Baykal döneminde parti bir dernek veya fikir kulübü haline getirilerek, Türkiye geneli ve halktan koparıldı. 1970 öncesindeki, devlet ve rejim öncelikli politikalar yine baş tacı edildi. Halk küçümsendi, parti seçkinlerin fikir kulübü haline getirilirken, fikirler de sabitleşerek, başka fikirlere kapılar kapatıldı.
Özgürlükten, halktan ve insandan yana sosyal demokrat politikalar aşağılandı. Çünkü bunlara göre devlet cumhuriyet ve laiklik elden gitmekte ve Sevr uygulamaya konulmaktaydı. Böyle bir ortamda halkı ve insanı düşünmenin, hak ve özgürlük istemenin zamanı değildi. Buna hainlikten başka ad verilemezdi. Zaman devleti, cumhuriyeti, Atatürk’ü, laikliği kurtarma zamanıydı. Zaman insanı, halkı değil, milleti kurtarma zamanıydı. Millet ise Türk Ulusuydu. Ulu, yüce ve tapılası bir kavramdı. Ama içinde insan yoktu.
Yani içi boş bir cumhuriyet, tarikatlaşmış bir laiklik, Atatürksüz bir Atatürkçülük, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller talan etsin diye savunulan bir devletçilik ve her darbesinde solu yerle bir eden bir ordu, CHP için halkın, insanın ve demokrasinin önünde geliyordu.
Peki, insan, halk ve özgürlük gibi kavramlar bu ulus kavramının neresinde kalıyordu denilemiyordu. Çünkü ulus kavramı çok büyük bir kavramdı, o tüm milleti içine alıyordu, fakat herkes tek başına millet olamadığından, insan bu kavramın dışında kalıyordu. Yani adı, ister millet ister ulus olsun ve ne denli büyük olursa olsun, içi boş bir kavramdı. Aklı eren düşünen partililer buna kanmadı. Fakat farklı düşünmek de yasaktı. Farklı düşünenler dışlanıp partiden atıldı.
Atılmakla da kalmadı, bunlar iyice bir karalandı. Dönek satılmış veya hain diye damgalandı. Ekonomik ve siyasi anlamda serbestlik isteyen liberaller, içi boş kavramların medya tetikçileri tarafından liboş ilan edildi. Onlar da dönek, hain, yandaş ilan edildi. Kimi başka partilere gitti, kimi siyasetten nefret edip, kendi dünyasına çekildi.
Kalanlar partide kalmakla kendilerinin sosyal demokrat olduğunu sandılar. Aslında onlar sosyal demokrat falan değil, bindikleri geminin eski adı sosyal demokrattı. Yeni kaptan geminin adını değiştirmemişti. Ama onlar sürekli sağa, yani doğuya yol alan bir gemide olduklarının farkında değildi. Batıya, çağdaş uygarlığa gittikleri sanıyorlardı. Batıya yolculuğun, nereye gittiğine bakmadan, batı gemisine binmek olduğunu sanıyorlardı.
Bu yüzden halk bunların insanüstü boş kavramlarının içinde kendini bulamadı. Ve bu insanüstü kavramlar da zaten bu basit millet için çok lüks geliyordu. Bunların oyuyla iktidar olmayı beklemektense kısa yoldan bir darbeyle iktidar mı gözetiliyordu. Ulusalcılık diye faşizmi egemen kılarak tam yetkili daha büyük bir iktidar mı gözetiliyordu bilemem, ama halk Baykal’ı hiç de kendine yakın göremedi.
Partinin başında girdiği ilk genel seçimlerde barajı kıl payı aşabildi. 1995 Genel Seçimlerinde partilerin oy dağılımı şöyleydi. Sosyal demokrat söylemlerle Erbakan’ın Refah Partisi % 21.3 ile birinci partiyken ANAP % 19.6; DYP % 19.1; DSP % 14.6; CHP %10.7; MHP % 8.1 oranında oy aldı.
CHP tarihi boyunca bu kadar az bir oy almadığı gibi başka bir ilk de, Türkiye solunun oy oranı da ilk kez % 30’un altına düştü. Oysa siyasi yelpazenin merkezi dağılmış, merkez sağdan radikal eğilimli partiler bunların mirasını paylaşıyordu.
