2-MİLLİYETÇİLİK NASIL BAŞLAR
Günümüzde milliyetçilik paranoyası, dinsel saplantıları dahi gölgede bırakacak bir radikallik ve bağnazlığı içinde barındırmaktadır. Çünkü dinsel saplantılarda kişinin önü genellikle Tanrı’ya ulaşma yönünde açıktır. Olay Tanrı ile kendisi arasında olduğundan, başka insanları da kendi yoluna kazanma arzusu taşısa da, kazanamayışı ona, önemli bir engel olarak görünmez. Yani bu görüşte her koyun kendi bacağından asılır.
Oysa yurt ve millet sevgisini ve ulusal çıkarların korunması boyutlarını aşan, çıkar amaçlı taraftar kitlesi yaratmaya ve insanlar arası ayrışıma yol açan milliyetçilik, psikolojik bir rahatsızlıktır, psikopatlıktır. Önde gelen bazı güçlerin çıkarlarının, milliyetçilik kisvesi altında insanlara zorla dayatılmasıdır. Kan ve kin içerir. Gözü dönmüş bir vahşettir. Tehdittir, şantajdır, kalleş pusular ve tuzaklarla doludur. Derin devlettir, mafyadır, çetedir, eşkıyadır, faili meçhul cinayetlerdir. Ama hepsi de devletten beslenir ve kaynağı devlettir. Bazen denetlenemediği durumlar olsa da, çoğu zaman ipler devletin elindedir. Denetim bazen derin devlete, bazen sözde devlete geçerse de, sonuç olarak devlet desteklidir.
Hastalığın en kötü tarafı da, veba kadar, kolera kadar salgın olması ve bunlardan beter ölüm çağrıştırmasıdır. İnsanları, alkol gibi, uyuşturucu gibi farkına varmadan yakalaması ve hastanın hastalığını kabul etmemesidir. Hiç bir fanatik milliyetçi, kendi milliyetçilik anlayışının, insani olmaktan uzaklaştığını, insanlığa kötülük ve hastalık düzeyinde ırkçı ve saldırgan bir hastalık haline ulaştığını kabul etmez.
O kendisini haksızlığa uğramış masum ve zorunlu bir savunma duygusunun verdiği ezik bir ruh halinden başlayarak, önceleri davanın adsız bir neferi olma aşamasından geçerek, liderliğe kahramanlığa doğru ilerleyen bir yolda paranoyalarla gelişip, psikopatlık ve sara nöbetleri aşamasına ulaşır. Ama tüm ruh hastaları gibi hastalığını asla kabul etmez. O dünyanın en sağlıklı düşünen insanıdır. Her şey ayan beyan ortada ve açıktır; hayret ki insanlar onun gördüğü bu yalın gerçeği görememektedir.
Hastalık önce bir haksızlığa uğramışlık duygusu ve onun sonucu olan bir isyan duygusuyla başlar. Arkasından haklılığına kanıtlar arama safhasında, içinde bulunduğu vahşi ezilmişlik, yoksulluk, dışlanmışlık aradığı kanıtları bulmasını kolaylaştırmanın ötesinde kin ve isyan duygularının kabarmasına da neden olur. Sanki ona bu insanlık dışı yaşamı dayatanlar devlet ve onu yönetenler değil de, kendisi kadar milliyetçi olmayan komşusu gibi görünmeye başlar.
Ki, az gelişmiş ülkeler: ilerde insanlarının bu ezilmişliğini, rakiplerine karşı kullanmak için, kirli pis işlerini örtmek için, insanların devletten başka çıkar yolları olmadığını göstermede kullanmak için, vatandaşlarını bilinçli olarak ezerler. Ülkenin ileri gitmesini istemez, gelişmesini kasıtlı olarak engellerler. Toplumda insanların bağımsız kişilik geliştirmesini istemezler. Eğitim yoluyla ve başka yollarla vatandaşlarının beyinlerini köreltip, kendilerinin gösterdiği her şeyi algılatacak bir deterjanla yıkayarak bunu gerçekleştirirler. Çünkü gelişen, bilinç düzeyi yükselen toplumu, bu biçimde istediği gibi keyfi yönetip yönlendiremezler. Milliyetçiliği körükleyerek, tüm bu olumsuzluklarını örterler. Hatta millete yaptıkları bu kötülükleri, millete hizmete ve milli kahramanlığa dönüştürürler.
Milliyetçi kişi, kendini haklı çıkaracak savları araştırdıkça, kendine yeni savunma noktaları bula bula ilerlerken, kini, nefreti de ilerler ve tam bir gözü dönmüşlük içinde akıl ve mantıktan uzaklaştırır kendini. Bu saralı ve salyalı ruh hali içinde, bağnaz ve tutucu bir töreye, bir tabuya dönüşen düşünceleri, fanatizme doğru yol aldıkça, artık her şey düşmana ve düşmanlığa döner. En yakın arkadaşının en küçük bir farklılığına bile katlanamaz hale gelip, onu bile hain ilan eder, ‘ya sev ya terk et ‘ saçmalığını dayatır.
Normal ve sıradan vatandaşların dışında, en çok da işsiz güçsüz amaçsız yaşayan, o güne dek adam yerine konulmamış, boşlukta bunalmış, horlanmış aşağılanmış insanlarla, içinde bulunduğu grubun üstünde yer almak isteyenler ve devlette yükselmesi yetenekleriyle olanaksız olan bürokratlar, yükselmek ve bir yerlere gelmek için politik nedenlere ihtiyaç duyanlar, popülist milliyetçiliğin hitap ettiği ve kolayca kavradığı gruplardır. Ve bunlar, az gelişmiş ülkelerde en azından, halkın beşte dördü gibi ezici bir çoğunluk demektir.
Bunların oluşumunu, gelişimini ve beslenmesini sağlayan ise devlettir. Yani milliyetçiliğin altyapısı kuru bir kalabalık gibi görünse de, üst yapı tüm erkleri elinde bulunduran devlet gücünü kullanan askeri, siyasi ve ticari otoritelerin temsil edildiği, görünen ve görünmeyen (derinde veya yüzeyde kalan) devlettir.
Devlet ne denli yüzeysel, göstermelik ve sığ ise, derini o denli yoğun ve güçlüdür. Otorite tanımaz, keyfi ve başıboştur. Demokrasi ve insan hakları göstermelik ve sıfır noktasında, rejim cumhuriyet bile olsa içi boştur. Demokrasi yoğunsa, devlet de yoğun, güçlü, çağdaş, adil ve aklı başındadır. Derini ise sığ, zayıf ve kontrol altındadır.