerleri de ona katılıyordu. Özbek bir bayan, Özbekçe söylerken yaşlı bir satıcı, İbrahim Tatlıses’ten bir şeyler okuyordu. Gidip fotoğraflarını çekince kompartımana davet ettiler. Bir süre de bana konser verdiler.
Hemen hepsiyle akşama kadar tanışıp konuşmuş ve hepimizin bir kaynaktan geldiğini kabul ettirmiştim. 30 yaşlarında bir bayanı göstererek işte bu tarih muallimi dediler. Ona dönüp hesap sorarcasına “Ne öğretiyorsunuz siz çocuklara tarih dersinde” dedim. Kazakistan tarihini öğretiyoruz dedi. “Peki Kazaklar ayrı bir millet mi?” “Evet” dedi.
![]() |
Kompatımanda Kazak Türk tartışması |
Peki, sen Oğuz Han’ı hiç duydun mu? “Evet bizim Atamızdır.” Peki bunun 24 boydan oluştuğunu da biliyor musun? “Evet” O zaman şunu da bilmelisin. Bunlardan Kınık boyu Anadolu’da Selçuklu devletini, Kayı boyu da Osmanlı Devletini kurdular. Yani bizim de atamız Oğuz Han. Tarihçi bayan düşündü kaldı.
Müzisyen yeni bir müzik başlattı. Tarih dersinin süresi biraz uzamıştı. Kompartımanın dışında insanlar müziğe uygun olarak oynamaya başlamıştı. Oynayanlar ve onlara bakanlar derken koridor dolmuş, geliş geçiş olanaksız hale gelmişti. Yolculuk tam bir cümbüşe dönüşmüştü.
![]() |
Müziğe uyarak koridorda oynayanlar |
Tren yolculuğu ve Kazaklarla ilgili tüm olumsuz düşüncelerim silinmişti. Kazakların, Kırgızların ve diğerlerinin burada tanımadığı birisine ilk anda soğuk davranması, belki de burada kırktan fazla milletin bir arada yaşamasından kaynaklanıyordu. Herkes kendisini kendi kabuğunun içinde saklıyor, güvenli ortamı bulunca başını kabuğundan çıkarıyordu sanki. Çünkü buradaki çeşitli Türkler ve hatta olmayanlar hiç de öyle soğuk insanlar değildi.
Gün boyu yanıma gelip gittiler. Özellikle 15-20 yaş arası gençler, “Dur şu turistle bir İngilizcemi deneyeyim dercesine gelip, eee, What“ diye, düşünüp sorunun sonunu getiremiyordu. Ben “What is your name” demek istiyorsun galiba diyorum. Ha… Tamam” diyordu.
Bu şekilde birkaç sorudan sonra ben, “Boşver İngilizceyi. Ben de bilmiyorum zaten. Sen kazakça konuş” diyordum. Sekizinci sınıfı bitirmiş bir kız epeyce kendini zorlayarak konuşmaya çalıştı. Sonra da elindeki tablet bilgisayara benim bir resmimi yaptı. Önce fotoğrafı çekti, sonra üzerinde çalışarak ilginç bir biçim verdi. Oradan da ben yaptığı resmin fotoğrafını çektim.
![]() |
Kızın çizdiği resim |
Gece 24.00 civarında yattım. Sabah 05.00 sularında Çimkent’e gelmeden uyandım. Coğrafya da bitki örtüsü de tamamen değişmişti. Coğrafyaya dağlar tepeler eklenmiş, bitki örtüsü de bağlar bahçeler ve yemyeşil ekili alanlara dönüşmüştü. 05.30’da bizim arkadaşların çoğu Çimkent’te indiler.
Gel burada kal, bir iki gün konuğumuz ol dediler. Aslında istiyordum ve bir ara kalmayı da düşünmüştüm ama Almatı’ya 1000 kilometre olduğunu duyunca vazgeçtim.
![]() |
Çimkent |
Çimkent dümdüz ovanın yeşillikler içinde bahçelerin tepelere dayandığı yerde kurulmuş büyük ve güzel bir şehirdi. Uzaklarda karlı dağlar vardı. Güney Kazakistan Eyaletinin merkezi olan Çimkent, 650 bin nüfusuyla ülkenin üçüncü büyük kentiydi.
Bu yol boyunca dört önemli şehir vardı. Biri Kızıl Orda, birisi Türkistan, birisi Çimkent, birisi de Taraz idi. Bunlardan Türkistan’ı gece 02.30 sıralarında geçtik ama ben uyuyordum. Bu yüzden göremedim.
Aslında yolu ikiye bölüp burada iki gün kalarak Hoca Ahmet Yesevi’nin türbesini ve buradaki tarihi eserleri görmek istiyordum. Fakat Kazakistan ile ilgili olumsuz ilk intibalar beni bir an evvel bu ülkeden çıkmalıyım düşüncesine götürmüştü.
Türkistan çölün ortasında 100 bin nüfuslu bir kent olup aslında sıcaklık ve kuraklık gibi sorunlarının yanında kum fırtınalarının da olumsuzlukları kentin gelişmesini yavaşlatmaktadır. Faka Hoca Ahmet Yesevi’nin mezarı ve tarihi yerleri açısından görmek istiyordum.
![]() |
Çimkent Taraz arası platolar |
Çimken’tin çıkışından itibaren uzaktan karlı dağlar görünmeye başladı. Tanrı dağları başladı diye düşündüm. Fotoğraflarını yakalamaya çalışıyordum. Arazi dalgalanmış, platoya ve tepeliklere dönüşüp tekrar ovalarla devam ediyordu. Tabiat canlı her taraf yemyeşildi.
Bu güzel coğrafyayı bu güzel ülkeyi, ilk günlerin olumsuzlukları yüzünden Almatı ile sınırlı tutmak içime sinmiyordu. Bu yüzden Taraz’da inmeye karar verdim. Vagondaki Kırgız bayanlar sen bizim babamız diyorlardı. Birlikte resim çektirdik. Onlar kendi cep telefonlarıyla çektiler. Ve Tarazdan bir önceki istasyonda indiler.
![]() |
Tanrı Dağlarının muhteşem görünüşü |
Tren Çimkent’ten sonra Turkobas’a geldi. Burada trene kımız ve kaymak satan kadınlar bindi. Ben yiyemem diye almadım. Kırgız kadınlar aldı ve onların ısrarı ile tadına baktım. Kaymak farklı geldi. Kımız zaten hayatta sütü sevmeyen ve hemen hiç süt içmeyen birisi olarak ve belki biraz da psikolojik olarak daha farklı geldi. Trende kalanlarla vedalaşıp Taraz’da indim.
Hocam Merhaba.Sayenizde bizlerde sanki oralardaymisiz gibi bir duyguya kapiliyoruz. 21. Nci Yuzyil Seyyahina Sevgilerimle