Oysa merkezin mesafesi, radikal sağdan CHP’ye daha yakındı. CHP hiç yerini değiştirmeden sosyal demokrat çizgisini korusa bekli de kendiliğinden birinci parti olacaktı. Fakat bunlardan ders alınarak halka birazcık ümit veremediğinden 1999 Genel seçimlerinde CHP barajı da aşamadı. Ve tarihinde ilk kez parlamentoda CHP yoktu.
Aslında 1999 Genel seçimleri, halkın merkez partilerinden umudunu kestiği bir seçimdi. Maliye iflas etmiş, enflasyon tavan yapmış, yolsuzluk, vurgun talan alıp başını gitmiş, devlet memura maaşını vermeyecek haldeyken, serveti milyon dolarları aşan genel müdürler türemiş, devlet işlerinin çoğu mafyaya devredilmişti.
Halkın aradığı en önemli özellik, dürüstlük ve birazcık yurt millet sevgisiydi. Dürüstlüğüne inandığı Ecevit’i birinci (% 22.1) ve MHP’yi (% 18.0) ile ikinci parti yaptı. Adını Fazilet olarak değiştiren Refah Partisi ise (%15.4) üçüncü partiydi. Bu tabloda CHP’nin barajın altında kalması sanırım, hiçbir şey yapmadan otursa bile olanaksızken, demek ki yapılanlar halkın daha fazla dışlanması şeklinde olmalı ki, halk CHP’yi parlamentodan sildi.
2002 Genel Seçimleri ise siyasi yelpazenin tamamen boş olduğu CHP’nin bence tek başına iktidar olabileceği, yegâne seçimdi. Çünkü halkın ümit olarak seçtiği DSP ve MHP iktidarı da başarılı olamadığı gibi, bankaları da batırarak halkın bir gecede servetini yarıya düşüren felaketlere neden olmuştu. Ve ortada CHP’den başka hiçbir parti de kalmamıştı.
Ak Parti ise kurulalı daha bir yıl bile olmamış ve merkeze çok uzak, radikal dinci bir parti görünümündeydi. Merkez, merkezin sağı, solu her taraf boştu. CHP istemese bile iktidar olmak zorundaydı ama maalesef, iktidarlar yıpransa, yıkılsa dağılsa, ortada hiçbir parti kalmasa da, CHP Baykal yönetiminde tek parti olarak seçime girse bile %20’yi aşamayacağı anlaşıldı.
Burada merkez partileri DYP ve ANAP yıpranmak değil tamamen bitmiş olmasına ve solda da başka bir parti olmamasına rağmen CHP halka dönük bir politika sergileyemediği için, devlet ve rejim yanlısı politikalarıyla yeni kurulmuş bir parti karşısında ağır bir yenilgi almıştır. Bu seçimler aynı zamanda Türkiye solunun da dip noktası olmuştur.
Yani karşının yıpranması ve siyasi arenanın boş olması da iktidar olmak için yeterli değildir. Hatta seçim programınıza ne yazdığınız bile önemli değildir. Türkiye’de hemen hiçbir seçmen parti programı falan da okumaz. Halk sizin söylemlerinizden, söyleyiş biçiminizden, tavır ve davranışlarınızdan, halka bakışınızdan kendisiyle ne kadar ilgili olduğunuzu anlar. Yani sizin iktidar olmak için halka verdiğiniz görüntü ile halkın kendisini sizin partinizin içinde görebilmesi önemlidir.
Deniz Baykal’ın CHP’nin başında katıldığı son seçim 2007 Genel seçimleriydi. Baykal bu seçimlere halkın dışında kalan her şeyi ve herkesi arkasına alarak katılmış, ama seçimlerde oyu, Atatürk, devlet, cumhuriyet, cumhurbaşkanı, laiklik ve ulusalcılık değil de halk verdiği için kaybetmiştir.
Kaldı ki bu seçimlerde artık, radikal tehditler içeren yeni bir AKP değil, AB ile müzakereleri başlatarak şeriat kuşkularından kurtulmuş ve icraatı halk tarafından beğenilen bir AKP vardı. Böyle bir AKP’ye karşı devleti arkana alarak değil, halkı arkana alarak mücadele etmek gerekirdi ki, CHP belki de tarihinin en devletçi seçim kampanyasını yürüttü ve halktan hal ettiği yanıtı aldı diye düşünüyorum.
nazmioner@mynet.com