4-MİLLİYETÇİLİK AİDİYET DUYGUSUNA SESLENİR
Ait olduğu yerden, durumdan ve toplumsal statüsünden memnun olmayan, aidiyet duygusu doyurulamamış, genel kabul gören bir aidiyet anlayışı ile doldurulmamış, kendi maddi ve manevi güç ve yetenekleri ile de toplumda benimsenecek, genel kabul görecek bir statü yakalayamamış insanlar bu milliyetçilik boşluğuna kolayca düşerler.
Kendilerini bir boşlukta hisseden bu insanlar, genel geçerliliği olan ve kendisini toplumun büyük kesimleri ile aynı yerde buluşturacak olan bir zemin ararlar. Kulüpçülük yani bir takımın taraftarı olmak ve hemşerilik gibi kapsamı geniş ama grup bağı zayıf olan gruplara göre, din ve milliyetçilik temelli grupların dayanışması ve taraftarlığı daha cazip, çekici ve güçlüdür. Bu anlamda daha fazla genel kabul görür ve kuralları tartışmasız tabu gibidir; tavizsizdir.
Milliyetçilik işte insanlardaki bu aidiyet boşluğuna hitap eder. Boşluktaki, varoştaki, alt gruplardaki, ezilmiş, sıradan insanın haklarını savunuyormuş gibi, sanki millet güçlü olsa, devlet güçlü olsa, sanki dış güçler alt edilse, yaratılacak pastanın tamamı onlara gidecekmiş gibi gösterilir.
Kahramanlığı, tarihi ve yurt sevgisini de kullanarak insanların beynini yıkar ve milliyetçilik tuzağının içine çeker. Aidiyet boşluğu olan insanlar, mevcut pastanın paylaşımını, paylaşımda haksızlığın nedenini falan sorgulamadan, bir hiç olarak ortalarda dolaşmaktansa, öncelikle güçlü bir grubun içinde olmayı yeğlerler.
Ve insanların beyninde milliyetçilik fikirleri ilerledikçe, grubun baskısı artıkça, zaten gelişmemiş olan kişisel özelliklerle, cılız bireylik de tamamen kaybolur. Kişisel irade grup iradesine dönüşür. Bireysel özelikler gruba hizmete, yaranmaya, kahramanlığa dönüşerek, insanlardaki tüm insani özellikler öldürülerek, insanlar sürü haline getirilir. İnsanlar sürü haline getirildikten sonra da her çoban onları istediği dağda otlatır.
İstediği dereden sular, istediği kayadan atlatır, hatta kendi ayakları ile zaman zaman ve parça parça, kasaba kesim için bile götürür. İnsanlar kasaba giderken bile satılıp paralarının alındığını fark etmezler ve yurt millet için kendilerini feda ettiklerini düşünürler.
Din duygularının milliyetçiliğe baskın olduğu bazı az gelişmişlerde de din, aynı biçimde bu tür çıkarların zeminini hazırlamak için kullanılır.
Eğer insanların beyni bu denli yıkanmasa ve hastalık aşılanmamış olsa; mafya ile, eşkıya ile, hırsız politikacı ile gurur duyar mı? Irak da canlı bomba, Yugoslavya da kasap, Almanya da faşist Neonazi olur mu?
Çıkar grupları, insanları sürü psikolojisi ile ele geçirip, milliyetçilik ağına düşürdükten sonra, onları yönetmek için akla mantığa, bilime gerek yoktur. Sürü sizin kavalınızın sesini duyunca, uçuruma bile seve seve koşarak gelir. Çünkü sürü psikolojine kapılan insanlar için bir şey ya doğru, ya da yanlıştır. Ya aktır ya da karadır. Bunlara da büyük ağabeyler, liderler karar verir. Onların kararı doğru olup, karşı çıkmak hainliktir. Çünkü bu konuların değişik tonları olamaz, yanlışın içinde doğrular, doğrunun içinde yanlışlar olamaz. Bunların davranışlarına, milli birlik ve beraberlik diye, ne anlama geldiği bilinmeyen bir tek tiplik egemendir.
Daha doğrusu onların yaptığı her şey doğru, karşının yaptığı her şey yanlıştır. Ola ki çok bariz yanlışlar bile yapsanız ya da karşı tarafın inkâr edilmeyecek doğruları bile olsa, bunlar da önemli değildir.
Bunlara kanıp aldanmamak gerekir. Bunların mutlaka bir nedeni vardır. Kasıtlı olarak yapılmaktadır. Bunlara kanmak ihanettir. Bizden olan, bizim olan her şeyi sorgulamadan, yargılamadan doğru; karşının her şeyini de peşinen yanlış kabul etmesi gerekir. Etmeyen, düşünen, araştıran, şüpheye düşen haindir.
Ve bu yapılanların, yaşananların hepsi de milliyetçilik adına yapılır. Milliyetçilik her türlü pisliğin temiz gösterildiği bir göz boyama merkezi olarak işletilir.
Oysa başlangıçta milliyetçilik, her milletin kendi milli devletini kurup, bağımsız olarak mutlu yaşaması düşüncesine dayandırılmıştır. Temel felsefe, başka ulusların boyunduruğunda, hak ve özgürlüklerini, milli özelliklerini tam olarak yaşayamamak ve ezilmek endişesidir. Fakat çoğu millet ve özellikle de üçüncü dünya ülkelerinin halkları, kendi ulusal devletlerinin otoriter, baskıcı ve keyfi yönetiminde, başka milletlerin yönetimindeki kadar da hak ve özgür alan bulamamış, yönetime katılamamış ve insan yerine konulmamıştır.
Bu yüzden az gelişmiş devletler: devleti, rejimi ve bağımsızlığı tabulaştırarak milliyetçiliği körükler. Oysa hepsi de insana işkencedir, insani olmayan her şey, her tür çıkar, yolsuzluk ve pislik milliyetçilik perdesi arkasında gizlenir.